Makale

HER KALBİ AÇAN TEBESSÜM

HER KALBİ AÇAN TEBESSÜM

Ayşe Nur ÖZKAN

İstanbul Kadıköy Vaizi

Tebessüm… Maliyeti olmayan “Antidepresan”

Ne zaman asık suratlı birini görsem güngörmüş bir teyzemizin bilgece cümlelerini hatırlarım. “Evladım!” derdi teyzemiz, “Güzel yüz elimizde değil ama ya güler yüz? Güler yüz elimizde öyle değil mi?”

Çevresindeki insanların asık suratlılığıydı ona bu cümleleri söyleten. “Ne oğlumdan ne gelinimden ne de etrafımdaki insanlardan hiçbir beklentim yok, yemeğimi yapmasınlar, hizmetimi görmesinler.” derdi. “Güler yüz göstersinler yeter.”

Güler yüzlü olmak bizim tercihimizdir

Yaratılışımızdan getirdiğimiz özelliklerimizin belirleyicisi elbette biz değiliz. Yüzümüz, rengimiz, cinsiyetimiz hepsi birer takdir-i ilahidir. Ama Allah Teâlâ’nın bize doğuştan verdiği bu özellikleri nasıl kullanacağımız, hangi davranışlarımızla olumlu ya da olumsuz yöne kanalize edeceğimiz, onlarla nasıl bir karakter inşa edeceğimiz, işte tüm bunlar bizim tercihlerimiz ve çabalarımızla şekillenen sorumluluk alanlarımızdır. Güler yüzlü olabilmek, tebessümü ve tatlı dili kendimizden ve çevremizdekilerden esirgememek karakterimize yerleştireceğimiz en güzel özelliklerden biridir. Üstelik maliyeti olmayan ama etkisi ve sonucu inanılmaz değerli olan bir özellik.

Güler yüz, sadece yüzümüzü değil, hayatımızı, sağlığımızı, ilişkilerimizi, ahlakımızı güzelleştiren, sosyal bir varlık olarak bizi bir arada tutan duygusal bir davranıştır. Karakterimizin gözle görünür kısmı olduğu için de vitrinimizdir âdeta. Vereni fakirleştirmeyen, alanı zenginleştiren, maliyeti ve külfeti olmayan büyülü bir güçtür. Gülümserken 17, kaşlarımızı çatarken ise 43 kasımızı çalıştırmak zorunda kalmamız bile güler yüzün yaratılışımız ile uyumunu göstermeye yeterlidir.

Sinir bilimcilere göre güler yüzlü olmak, sahip olduklarımızı paylaşmak, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gidermek huzur veren davranışlar arasında gelir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) güler yüzlü olmayı sadaka verme ile eş değer kabul etmesi ve güler yüzlü olmaya teşvik eden sözleri, mucizevi bir reçete gibidir yalnızlık ve mutsuzluk içinde savrulan günümüz insanına.

“Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği küçümseme.” (Müslim, Birr, 144.) der Peygamber Efendimiz. Her iyiliğin bir sadaka olduğunu, güler yüzün de bir iyilik olduğunu, sadaka yerine geçtiğini hatırlatır bize. Ama en çok da kendi hayatında uygular bu tavsiyelerini. Abdullah bin Haris, “Allah Resulü’nden daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim.” der onu anlatırken. (Tirmizi, Menâkıb, 10.)

Ecdadımız sadece yüzlerine değil, kelimelerine ve dualarına da yansıtmıştır Peygamberimizden aldığı bu nezaketi: Vedalaşırken kullandığımız “Güle güle git.”, “Allah’a emanet ol.”, “Güle güle gel.” cümleleri bile, bir daha karşılaşıncaya kadar yüzünden gülücükler eksik olmasın anlamında birer duadır.

Ekşi yüzlünün balı acı olur

Güler yüz, tatlı söz ve zarafetin ne kadar değerli olduğunu Bostan isimli eserinde bir hikâye ile anlatır Şeyh Sâdi bizlere:

“Tatlı dilli, güler yüzlü bir delikanlı bal satardı. Gönüller onun tatlılığından yanar, erirdi. Müşterisinin sayısı belli değildi. Öyle ki faraza bal satmayıp zehir satacak olsa, herkes zehri onun elinden bal niyetine içerdi. Suratsızın biri de o yiğidin satışına özendi, kazancını kıskanıp bal satmak istedi. Bal tablası başında sirke satan yüzüyle mahalle mahalle dolaştı. ‘Bal, bal.’ diye bağırdı durdu. Fakat balına müşteri değil sinek bile konmadı. Akşam oldu, eve döndü. Eline bir kuruş geçmemişti. Fena hâlde kızdı, bir köşeye çekildi, oturdu. Bu hâliyle günahının cezasından korkan günahkâra, bayram günü zindanda tutulan bedbahta benziyordu. Onu gören karısı, ‘Ekşi yüzlünün balı acı olur.’ dedi. ‘Çirkin huy insanı cehenneme götürür, iyi huy ise cennetten çıkmıştır.’”

Tatlı dil, güler yüz, sevgi ve memnuniyet göstergesidir. Güleni ferahlatır, bulaşıcı olduğu için de etrafa yayılır. Hatalarımızı ve eksikliklerimizi örter. Kabiliyet ve kişiliklerini geliştirmekte zorluk yaşayanlar ise gülümsemenin bu huzur veren mucizevi etkisinden mahrum kalırlar.

Tebessümü yüzünde, hüznü kalbinde

Güler yüzlü olmak, dingin bir ruh hâlinin göstergesidir. Uygunsuz ortam ve zamanlarda ölçüsüz kahkahalar ise duygu durum bozukluğuna kadar giden rahatsızlıklara işaret eder. Hayatta her şeyin bir ölçüsü vardır. Taşkınca gülmek ifrat olduğu gibi sürekli çatık kaş ve asık yüz ifadesi de bir tefrit hâlidir. En makbul ve itidal olanı tebessümdür.

Hz. Mevlâna “İnsanın nasıl güldüğünden edebini, neye güldüğünden aklını anlarım.” cümlesiyle gülmek gibi sıradan bir davranışın karakterimizi nasıl ele verdiğini ifade eder. Haddinden fazla gülmek, bizi gaflete sürükleyerek hayattaki varlık sebebimizi unutturur. Hz. Aişe, Peygamber Efendimiz’in, “küçük dili görünecek şekilde kahkahayla gülerken hiç görmediğini, sadece tebessüm ettiğini” hatırlatır bize. (Buhari, Edep, 68.) Müminin tebessümü yüzünde, hüznü kalbinde olmalıdır çünkü. Hata ve noksanlarımızı düşündüğümüzde veya nefis muhasebesi yaparak tefekküre daldığımızda oluşan hüzündür bu. Ama çehremize yansıyan tebessüme engel olmaz. Allah Teâlâ’nın güler yüzlü ve yumuşak kişileri sevdiğini, Peygamberimizi de (s.a.s.) “… Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmran, 3/159.) ayetiyle yumuşak davranmaya teşvik ettiğini biliriz.

Tebessümü unuttuğumuz, birbirimizden selamı esirgediğimiz, sanal ilişkilerin içinde boğulduğumuz zamanları yaşıyoruz. Belki de ayetlerin rehberliğine, Peygamberimizin tavsiyelerine en fazla ihtiyaç duyduğumuz zaman dilimleri bu günler. Gülme kurslarının açıldığı, ücretli sarılma ve kucaklaşma seanslarının organize edildiği bir dünyaya tanıklık ederken küçük bir tebessümle bir gönle dokunmanın nasıl bir iyilik hareketi başlatacağını fark edebilmek ne büyük bir nimet.

Birbirimizden esirgemeyelim…