Makale

GENÇLERİN DİLİNDEN KONUŞAN PEYGAMBER (S.A.S.)

GENÇLERİN DİLİNDEN KONUŞAN

PEYGAMBER (S.A.S.)

Hilâl CEYHAN KÖKSAL

Ankara Çankaya Kuran Kursu Öğreticisi

Dünyanın seyrini değiştiren çok az insan vardır. Bu insanların başarısı, hitap ettiği kitlenin genişliğiyle ölçülür. Bunlardan en büyüğü şüphesiz Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselamdır.

Resulüllah (s.a.s.) yediden yetmişe her insanla güzel geçinebilen, etrafındaki herkese kendini özel hissettiren mükemmel bir örnekti. Çocuklar ve gençler, onun gözünde ayrı bir değere sahipti. Atalara saygının çok önemli olduğu, yaşı küçük olanların kale alınmadığı bir toplumda, Peygamberimizin etrafındakilerin çoğu gençti. Buna birkaç örnek verecek olursak; Mekke döneminde henüz açıktan davet başlamamışken Müslümanlara evini açan ve İslam tarihinde Dâru’l-Erkam diye anılacak olan bu evin sahibi Erkam bin Ebi’l –Erkam, 18 yaşındaydı. (TDV, İslam Ansiklopedisi, ilgili madde.) Medine’ye muallim olarak gönderilen Mus’ab bin Umeyr, İslamiyet’i kabul ettiğinde henüz yirmisine varmamış bir delikanlıydı. Medineli kabile liderleri Sa’d bin Muaz ve Sa’d bin Ubâde’yle Ensar’ın ileri gelenlerinden Osman bin Maz’un, Ebu Eyyub el- Ensârî; Suffe ehlinden Ebu Hureyre, Abdullah ibn-i Mes’ud; Peygamberimizin şairleri Abdullah bin Revâha ile Kâ’b bin Malik otuzlu yaşlarındaydı. İlk Müslümanlardan olan Hz. Ali ile Peygamberimizin evlatlığı Zeyd bin Hârise on yaşlarında, Uhud savaşında yaşının küçüklüğünden dolayı Peygamberimizin geri çevirdiği fakat maharetini kanıtlayarak orduya katılan Umeyr bin Ebî Vakkas, şehit edildiğinde on altı yaşındaydı.

Peygamberimizin getirdiği hakikatleri ilk kabullenenlerin çoğu gençken, atalarının dinini terk edemeyeceklerini söyleyenlerin büyük bir kısmı yaşını başını almış Mekkelilerdi. Peki, İslam’ın gençlere hitap etmesinin altında yatan sebep neydi? Gençler, nasıl oluyor da ailelerini karşılarına alma pahasına bu dine gönül veriyorlardı? Akıl almaz işkencelere rağmen neden inançlarından vazgeçmiyorlardı? Belki burada genç insanlarla genç olmayanların aralarında bir mukayese yapmak gerekir.

Olgun insanlar, hayatın kazandırdığı tecrübelerle yorulmuşlardır ve çoğu zaman emek isteyen şeylere cesaret etmezler. Gençlerin ise önünde böyle bir engel yoktur. Hayatın amacını sorgulama çağında bulunduklarından eğer iyi bir ideale tutunurlarsa, bütün enerjilerini buna hasredebilirler. Yetişkin insanların ise hayattan farklı beklentileri vardır. Atalarımızın güzel benzetmesindeki gibi ağaç yaşken eğilir. Gençler, toplumun geleceği olduğu için en çok yatırım yapılması gereken gruptur. Asrısaadete bakıldığında gençlerin oldukça aktif olduğu görülür. Hatta İslam’ın bir gençlik hareketi olduğunu söylemek abartı olmaz.

Gençlerin İslamiyet’i sahiplenmesinin ilk sebebi, bu dinin öğretilerinin mantıklı, kabullenilebilir ve uygulanabilir olmasıydı. Dünyaya geliş gayemizin ne olduğunu, yaratıcımızın bizden neler beklediğini, yapılan her işin bir sonucunun olacağını izah eden İslam, gençlere sorumluluk bilinci kazandırıyordu. Allah ile kul arasındaki ilişkinin sevgiye dayalı olması da gençleri çeken başka bir sebepti. Resulüllah’ın engin merhametini ve derin muhabbetini hisseden, ümmetine ne kadar düşkün olduğunu fark eden gençlerin yüreklerinde oluşan kıvılcımlar, onların tüm kâinata muhabbet nazarıyla bakmasını sağlıyordu. Peygamberimizin ağzından çıkan tek bir kelime, ashabının hayatlarını değiştirmeye yetiyordu. Köklü, derin bir sevginin gücüydü bu!

Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan, hain bir tuzakla ele geçirdikleri Zeyd b. Desine’yi öldürmeden hemen evvel ona “Allah aşkına Zeyd! İster misin şu anda yanımızda senin yerine Muhammed olsaydı, onun boynunu vursaydık, sen de ailenin yanında olsaydın!” dedi. Ebu Süfyan’ın bu sözleri karşısında Zeyd’in duruşu netti: “Vallahi ben ailemle otururken bile, şu anda bulunduğu yerde Muhammed’in (s.a.s.) canını yakacak bir dikenin batmasını dahi istemem.” Bunun üzerine Ebu Süfyan, “Muhammed’in ashabının onu sevdiği kadar sevilen hiç kimse görmedim!” diyerek Hz. Peygamber’e duyulan sevgiyi itiraf etti. (İbn Hişam, Siret, III, 117-118.) Peygamberimizin ashabıyla arasında böyle bir sevginin oluşmasının sebebi, onun insanların ruh hâlinden anlayan, yumuşak huylu tabiatıydı. İnsanların en hayırlısı olan Resulüllah, manevi heybetini mütevazı yaklaşımıyla gizler, böylece herkes onunla rahatlıkla iletişim kurabilirdi. İnsanların zaaflarını bilir, ona göre çözümler sunardı. Onun samimi ve sevecen yaklaşımı, etrafındaki insanların kendilerini rahatça ifade edebilmelerini sağlardı.

Bir seferinde yanına gelen bir delikanlı, Allah Resulü’nden alışılmadık bir şey için izin istemişti. Zina etmek istiyordu... Haram olduğu herkesçe bilinen bir şeyin böyle açıkça ve ısrarla talep edilmesi, duyanları şaşırtsa da Resulüllah (s.a.s.) onu hoşgörüyle karşıladı. Delikanlıya tek tek annesiyle, kız kardeşiyle, kızıyla, teyzesiyle böyle bir ilişkiye girilmesini isteyip istemeyeceğini sordu. Genç, her seferinde “Elbette istemem.” diyordu. Son olarak zina etmek istediği kadının da birinin yakını olduğunu söyleyerek onun olaya farklı bir gözle bakmasını sağladı ve onu bu işten vazgeçirdi. Sonra şöyle dua etti: “Allah’ım bu gencin günahlarını bağışla kalbini temizle ve iffetini koru.” Genç, ikna olmuştu. Bundan sonra böyle bir şeye meyletmedi. (İbn Hanbel, V, 256-257.)

Mekke’nin fethinin hemen akabinde Huneyn savaşının dönüşünde İslam ordusu, bir konak yerinde istirahate çekilmişti. Ordunun gelişini ilgiyle seyreden bir grup genç, dindaşlarının yaşadığı hezimetin etkisiyle Resulüllah’a karşı büyük bir kin ve düşmanlık besliyordu. Aralarında Ebu Mahzûre’nin de bulunduğu bu on kişilik grup, ezan okunduğunu duyunca bir yere gizlenip alaylı bir şekilde müezzini taklit etmeye başladılar. Seslerini duyan Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onları yanına çağırdı. Gençlerin her birine ayrı ayrı ezan okuttu ve en sonunda sesi en gür olanın kim olduğunu sordu. Arkadaşları Ebu Mahzûre’yi göstererek ortadan kayboldular. Çünkü yaptıkları yüzünden cezalandırılacaklarını düşünüyorlardı. Ebu Mahzûre de Peygamberimizin emriyle istemeye istemeye ezanı okumaya başladı. Tamamını bilmiyordu fakat Peygamber Efendimiz, büyük bir ciddiyetle ona bilmediği kısımlarını ve nerede sesini yükseltip alçaltacağını öğretti. Sonra başını okşayıp ona bir kese gümüş para hediye etti. Ceza almaktan korkarken ödüllendirilmiş olmak Ebu Mahzûre’yi çok şaşırtmıştı. Biraz evvel nefret ettiği insana karşı muhabbet duyuyor olmasını aklı almıyordu. Bu hadisenin ardından Müslüman olan Ebu Mahzûre’yi Mekke müezzini olarak atadı. Resulüllah’a olan sevgisinden dolayı onun başına dokunduğu yerlerdeki saçlarını ömrünün sonuna kadar kestirmeyecekti. (Ebu Davud, Salât, 28; İbn Hanbel, I11, 408.)

Örneklerden anlaşılacağı üzere Resulüllah aleyhisselam gençlerin dilinden anlar ve onlara güvenirdi. Onları kendilerini geliştirmeye teşvik ederdi. Mekke fethedildiği zaman bu şehre vali olarak atadığı Attâb b. Esîd, yirmi yaşlarındaydı. Yine aynı yaşlarda olan Üsame bin Zeyd ise aralarında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabilerin olduğu bir orduya komutan olarak tayin edilmişti. Muaz bin Cebel, Yemen’e elçi olarak gönderildiğinde 27 yahut 28 yaşlarındaydı.

Resulüllah’ın yaşamı iyi okunabilirse, pek çok iletişim problemine çözüm bulunur. Özellikle “ergen” diye nitelediğimiz gençlerin dilinden anlamadıklarını söyleyenlerin işleri kolaylaşır. Çünkü Resulüllah, her konuda olduğu gibi bu yönüyle de bizim için gönderilen “en iyi” örnektir. (Ahzab, 33/21.)