Makale

Ne Var Ne Yok

Masal

Fatma Nur Yılmaz

Ne Var Ne Yok

O akşam sık sık yaptığımız gibi alt katta oturan komşularımıza misafirliğe gitmiştik. Biz çocuklar pastaları, kurabiyeleri midemize yolcu edip, yalnızlık çekmesin diye arkasından bir yudum da süt gönderirken; büyükler havadan sudan konuşuyordu. Az sonra havadan sudan konuşmaktan sıkılıp, yerden ve altındakilerden konuşmaya başladılar. Fay hattı, deprem, yer kabuğu ve ilk defa duyduğum daha birçok şey…
Fay hattı dedikleri otobüs hattı gibi bir şey miydi?
Yer çekirdeği çitlenebilir miydi?
Eğer çitlenemiyorsa yer kabuğu da neyin nesiydi?
Yer kabuğu neden sürekli kırılıyordu, fazla mı alıngandı?
Yeraltı çok soğuktu da ondan mı yer çekirdeği kendisini saran bir manto giyiyordu?
Onlar bunu bırakıp, başka konuya geçtiler ama benim merakım bir türlü geçmedi. Sorular bir trenin vagonları gibi birbiri ardınca sıralandı. Aklımda çuf çuf dolanıyor, gelen uykumu kovalayıp kaçırıyorlardı. Keşke, diyordum içimden, keşke yerin altını görebilsem. Derken…
Yer
yarıldı
içine
girdim.
Yeraltındaydım işte. Yalnız sevinsem mi şaşırsam mı yoksa kaçsam mı bilemiyordum. Galiba kaçmalıydım. Çünkü karşımda dört bir yanda kolları olan saçaklı ve dolaşık bir şey duruyordu. Bir çeşit yeraltı canavarı olmalıydı. Karanlıktan tam da göremiyordum. Biraz ürktüm. Yani tamam, basbayağı korktum. Var gücümle koşmaya başladım ama korktuğum şey arkamdan gelmiyordu. Hatta hiç hareket etmiyordu. Cesaretimi toplayıp yavaşça yaklaştım. Bu canavar filan değildi, bir ağacın kökleriydi!
Anlaşılan yerin içine girmiştim ama çok da girmemiştim. Peki, buraya kadar gelmişken fay hattını görmeden şuradan şuraya gider miydim? Asla. Hemen biraz daha aşağı indim.
Burada bir köstebek ailesi isim-şehir oynuyordu. Küçük köstebek F harfiyle başlayan ünlü ismi bulamamıştı. Yazar ismi olur mu, dedim. Olmazmış, biraz daha aşağı indim.
Her katman bir öncekinden daha karanlıktı, burası ise en karanlık olanıydı. Öyle ki fay hattının yanından geçmiş ama onu görmemiş olabilirdim. Etrafa dikkatlice baktım. Bir tarafa dikkatlice bakmanın kötü bir tarafı vardı, diğer tarafı göremiyordun. Ben de etrafa bakacağım derken bastığım yeri görememiştim ve ayağımı bir şeye çarpmıştım. Bu şey bildiğiniz tabaktı. Üzerindeki tozu toprağı sildim. Oldukça eski bir şeydi. Bir tarihî eser bulmuştum. Kendimi tebrik ederken uzaktan gelen bir sesle irkildim:
“Haydi, kızım uyan gidiyoruz.”
Bir ses duyuyordum ama ne dediğini anlamıyordum. Ses gittikçe yakınlaşıyordu:
“Haydi, kızım uyan gidiyoruz.”
O an bir aydınlanma yaşadım. Gerçek bir aydınlanma. Gözlerimi açtım, etraf aydınlıktı. Birden,
“Fay hattında mıyım?” deyiverdim. Ah demez olsaydım. Ah ah nereden bilebilirdim her şeyin bir rüya olduğunu. Gülüşmeler hâlâ kulaklarımda...