Makale

Fanilikler

Fanilikler

Abdülhak Şinasi Hisar

Hemen hiç kimse zamanın kendine mahsus çerçevesi içinde kalmaya razı olmaz. Hal içinde yaşayanların bir kısmı istikbale vurgun, bir kısmı da maziye âşıktır. Gençlerin çoğu tahayyül ettikleri bir atide ve yaşlıların çoğu, daha emin olarak, hatırladıkları bir geçmişte yaşarlar. En güzel zamanımız ya hayalimizdeki atiyi kurduğumuz ya hafızamızda maziye konduğumuz zamandır. Hemen herkes, uzun müddet, umduğun göre geleceğini sandığı bir zamanı kolladıktan sonra, yavaş yavaş kendi gençliğinde geçmiş olan zamanları aramağa koyulur.

Belki geçmiş kendi gençlik çağların özleyen yaşlılarımız bize daima evvelki mehabetli mehtap âlemlerinin ihtişamından bahsederler ve bizim iştirak ettiğimiz bu gecelerin onlara nispetle sönük kaldığını, ziyafetin sonlarına yetiştiğimizi, sofranın son kırıntılarını yediğimizi ve son sohbetlerini işittiğimizi söylerlerdi.

Hayat pek kısadır. Fakat bu kısa zaman içinde görülen bütün şeylerin ve duyulan bütün hislerin boyları ne kadar daha kısa! Ancak hiçbir şeyin yeryüzünde kendine mukadder kısacık müddetini bitirip bunun sonuna erdiğini ve sonuncu damlasını yaşadığını evvelinden bilemiyoruz. Bir sabah, yine masum, gafil, habersiz, evimizden her zamanki gibi çıkar, gideriz. Yaptığımız yine her günkü işimize benzer. Günümüzde hiçbir hususiyet duymayız. Hâlbuki o esnada bize bir şeyi haber vermeyen kaderimizde ne büyük değişiklikler olur! Meğer bugün evimizin sonuncu günüymüş! İkindi vakti döner, ömrümüzün çerçevesini teşkil eden onun varlığını bulacağımıza yerinde bir yangın harabesi buluruz!

Yine böyle, bir gece gezinmeye mehtaba çıkarız. Bu gecenin hiçbir hususiyeti bizim ayrıca dikkatimizi çekmez. Hiçbir farkı nazarımıza batmaz. Hiçbir şey bize bir bitişten haber vermez. Boğaziçinde elbette böyle bir gece mehtap âlemlerinin sonuncusu olmuştu. Bir daha artık bi bir hesabın uyuşarak bu yekûna varması ve birbirinden ayrılan tekmil unsurların toplaşarak böyle bir gece daha yaşatması mümkün değildi. Ancak iştirak edenler şüphesiz bunu bilememişlerdir: meğer bu, asıl manasıyla sonuncu "Mehtap" gecesiymiş!

Meğer sulara uyarak Kalenderle Bebek arasında yüzen zavallı nilüfer kökünden ve sapından yavaşça kopmaya başlıyormuş. Fakat gözlerimin önünde geçenlerin onun sonuncu gidip gelişleri olduğunu ve yakında sularla sürüklenip dağılacağını ben bir türlü göremiyor, anlayamıyordum!

Meğer bu gördüğümüz şeyler bizden o kadar ayrılıyormuş ki makul olmak için kendimizi terk eden bütün bu şeylere biz hep elveda demeliymişiz! Elveda on altı, on yedi, on sekiz, on dokuz yaşım! Elveda Boğaziçinde seyredilen Mehtaplar, işitilen sazlar! Elveda sükût içinde duyulan aşklar! Elveda birer şefkat, muhabbet ve lezzet mahfazası gibi sıralanmış yalılar! Elveda ruh ferahlığı, sade, kolay ve ucuz tadlar! Elveda hor gördüğümüz ve artık ömrümüz boyunca bir daha bulamayacağınız Boğaziçi lezzeti! Elveda yaprakların suların üstünde sonuncu açılıp kapanışlarıyla yüzen nilüfer, elveda! demeliymişiz!

Meğer bu saz seslerinin beşikler gibi salladığı, uyuttuğu, büyüttüğü bütün arzular, hulyalar, emeller, zevkler de hep fani bir takım duygularmış! Meğer bunu biz anlayamıyormuşuz! Fakat ilk önce hafif hüznü gittikçe koyulaşan bir keder olan öyle bir zaman geliyor ki insan yer yüzünde her gecenin de atisi, eyvah! pek çabuk gelecek bir başka günün mazisi olmağa mahkum olduğunu öğreniyor!

İnsan yalnız bir gecelik çalgıların değil, fakat her türlü emniyet ve kanaatlerin de sihirlerinin bozulunca, bu şarkılar, bu musikiler gibi uzaklaşıp daldığını; duyulmaz ve anlaşılmaz olduğunu; zamanında hâkim olduklarını görerek ebedî sandığı iman ve itikadlar gibi her şeyin, her güzelliğin güya akan sular üstünde kayarak geçtiğini ve bir gün boğulmaya mahkûm olduğunu; iç içe geçen usuller ve zevklerle en sıkı örülmüş nizam ve intizamların, milyonlarca insanların müşterek kanaat ve zevklerinin aldığı hususi bir şekil ve kıvam demek olan medeniyetlerini bile değişen geçici şekillerden ibaret olduğunu; bunların da içlerinden bozulup dağıldığını ve başka kalıplara girerek başkalaştığını öğrenince, eyvah! Artık bütün ruhunu saran fanilik ıstırabını hak etmediği bir azab olarak çekiyor!

Yerlerini birbirlerine acele acele terk ederek yer değişen kısacık ömürlü insanlar vaktiyle bütün hayatlarıyla sevmiş oldukları sevgililerinden bile hafızalarında ancak birbirlerine karışan ve nihayet birbirlerinin yerini alan silik birkaç çizgi veya birkaç hatıra saklayabiliyorlar. Milletler hafızalarında en güzel çehrelerin çizgilerini ve en yüksek cezbelerinin izlerini bile hatırlayıp yaşatamıyorlar. Ölümün ve ademin şümulü o kadar derin ki her asır inkişaf eden nice medeniyetlerin inkıraz ve ölümü bile insan hafızasını dolduramıyor. Zira gönüller ve kafalar da zamanlar gibi her şeyi silen, yok eden birer boşluktur. Gözlerim bu hakikatlere daha yeni açılmış gibi yaşayan bütün şeylerin faniliklerini görmek bana öyle acı geliyor ki artık bir şey görebilsem bu onun faniliğinden ibaret kalıyor. “Kâinat-ı gaybi tel tel yoklayan mızraptan”, vaktiyle aldığımız hep aşk, emniyet, tabiat ve ebediyet haberleriydi. Şimdiyse, eyvah! hep zeval, fanilik, ölüm ve adem haberleri oluyor!

*Boğaziçi Mehtapları kitabından alıntılanmıştır.