Makale

Yeni Göreve Merhaba Derken

Yeni Göreve Merhaba Derken
Halime Yıldız

Yeni Göreve Merhaba Derken Halime Yıldız Karlı bir sabaha uyanmak ümidiyle kasım ayından bu yana her sabah ilk yaptığım şey perdeyi aralayıp karşı binanın çatısına bakmak olur. Bu sabah da erkenden uyandım fakat pencereyi döven yağmurun şiddetinden olsa gerek ümidimi yarınlara erteledim. Aralık ayını yarılamamıza rağmen kar, o masum, bembeyaz yüzünü bir türlü göstermemişti. Olsun. Saate baktım, 08.45. Bugünkü vaazım saat ondaydı. Çaydan vazgeçip güne kahveyle başlamaya karar verdim. Isıtıcıya su koydum. Kahvaltılık bir şeyler çıkarmak için elim buzdolabına giderken telefonun sesiyle irkildim. Ekrandaki numara ilçe müftülüğüne aitti. Erken bir saatte arandığıma göre önemli bir şey olmalıydı. O birkaç saniye tedirginliğim katlanarak çoğaldı. Memur selam vererek söze girdi: “Hocam, bir görevlendirme yazınız var bugün gelip alabilir misiniz?” Alırdım almasına da vaaza yetişmem gerekiyordu, “Olur” deyip telefonu kapattım. Vaazdan önce kuruma uğramalı, bu yüzden de hızlı hareket etmeliydim. Çabucak hazırlanıp evden çıktım. Güneşli’den gelip Bakırköy’e giden minibüse bindiğimde oturacak bir yerin; hem de tek kişilik bir koltuğun olması beni ziyadesiyle sevindirdi. Ah şu trafik ve kalabalık olmasa ne güzel şehirdir İstanbul! Camdan dışarıyı seyrederken İstanbul’u ne kadar sevdiğimi anladım. Bu hissimin ardında aslında İstanbul’dan ayrı kaldığım bir dört yıl vardı. Türkiye’ye ve canım İstanbul’uma döneli henüz beş ay olmuştu. Uzun süre Almanya’da kalmış, din görevliliğime gurbette devam etmiştim. Nürnberg bana, vazoda görüntüsü muhteşem ama kokusuz, cansız, yapma bir çiçek gibi gelmişti. İstanbul öyle mi ya? Gece gündüz capcanlı bir defne ağacı, kokusunu içine çektiğiniz hanımeli, göz alıcı güzelliğiyle bir lale… Ben de bu güzel şehirde Bakırköy ilçesini tercih etmiştim. Beş ayda hem uyum sağlamış hem de bu ilçeyi sevmiştim. Kuruma uğradığımda görevli memur beni bekliyordu. Büyük ihtimal bir huzurevi ya da çocuk yuvasıydı görevlendirme yeri. İkisi için de hazırlıklıydım. Belki de bir gençlik merkezinde gençlerle sohbet edecektim. Bu ihtimal o an daha iyi göründü gözüme. Seçeneklerden hangisi olursa olsun aslolan bu gibi kurumların bize ihtiyaçlarının var olduğunu bildirmeleriydi. Ne kadar değerliydi bu bizim için. Din görevlisi olmanın ne demek olduğunu en iyi bilenler arasında sayılırdım. On dokuz yaşımdan itibaren önce Kur’an Kursu öğreticiliği, ardından da vaiz olarak görev yapmıştım. Meslekte yirminci yılıma yaklaşmış, beni bu görevle ödüllendiren Rabbime her dem hamdetmiştim. Müftülükten resmî yazıyı alıp tekrar yola koyuldum. Vaaza yetişme telaşındaydım. O sırada yeni görevimin ne olduğuna bakamamıştım bile. Aklımda kalan tek şey, bu cuma başlamam gerektiğiydi sadece. Ayaküstü zihnimden haftalık programımı yaptım. Pazartesi iki farklı yerde vaazım vardı, salı nöbet, çarşamba bir sivil toplum kuruluşunda seminer… Perşembe bana daha uygundu sanki... Olsun. Cuma vaazını perşembeye kaydırdım mı, oldu bu iş. Her şey yoluna girmişti işte. Şimdi vaazıma odaklanmalıydım. Yürürken resmî yazıyı unutmuş, yapacağım vaazı kendi kendime tekrarlıyordum. Güzel hazırlandığıma dair onayı, yine kendi kendime verdim, dudağımda beliren gayriihtiyari bir tebessüm de bunun zahire dökülen onayı oldu. Konumuz kaderdi. Çok şükür vaaz istediğim gibi geçti, daha oracıkta cemaatin gözlerindeki ışıltıda verdiğim emeğin karşılığını gördüm. Dönüş yolunda âdetim üzere yanımda taşıdığım kitabımı almak için çantamı açtım. Görev kâğıdımı görünce önce onu okumaya karar verdim. Gözüm satırları seçip Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde takılı kaldı… Defalarca okudum. Zaman ve mekândan kopup tutukevine kilitlendim. Bana o kadar uzak bir kavramdı ki hayatımda bir Yusuf’un, bir de iki hafta önce camide “Dünya müminin zindanıdır.” hadisini referans alarak anlattığım müminin zindanını bilirdim. Doğrusunu söylemek gerekirse bu görevlendirme beni biraz sarstı. Cezaevinden ve cezaevindekilerden korkuyor muydum? Suç işlemiş ya da suça ortak olmuş yüzlerce belki de binlerce kadının bir arada olması, zarar verebilecekleri endişesi, soğuk, kapalı bir ortama girmek, birkaç saatliğine bile olsa bazı kısıtlamalarla karşılaşacak olmak… Selim bir akıl ve samimi duygularım beni gerçekte korktuğum şeyin yeni görevimle ilgili hiçbir bilgi ve tecrübe sahibi olmayışımdan kaynaklı olduğu sonucuna götürdü. Bildiğim tek şey cezaevinin adıydı. Önce bu sorunu çözmeye karar verdim. Müftülüğü arayarak daha önce burada görev yapan bir din görevlisinin olup olmadığını sordum. Aldığım cevapla çok daha rahatladım. Âdeta üzerimden büyük bir yük kalktı. Hiç vakit kaybetmeden memurun verdiği numarayı aradım. Telefondaki uzun konuşmalarımız, zihnimde bazı şeylerin oturmasına vesile oldu. Görevle ilgili endişelerim karşımdaki sesin “cezaevinde bize çok ihtiyaç var” demesiyle uçup gitti. Şu an belki de yapılacak en doğru şey yüksek tel örgülü duvarlardan gökyüzüne yükselen bu imdat çığlıklarını duyup ne yapmalıyım sorusuna cevap aramak. Görevime daha iki gün var, bu arada konuyla ilgili bir kitap taraması yapabilir, yine bu görevi yapmış ya da hâlihazırda yapmakta olan birkaç hocanın tecrübelerinden istifade edebilirim. Elbette pek çok şeyi işin başında öğreneceğim ama inanıyorum ki bu içtenlikle hareket edildikten sonra Allah’ın da yardımı ile pek çok hayrın kapısı aralanır. Yüreğim mutmain, gönlüm huzur içinde…
Yeni görevim merhaba, ben geliyorum.