Makale

FATİH’İN EMANETİ AYASOFYA

FATİH’İN EMANETİ AYASOFYA

F. Hilâl FERŞATOĞLU

İstanbul Kadıköy Vaizi

İslam toplumunun peygamber müjdesiyle akıllarda yer tutan sekiz buçuk asırlık fetih rüyası, 1453 yılında, Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı kuşatmasıyla gerçekleşir, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başşehri Konstantinopolis, İstanbul olur.

Yeni bir çağın başlangıcı kabul edilecek büyük zaferle “Fatih” unvanını alan genç padişah ilk olarak kadim şehrin bin yıllık mabedini görmek ister. Osmanlı Türk geleneği gereği fethedilen şehrin en büyük kilisesi fethin sembolü olarak camiye tahvil edilecek, ilk cuma namazı burada kılınacaktır. Ayasofya’nın kapısından içeri giren Fatih, heybetli mabedi hayranlıkla inceler. Korku içinde Ayasofya’ya sığınan halka hitap ederek can ve din özgürlüklerini teminat altına aldığını bildirir.

Ayasofya üç gün içinde cuma namazı için hazırlanır, heykeller ve ikonlar kaldırılıp kıble tarafına mihrap yapılır, minber konur. Sultan, kadim mabedin muhteşem birer sanat eseri olan mozaiklerine dokunulmamasını, ibadete mani olmaması için kireç tabakasıyla örtülmesini emretmiştir. O Cuma, Ayasofya’da Akşemseddin Hazretleri tarafından irat edilen hutbe sahabe-i kiramdan bu yana arzulanan büyük fethin Osmanlı padişahına ve ordusuna nasip oluşunu hamt ile ilan eden kutlu bir hutbedir. Ayasofya’yı kendi hayratının ilk eseri olarak vakfeden Fatih, sonrasında Kapalıçarşı’yı kurarak tüm gelirini cami giderleri için vakfeder.

İlk kez I. Konstantin tarafından yedi tepeli şehrin birinci tepesinde ahşap çatılı bir bazilika olarak inşa ettirilen (360) Ayasofya, çıkan bir isyandaki yangında harap olur. Elli yıl sonra İmparator Teodosyus’un ikinci defa yaptıracağı kilise (415), sonraki asırda çıkan bir başka ayaklanmada birinciyle aynı kaderi paylaşır (532). Son kez İmparator Justinianus tarafından kısa sürede ve öncekilerden çok daha görkemli bir biçimde inşa edilen (537) büyük kilise, geçirdiği onarım ve dönüşümlerle birlikte asırlara meydan okuyan bugünkü Ayasofya olur.

Ayasofya’nın ana giriş kısmı batı yönünde olup cami mimarisinde son cemaat mahallinin yerini tutan iç narteks oldukça etkileyicidir. Mermer plakalarla kaplı duvarların üst kısmı ve tonoz, çiçek motifli altın mozaiklerle kaplıdır. Buradan dokuz büyük kapıyla geçilen ana mekânda merkezi kubbe, doğu-batı yönünde iki yarım kubbeyle desteklenmesine rağmen tüm iç mekânı kuşatıcı bir etkiye sahiptir. Justinianus’un Baalbek, Heliopolis, Efes, Atina gibi antik kentlerden getirttiği kırmızı ve yeşil renkli 107 mermer sütun mabedin güzelliğine güzellik katarken imparatorluk topraklarının genişliğine de işaret eder. Pencerelerden giren gün ışığı farklı cins ve renkteki harikulade mermer plakalarla kaplanmış duvarları ve mozaikleri daha da büyüleyici kılmaktadır. Ayasofya’nın farklı zamanlarda yapılmış mozaikleri arasında en dikkat çekici olanları: Kubbenin oturduğu üçgen biçimli dört taşıyıcıda yer alan dört melek figürü, doğu cephedeki yarım kubbe içinde Meryem ve Çocuk İsa mozaiği ve güney galerideki Meryem Ana, Vaftizci Yahya ve İsa’nın birlikte resmedildikleri mozaiklerdir. Zaman içinde depremlerden zarar gören Ayasofya hem Bizans döneminde hem de Osmanlı döneminde dışarıdan yapılan payandalarla tahkim edilmiştir.

Ayasofya’nın ilk minaresi fetihten hemen sonra güneybatı köşesine kondurulan ahşap minaredir. Güneydoğu köşedeki tuğla minare Fatih döneminde, kuzeydoğudaki ise II. Bayezid döneminde yapılmıştır. Mimar Sinan, II. Selim zamanında Bizans dönemi payandalarını güçlendirip yeni payandalar ilave etmiş, ahşap minareyi kaldırıp batı cephesindeki ikiz minareleri inşa etmiştir.

II. Bayezid’in yaptırdığı mihrap 1607’de çini besmele-i şerifle süslenir. III. Murad tarafından yaptırılan minber, mermer mahfiller ve vaaz kürsüsü XVI. yüzyıl Türk mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. III. Murad’ın Bergama’daki antik kentten getirttiği yekpare mermerden oyulmuş iki büyük küp, cami içinde kullanılan şık şadırvanlardır.

Sultan I. Mahmut, güney cephedeki iki payanda arasına muhteşem bir kütüphane yaptırır. İnce işçilikli tunç şebekeyle ana mekândan ayrılan kütüphanenin duvarları çinilerle kaplı ve dolapları renkli nakışlarla süslüdür. I. Mahmut’un avluya inşa ettirdiği geniş saçaklı zarif şadırvan, sıbyan mektebi, sebil ve imaretle Ayasofya tam bir külliye hâlini alır (1740).

Ayasofya Camii’ne girer girmez insanın başını döndüren en etkileyici unsur, göğe asılı bir kandil gibi duran, bakınca sonsuzluk hissi veren Nur ayetlerinin yazılı olduğu kubbedir. Bir de Ayasofya’nın payelerine asılmış, kubbeyle son derece uyumlu devasa hat levhaları vardır ki şahanedir. Kubbe içi hattın da sahibi olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin celi sülüs ve altın yaldızla yazdığı, çapları 7.5 m. olan ism-i celâl, ism-i nebi, ism-i çehar-yar-ı güzin ve ism-i ahfad-ı nebi levhaları bugüne kadar yazılmış olanların en büyükleridir (1849).

Ayasofya’ya hizmette bulunan bazı padişahlar öldükten sonra da ondan ayrı düşmek istemezler. Bahçedeki ilk sultan türbesi II. Selim için Mimar Sinan tarafından inşa edilir. Diğer ikisi III. Murat ve III. Mehmet türbeleridir. Sultanların eşleri, şehzadeleri, torunları ile birlikte metfun olduğu bu türbeler, mimari üslupları ve tezyinatları bakımından eşsizdir. Fetihten sonra yağhane olarak kullanılan eski vaftizhane de türbeye çevrilmiş, Sultan I. Mustafa ve I. İbrahim de oraya defnedilmiştir.

Cami Osmanlı döneminde son kez Halife Abdülmecid’in emriyle İsviçreli mimar G. Fossati tarafından onarımdan geçer (1847-1849). Bugüne ulaşan ahşap şebekeli hünkâr mahfili ve muvakkithane o zamanyapılır.

Ayasofya 1934 yılında müzeye dönüştürülünce camiye ait eşya ve halılar ortadan kaldırılmış, Fatih’in emriyle yapılan, Ali Kuşçu gibi nice alimlerin ders verdiği Ayasofya medresesi yıkılmıştır. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin levhaları da asıldıkları yerden indirilmiş ancak Ayasofya’nın en büyük kapısı olan İmparatorluk Kapısı’ndan dahi çıkarılamayınca 15 sene bir kenarda bekletilip nihayet bazı sanatseverlerin girişimiyle eski yerine tekrar asılmıştır (1949).

Fetihten sonra Ayasofya’nın “ilahi hikmet” anlamına gelen ismi bile değiştirilmemiş, malikiyet nişanesi olarak muhafaza edilmiştir. Ayasofya, Osmanlı sultanlarının gözbebeği olarak korunmuş, tezyin edilmiş, medrese, kütüphane, şadırvan, sebil, mektep, muvakkithane ve türbelerle donatılmış, İslam toplumuna 500 seneye yakın hizmet vermiştir. Uğradığı haksız dönüşümden 57 yıl sonra 1991’de Ayasofya’nın Hünkâr Sofası, mescit olarak namaz kılmaya tahsis edilir. Bugün beş vakit ibadete açık olan Ayasofya Mescidinden okunan ezan, caminin dört minaresinden yükselmektedir.

Fatih’in emaneti Ayasofya, bir kere tevhit mabedi olmuştur ve daima öyle kalacaktır. Bugün nasıl minarelerinden ezan sesi dalga dalga yayılıyorsa, yarın kubbesi altında ibadete hasret müminler saf saf kıyama, rükuya, secdeye duracak, Ayasofya’ya hakkı teslimedilecektir.