Makale

DÜNDEN BUGÜNE AİLE

GEÇMİŞ ZAMAN İZİNDE

DÜNDEN BUGÜNE AİLE

Umut GÜNER

İnsan toplumsal bir varlıktır. Yaşam serüvenini toplumsal aidiyet bağı ile güçlendirir. İnsan yaşamında toplumsallaşmanın en temel koşulu aile olmaktır. Aile insanlık tarihi kadar kadim bir yapıdır. Tarihî süreçte insanoğlunu birleştiren, bütünleştiren ve bir arada yaşama tecrübesini ona kazandıran güçlü akrabalık ilişkileri ve aile bağı olmuştur.

Aile kavramı ve içeriği esasında kültürel bir durumu da belirtir. Her toplumun, coğrafyanın ve kültürün kendi aile kavramı söz konusudur. Aile o kültürün değer ve yargıları ile oluşur ve biçimlenir. İnsanların yaşadığı topraklar, iklim özellikleri, örf ve ananeleri, dinî inanışları ile bütün bunları kuşatan kültürleri o toplumun zihninde aile kavramına biçim verir ve sınırlarını çizer.

Tarih boyunca özellikle birtakım kültürlerin aile yaşantıları ve hukuku farklı milletlerin dikkatini çekmiş ve özel araştırma alanlarına dâhil olmuştur. Bilhassa modern zamanlarda toplumbilim, aileyi araştırmalarının merkezine almıştır. Aile, medeniyetin kurucu unsurlarından birini teşkil eden faktör olarak görülmüştür. Bir milletin sosyal gücü o toplumun aile yapısının ve aile bağının kadim ve güçlü olması ile belirlenmiştir.

Binlerce yıllık bir tarihî geçmiş ve köklü medeniyet temsilcisi olan Türklerin de aile hayatı her zaman modern araştırmacıların ilgi odağı olmuştur. Bilhassa Türklerin insancıl, misafirperver, koruyup gözeten güçlü ve dirayetli bir toplum yapısına sahip olması ile tarihî başarıları, aile müessesesindeki muazzam yapısı ile ilişkilendirilmiştir.

Dilimizde mevcut bulunan “evlenme” veya “evlendirme” kelimeleri esasen tarihî süreçte genç erkek ve kadının izdivaç etmesi sonucunda baba ocağından ayrılarak yeni bir ev kurmalarını ifade eder. Özellikle dilimizde bulunan “ev-bark” tabiri de aile yapımızı ifade eden en güzel örneklerden biridir. Ev ile beraber kullanılan “bark” tabiri mabet manasındadır. Çünkü Türkler evliliğe kutsallık atfetmektedirler ve yaşadıkları evi de kutsal bir mekân olarak düşünmüş ve hissetmişlerdir.

Türklerin İslamlaşması ile birlikte zaten önemli bir yere sahip olan aile, daha da kökleşmiş ve derinleşmiştir. Bağlar kuvvetlenmiş, ailenin değeri bir kat daha artmıştır. Aile yapısını güçlendiren bir diğer husus da Türklerin göçebe bir toplum olması ile ilişkilidir. Konargöçer bir hayatı benimseyen Türkler, göçebe hayatın zorlukları karşısında güçlü aile bağları ile ayakta kalmış ve zorlukların üstesinden rahatlıkla gelmiştir.

Türk topluluklarının ekseriyetinin göçebe yaşam sürmesi dolayısıyla, daha ilk yüzyıllardan itibaren ailenin karakteri göçebe hayata göre şekillenmiş, toplumsal hukuk dahi bu hususiyetlere göre belirlenmiştir. Göçebeliğin tüm izleri aileye ve gündelik yaşam alışkanlıklarına yansımıştır.

Aile örfün, törenin temel sütunlarından biri olmuştur. Tarih boyunca devlet yöneticileri ve düşünürler, aile yapısının öneminin altını çizmiştir. Nitekim Başta Orhun Kitabeleri olmak üzere yazılı ve sözlü kaynaklarında ailenin ulviliğine atıflar bulunmaktadır. Özellikle de toplumsal yapının bozulmaması, birlik ve beraberliğin zedelenmemesi hususunda nasihatlerde bulunulmuştur. Birçok kadim ozanımızın şiir ve türkülerinde ailenin her zaman altı çizilmiştir. Yazılı edebiyatımızın ilklerinden olan Kaşgarlı Mahmud’un Divan-i Lugati’t-Türk adlı eseri ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde, aile yapısının önemi ve değeri ile ilgili bölümler mevcuttur.

Tarihî süreç içerisinde farklı bölgelere göç eden ve yerleşen Türklerin aile yaşantısı, göç ettiği bölgelerde yaşayan farklı dinî ve etnik unsura sahip yerel halkların da dikkatini çekmiş ve büyük saygı duyulmuş ve örneklik teşkil etmiştir. Özellikle Türk ülkelerine gelen elçiler ve seyahatname yazarları başta olmak üzere Türk ailesi yabancılarca ilgiyle karşılanmış ve bu kişilerce eserlerinde uzun uzadıya anlatılmıştır. Yabancı ziyaretçilerin, gezginlerin, sefirlerin Türk aile yapısı ile ilgili bilgileri kendi ülkelerine taşımaları her zaman pozitif bir dil içermiştir.

Türklerin yerleşik yaşama geçmeye başlaması sonrasında aile yapısı ile ilgili ufak değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler anne, baba ve çocuklar olmak üzere bireylerin sosyal statüsü, aile hukuku gibi gelenekler dışında çoğunlukla gündelik yaşam ile ilgili olmuştur. Türk boyları yerleşik yaşama geçmeye başlamasından sonra aile ilgili ilgili kadim geleneklerini büyük ölçüde devam ettirmişlerdir. Yerleşik yaşama geçen Türk ailesi zirve noktasını Osmanlı döneminde yaşamıştır. Bu dönemde Türk ailesi yerleşik düzene tamamen adapte olmuş ve bir mahalle kültürü oluşturmuştur. Bilhassa Batılı gözlemcileri dahi kıskandıracak konak ve saraylar inşa edilmiş, Türk ve İslam geleneklerine göre evler tasarlanmıştır. Özellikle sosyal ve dinî hassasiyetler başta olmak üzere evler bir “incelik” kazanmıştır.

Osmanlı tarihinde aile yapısına bir nazar edildiğinde kentte çocuklu ailelerin az, köylerde ise daha fazla olduğu görülmektedir. Osmanlı ailesinde çocuk babanın velayeti ve hukuki denetimi altında yaşamaktadır. Kırsal kesimde çocuklar, ekonomik sebeplerden dolayı erken yaşlarda iş hayatına atılsalar da başta kentte yaşayan ailelerde olmak üzere çocuklar ilk eğitimini ailede alır, terbiye edilir ve öğütlenirdi. Verilen ilk eğitim dinî eğitimdir, arkasından da öncelikli olarak terbiye eğitimi gelmekteydi.

İlerleyen yüzyıllarda nüfusun artmasına rağmen çocuklar Osmanlı toplumunda asla başıboş kalmamıştır. Sokağa ve kaderlerine terk edilme gibi bir durum asla söz konusu değildir.

Osmanlı İmparatorluğu, kozmopolit yani çok uluslu olduğu için çocukların erken yaşlardan itibaren eğitimi de bu hususlara göre şekillenmiştir. Müslüman çocuklar mahallede hocanın kontrolünde sıbyan mekteplerinde ve Musevi çocuklar sinagogda eğitim görürken, Hristiyan çocuklar ise papazların eğitimine bırakılmıştır.

Çocuk değer ve itibar görmekteydi, babası yoksa ailenin en büyüğü, o da yoksa amcaları ona bakmakla mükellefti. Öksüz ve yetim kalan, bakacak kimsesi olmayan çocuklara da devlet yardım etmekteydi, özellikle devletin bu konularda izlediği ve geliştirdiği politikalar mevcuttu.

Devlet başta aileye olmak üzere halka yardım ediyordu. Dul, çocuklu kadın, ikiz veya üçüz doğuran, aciz kadın ve aile başta olmak üzere yardıma muhtaç ailelere dini ve ırkı ne olursa olsun yardım maaşı bağlamaktaydı. Özellikle kimsesiz ve terk edilen çocuklar da durumu iyi olanların yanına verilmekteydi.

Kadın ve erkeklerin günlük yaşamına gelecek olursak, Osmanlı özelinde denilebilir ki kadın ve erkekler aynı dönemde Batı ülkelerinde yaşayan kadın ve erkeklerden daha iyi durumdaydı. Rahat ve özgürdüler. Kadınlar sosyal yaşamdan asla soyutlanmamıştı. Erkek ve kadınların ayrı eğlenceleri ve sosyal hayatları söz konusuydu. Her iki cins kendi eğlencelerini tertipler, hemcinsleri arasında eğlenirlerdi.

Ailelerin yaşadığı evler Osmanlı döneminde kendi özgün mimarisini oluşturmuş durumdaydı. Özellikle Müslüman, Musevi ve Hristiyan fark etmeksizin ekseriyetle evlerin yapısı birbirine benzemekteydi. Müslüman da olsa Hristiyan da olsa evlerin özellikle haremlik-selamlık bölümleri bulunmaktaydı. Evler bilhassa ailenin nüfus büyüklüğüne göre kiler, hamam, tuvalet ve odalar olmak üzere şekillenmişti.

Ailelerin beslenme alışkanlıkları ve kültürleri oldukça zengin ve çeşitliydi. Kentli ve köylü nüfus arasında beslenme alışkanlıklarında ufak farklar olsa da esas itibarı ile Osmanlı mutfağı zengin bir imparatorluk mutfağıdır. Bu mutfağın zengin olmasında Osmanlı toplumunun çok uluslu olması esas sebeptir. Her milletin kendine özgün yemek çeşitleri söz konusu olduğu için bu çeşitlilik çok uluslu Osmanlı imparatorluğuna zengin bir mutfak armağan etmiştir.

Ülkenin coğrafyası hayli geniş olduğu ve muhtelif iklim kuşaklarını bünyesinde barındırdığı için ürün çeşitliliği çok fazlaydı. Bu sebeple Osmanlı ailesi diğer birçok ülkeye göre daha iyi beslenmekteydi. Yemeklerde israf ve aşırı tüketim asla tasvip edilmez ve hoş karşılanmazdı. Başta insanların giyim kuşamı olmak üzere, gündelik hayatlarında evlerde dahi lüks, şatafat ve tamahkârlık söz konusu
değildi.

Binlerce yıllık bir tarihî tecrübenin sonucunda şekillenen, dinî ve milli kimlik ile bezenmiş Türk aile yapısı her ne kadar Tanzimat sonrası bir miktar inkıraza uğramışsa da hâlen istikbalde yolumuzu aydınlatacak değerleri içinde barındırıyor.