Makale

EVRENİN DÜZENİ VE KAYNAĞI

KAFAMA TAKILANLAR

EVRENİN DÜZENİ VE KAYNAĞI

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Hocam, evrenin işleyiş düzeni kafama takılıyor. Evrenin işleyişi nasıl? Nasıl bir düzen var evrende? Bu düzeni kim kurmuş ve yönetiyor?

Bu soruya öncelikle yaratıcının gönderdiği kitaptan cevap verelim: “Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? Sizleri (erkekli-dişili) eşler halinde yarattık. Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık. Geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık. Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık. Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık.”
(Nebe, 78/6-16.)

Biraz açmamız gerekirse ne denmek isteniyor bu ayetlerde?

Ayetlerde tam da evrenin düzeni ve bu düzenin işleyişi anlatılmaktadır. Yeryüzünün döşek misali ovaları, kazık misali dağları; çeşitli renk, ırk ve kabileler şeklinde insanları; gece ile gündüzün peş peşe gelişi, gecenin karanlığının dinlenme, gündüzün aydınlığının ise geçim aracı kılınması; yağmurlar ve buna bağlı olarak yeryüzünün canlılara yiyecek imkânı sağlamak üzere özlü taneli, yapraklı ve meyveli bitkilerle donatılması tek tek anlatılmakta. Yüce Allah bütün bu imkânları “siz” diye hitap ettiği insan için hazırladığını beyan etmekte.

Bu olaylar arasında nasıl bir irtibat var?

Evren içinde gerçekleşen her olgu ve olayın, birbiriyle sıkı irtibatının bulunduğu kesin. Yukarıdaki ayetlerde bu noktaya dikkat çekilmekte, gök ile yeryüzünün ve ikisi arasında bulunan varlıkların birbiriyle irtibat yönleri, ihtiyaç durumları ve biri olmadan diğerinin varlığının imkânsızlığından söz edilmekte. Evren içindeki düzen ve ilişki ağı birinin diğerinden müstağni kalamayacağı bir şekilde oluşturulmuş. Bütün bu gerçekleri, insan zihnine yaklaştırmak için “çadır” örneklemesi tercih edilmiş.

Nasıl yani?

Gökyüzü âdeta bir çadır, yeryüzü çadırın içinde serilmiş bir döşek, güneş çadırın en yüksek noktasına asılmış bir lamba. Öte yandan yağan yağmurun canlılar için hayati önemi, gecenin dinlenme ve gündüzün geçim temin için düzenlenmiş olması buna eklenmiş. Gök olmadan yeryüzünün işlev göremeyeceği, güneş ve yağmurun âdeta gök ile yer arasında irtibat kaynağı olduğu gerçeği ve bu unsurlardan birinin olmaması durumunda diğerlerinin asli işlevlerini yerine getiremeyeceği özenle vurgulanmış.

Biri olmadan niçin diğeri olmasın?

Bu durum tecrübeyle sabit. Güneşin olduğu ancak atmosfer ve suyun bulunmadığı gezegenlerde hayatın olmadığı açıkça görülmekte. Güneşin girmediği yerde de hayat bulunmamakta. Anlaşılıyor ki bu unsurlardan birinin kurulu yapı içinden çekilmesi irtibatın kopması ve evrendeki ahengin bozulma sebebidir.

Peki, bu düzen ve işleyişin kaynağı nedir?

Bu irtibat ve ahenk, ya burada sayılan unsurların kendi tercih ve potansiyelleri iledir veya dışarıdan bir irade ve otorite vasıtasıyladır. Anılan unsurların böyle bir potansiyelinin olmadığı bugüne kadarki tecrübelerden anlaşılmaktadır. Evren içindeki unsurların en akıllısı ve tecrübelisi insandır ve onun da böyle bir yapıyı meydana getirecek ve yönetecek potansiyelinin bulunmadığı açıktır. Kaldı ki insanın müdahalesi ile evrende var olan unsurlarının devamlılığının sağlanması bir tarafa, unsurlar arasında kurulu bulunan irtibat ve ahengin bozulması söz konusudur. Nitekim son zamanlarda görülen çevre felaketlerinin birçoğunun insanın düşüncesizce ve ölçüsüzce tabiata müdahale etmesinin sonucu olarak ortaya çıktığı bir gerçektir. Nitekim bunun için uluslararası antlaşmalar ve sözleşmeler yapılmasına rağmen henüz tahribatın önüne geçilebilmiş değildir. Diğer bir deyişle evren içinde insan, yapıcı bir unsur olmaktan öte, yıkıcı ve bozucu bir aktör görüntüsü vermektedir. Çünkü evren ve işleyişi insanın akli ve biyolojik gücünü aşan bir boyuttadır. Nitekim kendi yararına olacağını düşünerek attığı birtakım adımların yukarıda işaret edilen çevre felaketine yol açması da insanın evreni tam kavrayamadığının ve bu büyük yapı karşısında aciz kaldığının resmidir.

İnsanın evren içindeki konumu nedir?

Bu resim karşısında düşündüğümüzde, evren içinde aklıyla ve iradesiyle etkili bir aktör gibi görünen insanın, bir başka yönden zaman ve mekân koridorundaki akışa kapılmış edilgen gerçekliği ile yüz yüze geliriz. Hatta bu noktadan bakıldığında insanın hâkim görünümlü bir mahkûm olduğunu söylemek bile mümkündür. Bu yüzden olacaktır ki bazı düşünürler insanın dışarıdan dayatılan birtakım yasaların emrinde sürüklenen pasif bir varlık olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Ancak yukarıda işaret edildiği gibi insanın, kendisine verilen akıl ve irade imkânı ile evren içinde belli ölçüde aktif ve etkili bir varlık olduğu inkâr edilemez bir gerçekliktir. Meseleye tek taraflı bakılmadığı, yani hem evrenin düzeni hem de insanın bu düzen içindeki rolü iyi gözlemlendiği ve hesap edildiği takdirde insanın iradeli fiilinde hem Allah’ın hem de insanın etkisinin olduğu açıkça görülebilir. Bütün bunların yanında insanın eylemlerine çevrenin etkisinin bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Çünkü Allah evren içinde her şeyi birbirine bağlı ve bağlantılı bir şekilde yaratmıştır. Tıpkı göğün yere, yerin göğe bağımlı olması gibi insan da diğer varlıklara bağımlıdır. Bununla birlikte muazzam yapısıyla evren, insanın bilgisinin ve görgüsünün kavrayacağı ve kapsayacağı bir alan olmaktan uzaktır. Bu şartlar altında insanın evrende yegâne düzenleyici ve geliştirici rol oynaması ve böyle bir sorumluluk üstlenmesi çok zor görünmektedir.

Öyleyse sonuç ne?

Gelinen noktada bütün bu karmaşık ve bir o kadar ahenkli yapı, güç ve irade sahibi, dışarıdan bir varlığa işaret etmekte; akıllı ve iradeli varlık olan insanın dikkatini bu yöne çekmektedir. Güç ve irade sahibi bu varlık, bütün bu yapının üstünde Müteâl, müstakil belirleyici ve hiçbir sınır ve sınırlayıcı kabul etmeyen, zaman ve mekân başta olmak üzere her türlü kayıt ve şarttan müstağni özelliklere sahiptir. O, aynı zamanda bilgi, güç ve irade niteliklerini haiz, her istediğini istediği şekilde ve miktarda yapandır. Öyleyse, ancak bu niteliklere sahip bir varlığın evreni kurması, sürdürmesi ve işletmesi mümkündür. Bütün bu özellikleri göz önünde bulundurduğumuzda, dikkatler ilahî dinlerin odak noktasını oluşturan Allah’a çevrilmektedir. Nitekim yüce Allah Kur’an’da sık sık kendisinin yerin, göğün ve içindekilerinin tamamının sahibi ve yaratıcısı olduğunu ifade etmekte ve uyarı mahiyetinde “Sizin Allah’tan başka dostunuz, yardımcınız ve ilahınız yoktur, sakın zalimlere dayanmayın aksi takdirde cehennem ateşine maruz kalırsınız.” (Hud, 11/113.) mesajını iletmektedir. Ayette “zalim” sıfatı ile işaret edilen varlık, Allah’ı ve kurduğu nizamı tanımayan bundan dolayı da kâinattaki kurulu düzeni ve ahengi bozan veya bozmaya yeltenen insanlar ve cinlerdir. Hâlbuki bunlar ilahî imtihanın gereği olarak kendilerine akıl ve irade imkânı verilerek yeryüzü ve gökyüzü şartlarına tabi kılınmış varlıklardır.