Makale

YÖN, MANA VE KEVN ALANI OLARAK CAMİ

DİN DÜŞÜNCE YORUM

YÖN, MANA VE KEVN ALANI OLARAK CAMİ

Doç. Dr. İbrahim Halil ÜÇER

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

İlahî emir bir varlık ilkesidir ve hem tabii hem de tarihî-toplumsal varlık alanının kaynağında bulunur. Tekvini emir kâinatı veya tabii varlık alanını meydana getirirken, muhatap aldığı insan iradesi üzerinden teklifi emir tarihî-toplumsal varlık alanını şekillendirerek inşa eder. İnsan iradesini iyiye, doğruya, güzele ve faydalıya doğru sevk ederek kendisini ve arzı imar etmeye yönelten emir, bu teklife icabet eden imar edici iradeyi de insanlığın teveccühüne merkez hâle getirir. Bakara suresinin 143. ayetinin ilk yarısı ümmet olmanın hem fert hem de cemaat seviyesinde, inanış ve davranış bakımından bütün insanlara örneklik teşkil etmesi gereken bir tecrübe üretmesi gerektiğini salık verir. Elde edeceği yetkinlikle insanlığın geri kalanı için tanıklıklar üreterek tabii bir şekilde önderlik vasfını kazanacak ümmet-i Muhammed’i insanlık tarihinin merkezine yerleştiren ayetin devamı şöyledir: “Resul’e tabi olanlarla, gerisin geriye dönecekleri ayırt edelim diye kıble yaptık. Allah imanınızı boşa çıkaracak değildir.” Ümmeti, geliştireceği örnekliklerle bütün insanlığa yol gösterecek bir cemaat olarak tabir ettikten sonra ayet, bu ümmetin yönünü “insanlar için kurulan ilk mabede” yönlendirir; “bereketle dolu” olan bu mabet “bütün âlemlere yol göstericidir”, bir başka deyişle tekvini emrin tenezzülüyle varlık kisvesi giymiş her mana aslına ve kemaline giden yolu ancak bereketle dolu bu “ev”e bakarak tayin edebilir. (Âl-i İmran, 3/96.) Böylece ümmet bütün varlıkların kendisine yönelerek istikametini tayin ettiği anlamı somutlaştıran cihete yüzünü çeviren ve bu yönelişi sayesinde, bu asli anlama sırt çevirenlerden kendisini ayırt eden zümreyi ifade eder.

Bir ağacın gölgesi ya da bir yolun kenarı, uçsuz bucaksız bir bozkır ya da biteviye uzanan bir çöl, yalçın bir kayalık ya da secdedeki yüzü okşayan otlar; yeryüzünün kirlenmemiş her parçası… Evlerimiz, çatısız, kubbesiz ve duvarsız bir musalla, mahalle mescitleri, abidevi camiler… Tüm varlıkları kendisine bağlayan yöne yüzümüzü çevirmeye niyet ettiğimiz anda hepsi ilk mabedin bir şubesi hâline gelir. Bu nedenle mabet, her şeyden önce yöndür. Bu yön tıpkı Kâbe’nin taş ve toprakla somutlaşması gibi coğrafi cihetle somutlaştığı hâlde, özünde, her varlığı perçeminden tutarak Hakk’a taşıyan dosdoğru metafizik cihetten başkası değildir. Yöneldiğimiz yerin herhangi bir coğrafi cihetin ötesinde “Allah’ın yüzü” olduğu şuuru, yönelmenin hakikatini belirler ve Doğu’nun ve Batı’nın kalbi olan Kâbe’ye yöneliş bu hakikatin fizik seviyedeki tecrübesine aracılık eder.

Yönle ruhunu kazanan mabet, bu yönü simgeleştiren fiziksel mevcudiyetiyle yönelişin mekânı hâline gelir. Yöneliş insani varoluşumuzun özü ve arz üzerindeki mevcudiyetimizin sırrıdır. Zira yönelişimizi tayin eden zıt kabiliyetlerle dünyaya geliriz. İlahî teklif zıt cihetlere yönelme yönündeki kabiliyetlerimizi, iradi bir kabule dayalı olarak iyiye, güzele, doğruya ve faydalıya sevk eden bir çağrı olarak insana ulaşır. Bu çağrıya muhatap olan insan her anını bir yöneliş olarak yaşar. Mabet işte bu külli yönelişin simgesel mekânıdır. Mevcudiyeti ve fiziksel görünüş biçimleriyle insana nereye yönelmesi gerektiğini hatırlatır, asli yönü tayin için şaşmaz bir pusula vazifesini ifa eder.

İnsan sadece asılları idrak etmesini sağlayan akla değil, aynı zamanda asılları idrak etmesine mani olarak görüntülerle yetinmesine neden olan vehme de sahiptir. Bu nedenle zahir ile batın, fizik ile metafizik arasında bir köprü olacak bir biçimde kendi cinsinden bir varlığın, peygamberin hatırlatıcılık ve örnekliğiyle asli yönelişini yetkinlikle tamamlama imkânı bulmuştur. Aynı şekilde mabetler fiziksel mevcudiyetleri ve zahiri sembolizmleriyle, vehmi iğva eden görüntüler arasında yönünü şaşıran insana yönünü hatırlatır. Bu hatırlatışa ve mücessem teklife icabet eden mümini zahirden asla doğru taşıyan mabet, onu tekvinin asli kaynağına doğru yükseltecek bir kevn alanına dâhil eder.

Müminin dâhil olduğu bu kevn alanı mübarek kılınmıştır. Onun mübarek oluşu, bir başka deyişle bereket sahibi oluşu, yüzlerini şirkten ve şekten uzak bir biçimde gökleri ve yerleri yaratan Allah’a çeviren kullar için daimi feyzin mekânı olmasından ileri gelir. Bereket, Rahman’ın her şeye kemal, zenginlik, fazlalık ve iyilik bahşeden cömertliğini cezbedecek bir hazırlığı ifade eder. Bu yönüyle mescitler ve camiler Hakk’ın âleme bakan cömertliğinin taştığı mekânlardır. Bu kevn alanına dâhil olarak mümin, onu varlığın kaynağına raptederek yükseltecek bir akışa hazır hâle gelir. Bu bereket günün beş vaktinde camilerden evine, işine, yoluna doğru çıkan müminlerin adımlarıyla şehre taşar.

Nihayet cami her varlığı asli manasına bağlayan mananın mücessem formu, yolunu kaybetmişler için dosdoğru yönün hatırlatıcı simgesi ve nihayet yönünü bulmuşlar için Rahman’ın cömertliğine kavuşturan bir kevn alanı, bir bereket sahasıdır.