Makale

TAZE BİR SONBAHAR GÜNÜ

TAZE BİR SONBAHAR GÜNÜ

Hacer Noğman

Gözlerimi rutubet kokusuyla araladım. Zannımca saat dokuz suları. Aniden doğrulup balkona çıktım. Güneşin gözlerimi kamaştırmasına müsaade ederek tebessüm ettim. Annemin seslenmesiyle yanına gittiğimde çayı demlediğini ve kahvaltı masasını hazırladığını gördüm. Üzerimdeki mahmurlukla oturdum kahvaltı masasına.
Kahvaltıdan sonra hemen hazırlanıp dışarı çıktık. Öğle ezanına az kalmıştı mezarlığa gittiğimizde. Bizden olan, bizden alındığını sandıklarımızın yanında vakit geçirmek… Hayattayken geçiremediğimiz vakitlerin telafisi miydi bu ziyaret? Yaklaşık yarım saat süren ziyaretten sonra ağır adımlarla merdiveni çıkarak tekrar yola koyulduk. Daha yavaş ayrılıyorduk oradan. Bunun nedenini açıklayacak bir şeyler yazamıyorum buraya; kan çekiyor zannımca yahut toprak.
Öğle ezanını yaklaşık on beş farklı hocadan dinleyerek annemin dayısının evine doğru ilerledik. İlerlerken ayağımıza kestane ağacından düşen kumuşlar takıldı. Yerde bulduğumuz kestanelerden alıp yiyerek yolumuza devam ettik; ayağımızın altında kalan yapraklar ise hışırtılarıyla eşlik ediyordu ezanlara. Böyle bırakmamıştım ben burayı. Etraf yeşildi, evler daha şendi ve ses vardı. Evet, ses vardı. Şimdi ölüm sessizliği sarmış her yanı.
Yürürken konuşuyorduk da. Mesela hanelerin çoğunda artık insan yoktu. Yedi ev geçtiysek ikisi belki ancak doluydu. Bu insanlar nereye gidiyordu? Neredelerdi? Ne vardı bu şehir denen yerde? Bu konu hakkında muhakeme etmeye çalışıyorduk fakat bizim bile köye misafir olarak gelişimiz bunu basbayağı açıklıyordu. Çocukluğum buralarda geçti, diyor annem. Gözleri takılıyor yürürken; bir evin avlusunda kalıyor öylece. Haydi, diyorum önden ilerleyerek. Garipliğe neden olan kimsesizliği gözlerini dolduruyor annemin. Anne bu ev kimindi, deyip dikkatini dağıtıyorum kendimce. Annemin amcasının evi, diyor sessizce.
Ayağımızın altındaki çakıl taşlarının sessizliği bozmasıyla kırmızı boyalı eve doğru ilerliyoruz. Zile basıp kapının açılmasını bekliyoruz. Annemin yengesi çıkıyor balkona. Fadime, siz mi geldiniz, diyor gülümseyerek. Yüzümüzde oluşan tebessümün ardından içeri giriyoruz. Annemin dayısı, Kibar Dayı, karşımızda beliriyor. Oooo, diyor, hoş geldiniz.
Hoş bulduk Kibar Dayı, deyip elini öpüyorum annemin ardından. Nasılsınız, ne var ne yok, burada mısınız, ne zaman geldiniz, çocuklar ne yapıyor…
Kulakları tam işitmiyor Kibar Dayı’nın. Bağırarak konuşuyorum mecburen. Bu kaçıncı diyor anneme benim için, karıştırıyor sürekli. Eşi Saniye Yenge hemen atılıyor. Üçüncü bu, diyor tatlı çıkışmasıyla. Ben de aralarda gülümseyerek muhabbetlerine dâhil oluyorum.
Yaklaşık bir iki saat kadar muhabbetin ardından namazları kılıp oturmaya devam ediyoruz. Sobanın üzerinde lahana var, yeni yaptım, diyor Saniye Yenge. Aç olmadığımızı söyleyip teşekkür ediyoruz. Ardından meyve tabağıyla içeri giriyor yine. Bu insanları seviyorum.
İkindi ezanı okundu bile. Burada gündüzler çok kısa. İkindi okunduğunda, akşam oldu lafızları ağızlarda çoğalıyor bu vakitlerde. Namazı burada kılıp ardından babamı arıyorum, birkaç dakika içinde geliyor. Bu defa halama geçiyoruz. Şehirde mümkün mü böyle ardı ardına akraba ziyaretleri yapmak?
Halam masayı hazırlamış, bizi bekliyor. Hoşbeşin ardından masaya geçiyoruz. Güncel mevzular üzerine muhabbet ediyoruz. Okulun nasıl, ne zaman gidiyorsun, çocuklar nasıl vesaire. Bunları konuşurken akşam ezanı okunuyor. Nasıl da hemen akşam oldu diye geçiriyorum içimden.
Dışarıda hayli sıcak bir yel yanağımı okşuyor. Arabaya binesi gelmiyor insanın. Beş dakikaya evde oluyoruz. Karşımda duran dağda, ışıkları yanan evlerde gözlerimi gezdiriyorum. Zannımca birçoğunda rutubet kokusu vardır. Birçoğunda gecenin çaresizliği... Kim bilir belki de şu an benim gibi balkona çıkıp etrafı seyredenler vardır. Kiminde gülen, kiminde ağlayan birileri... Bazı evlerin ise döşemeleri ağlıyordur; üzerinde gülecek yahut ağlayacak insanların sayısının azaldığının farkındadır. Ve zannımca bu güzel hava hatırına tüten ocakların hüznünü üstlenen evlerin de sahipleri vardır.
Ağaçların etrafa yaydığı hışırtı sesinin hafifliğini, düşen yapraklarda mı aramak lazımdır, diye soruyorum yanımda beliren anneme. Sorumu hiç duymamış gibi, ne garip oluyor köy bu mevsimlerde, diyor. Haklı, diyorum kendimce. Fakat sonbaharın ya da kışın da bu denli üzerine gitmemek gerek diye düşünmeden edemiyorum. Hava ne kadar güzel değil mi, diye soruyorum bu kez anneme. Yanımızda beliren babam hava ne sıcak yahu, deyip dâhil oluyor konuya. Evet, diyorum, hava çok güzel. Hayırlı geceler deyip yanlarından ayrılıyorum. Oda, dışarıdaki havaya nazaran hayli soğuk. Yorganın içine giriyorum. Cenin pozisyonu alıp ısınmayı bekliyorum, düşünüyorum ve uykuya dalmaya çalışıyorum cevaplayamadığım sorularla. Onlara da iyi bir gece geçirmeleri için dua ediyorum.