Makale

NECİP TOSUN İLE…

SÖYLEŞİ

Muhammet Kâmil Yaykan

NECİP TOSUN İLE…

1960 Kırıkkale doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Kırıkkale’de tamamladı. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini bitirdi. 1988 yılından beri bir kamu kurumunda görev yapıyor. Ankara’da yaşıyor, evli ve iki çocuk babası. İlk öyküsü “Yangın” 1983 yılında Aylık Dergi’de; öykü, eleştiri ve sinema yazıları, Mavera, Dergâh, Eşik Cini, Hece, Heceöykü, Karagöz, Kitap-lık, Dünyanın Öyküsü, Post Öykü, İtibar dergilerinde yayımlandı. Otuzüçüncü Peron adlı öykü kitabıyla 2005 Türkiye Yazarlar Birliği “hikâye”, Modern Öykü Kuramı kitabıyla 2011 yılı “edebî eleştiri”, Ansızın Hayat kitabıyla 2014 Ömer Seyfettin Öykü, Öykümüzün Sınır Taşları kitabıyla 2016 yılı ESKADER “inceleme”, 2017 yılında da Necip Fazıl Hikâye-Roman Ödülü’nü aldı. Öykü: Küller ve Uçurumlar (Hece, Ankara, 1998); Otuzüçüncü Peron (Hece, Ankara, 2005); Ansızın Hayat (Hece, Ankara, 2014); Emanet Hikâyeler (Dedalus, İstanbul, 2017); Deneme: Hayat ve Öykü (Hece, Ankara, 1999); İnceleme:Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören (İz Yayıncılık, İstanbul, 1996); Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu (Dergâh Yayınları, İstanbul, 2004); Film Defteri (Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005), Modern Öykü Kuramı (Hece, Ankara, 2011), Öykümüzün Kırk Kapısı (Hece, Ankara, 2013), Doğu’nun Hikâye Kuramı (Büyüyenay, İstanbul, 2014), Günümüz Öyküsü (Dedalus, İstanbul, 2015), Öykümüzün Sınır Taşları (Dedalus, İstanbul, 2016), Öyküyü Sanat Yapanlar (Dedalus, İstanbul, 2017), Edebiyat Atlası (Dedalus, İstanbul, 2019).

Edebiyat; çok geniş, ucu bucağı, sınırı belli
ol(a)mayan bir dünya. Hatta deyim yerindeyse evren. Buradan başlayalım isterseniz. Nedir edebiyatı bu denli büyülü yapan?

Edebiyat; düşünce, hayat ve güzellik algısının edebî metinde kristalize olmasıdır. Edebiyat bize hiçbir disiplinin veremeyeceği ruhun ayrıntılarını aktarır, ötekini anlamamızı sağlar, başka hiçbir disiplinin yapamayacağı empati duygusu uyandırır ve hayatın çelişkilerini işaret eder. Edebiyatla bir duygumuz olduğunu öğrenir, başka insanlarla pek çok ortak yanımızı keşfeder, acının ortak olduğunun ayrımına varırız. Edebiyat yaşadığımız onca duygunun nedenlerini, varoluşlarını dillendirir ve onları tanıma imkânı sunar. Bir insanın iç sesini dışarıya vererek, çok sesli bir dünyanın varlığını duyurur ve insan denen muammanın gerçek yüzünü ortaya çıkarır. Şüphe, kaygı, kötülük, merhamet, vicdan gibi duyguların sesi olur. Bu nedenle yapılan pek çok kötülüğün perde arkasında yatan duyguları böylece öğrenmiş oluruz.

Sosyal ve beşeri ilimlerin bugün bulundukları yeri geçmişte yapılan çalışmalara ve araştırmalara borçlu olduğu herkesin malumu. Bu inşa geleneğini ve ilerlemeci süreci edebiyat için de söyleyebilir miyiz?

Bu sorunuza Doğu edebiyatından örnek vermek istiyorum. Doğu hikâyelerinde, ortak duygular, teknikler, durumlar, estetik yaklaşımlar ağırlıklı olarak “hakikat” düşüncesinde buluşur ve tüm bir Doğu birikimi burada estetik, biçimsel bir görünüme kavuşur. Doğu’nun hikâye poetikası öncelikle insanları iyiye, güzele, doğruya çağıran bir ileti yanında, didaktik olmayan bir dille, dinleyeni, okuyanı dil ve anlatım yetkinliğiyle etkilemek isteyen bir biçimle var olur. Bu, özellikle “insan-ı kâmil” olma serüveninin sanatsal bir biçimle hikâye edilmesidir.

Genel olarak çerçevesi, doğruları çizilmiş bir hayat görüşü etrafında şekillenen Doğu hikâyeleri, hakikatin değişik cephelerini genişleten, zenginleştiren bir çizgi izler. Çoğunlukla aynı hikâye, yeni sesler, çağrışımlar ve simgelerle birikime eklemlenir. Ortak simgelere, her hikâyeyle yeni simgeler katılıp kolektif bir duyarlık pekiştirilir. Bu ortak hikâye anlatımında bazen sıçramalar, büyük oynamalar olur ve her yeni söyleyiş, geleneği yeni bir yere taşır. Bu yeni yön, eski birikimi inkâr etmez onu temsil etmeye devam eder. Ortak söyleyişte intihal söz konusu değildir, her şey mirî malıdır, çalınmaz, değerlendirilir. Her dönemin sanatçısı, yazarı, “hakikat” temelinde, bulunduğu çağın algısı, beğenisi ve ruhuyla tüm birikimi yeniden yorumlamış ve kişisel sezgi ve özellikleriyle birlikte yeni hikâyesini oluşturmuştur.

Peki edebiyatın ve anlatı dünyasının rotası hep yükseliş mi göstermiştir? Fetret ve hatta düşüş/yok oluş dönemlerinden bahsetmemiz mümkün müdür?

Edebiyat, insanlığın çalkantılarla akıp giden varoluşsal macerasındaki dönüm noktalarını, kırılma anlarını kayda geçirmek ve bu anlara ilişkin doğru sorular sormak, karanlık yönlerine ışık olmak ister. Amacı her dönemde hayatın gizine ilişkin kalıcı fotoğraflar çekmektir. Bu süreçte dinleyenin/okurun karşısına yeni bir dil, yeni bir söylem ve giderek yeni bir gerçeklikle çıkar.

Kuşkusuz edebiyatın yükseliş ve düşüşünü etkileyen pek çok neden vardır. İnsanlığın büyük bunalım anlarından, savaşlarda, yoksulluklarda ve krizlerde edebiyatın yükseliş gösterdiğini görürüz. Edebiyat bu kriz anlarında insanlığın sesi olur. Özellikle büyük Rus edebiyatının doğuşu böyle bir kriz anına rastlar. Birinci Dünya Savaşı sonrası, İkinci Dünya Savaşı sonrası yükseliş de bu atmosferin bir yansımasıdır. Yaşananlar göstermiştir ki, sanat/edebiyat küçük zaman dilimlerinde sabitlenerek, üzerinden kalıcı sonuçlar üretebileceğimiz bir alan değildir. Çünkü sanat/edebiyat zaman aralıklarına hapsedilemez.

Günümüz sosyal medya edebiyatına da değinelim. Gelişen teknoloji ile dilin kullanımı değişti. Dil kullanımı ve özellikle Türkçe’nin bozulması hususunda pek çok görüş mevcut. Necip Tosun bu konuya nasıl yaklaşıyor?

Sosyal medya yapısı, teklifi ve işlevi gereği herkesi kendi ahlakını ve biçimini yaşamaya zorlar. Şu anki sanal edebiyat dünyasında yayımlanan metinler, seviyesiz, düzeysiz bir edebiyat, yazı, yayın çöplüğü görünümünde. Buralarda tam anlamıyla bir karmaşa ve kaos hakim. Hiçbir değer, kalite gözetmeksizin yığma ürünlerin oluşturduğu tam bir karmaşa. Nitelikleri, edebiyat tutumları, bilinçleri tartışmalı bir yığın yazar, öyküler metinler yayımlamaktalar. Hiç şüphesiz bu ortam da yazar olma hevesine kapılmış insanların işgali altında. Daha çok okullardaki duvar gazeteciliğini, üniversitelerin edebiyat topluluklarının faaliyetlerini anımsatıyorlar. Amatör yazarlar metinler yayımlıyorlar. Buradan basılı kâğıda aktarılan kitaplaşmış metinlere bakılırsa tümü edebiyat dışı.

Okumama ya da nitelikli okur olamama günümüzün en önemli problemlerinden biri. Bu alışkanlığı başta çocuklarımıza nasıl kazandırabiliriz? İlerleyen yaşlarda ise nasıl bir yol izlemeliyiz?

Okumak bir başkasına sağlıklı bir şekilde kendimizi aktarmamızı, yeterli kelimelerle kimliğimizi iyi ifade etmemizi sağlar. Yaşamımıza girmemiş bu sözcükleri de ancak kitaplardan öğrenebiliriz. Bu nedenle bir insan için en hayati ihtiyaçlardan biri okumaktır. Eğer kelime hazinemiz genişse derdimizi, duygularımızı kolayca anlatırız. Eğer sözcük dağarcığımız yeterli değilse derdimizi anlatacak en yakın kelimeyi seçeriz. Bazen tam isabet olmaz. Bu yüzden “onu demek istememiştim” deriz. Bu yüzden “onu demek için” okumalı sözcük dağarcığımızı zenginleştirmeliyiz.

Bir aile ortamında kitap okunuyorsa her şeyden önce çocuklar da bundan etkilenecek öncelikle kitaba karşı bir sevgi besleyecektir. Bu yüzden çocuklarının kitap okumasını isteyen aile büyüklerinin öncelikle kendilerinin kitap okuması gerekir. Çocuklara bir okuma alışkanlığı kazandırmak için ilk dönemlerde çizgi romanlar da dâhil olmak üzere ona okumayı sevdirecek her şeyi okumasına izin verilmelidir. Daha sonra çocuk edebiyatının önemli eserleri yaş grupları itibariyle seçilerek okutulmalıdır. Özellikle bir çocuk edebiyatı dergisi eve girmelidir. İlerleyen yaşlarda kontrollü bir şekilde Doğu ve Batı klasikleri okutulmalıdır. Çocuğa belli yaşlara kadar bir kimlik edininceye kadar yerli kültürümüzün eserlerinin okutulması elzemdir. Ama bu dönemde çocuğa okuma seçmelerinde baskı yapılmamalı, onun gizli kitap okumasına yol açılmamadır. Baskıdan çok teşvik ve yönlendirici olmak gerekir.

Son kitabınız “Edebiyat Atlası” üzerine de konuşmak isteriz. Atlas, adı üzerinde bir rehber hüviyetinde olan, kapsamlı ve çokça hazırlık isteyen bir çalışma. Biraz klişe olacak ama size bu kitabı “Yaz!” dedirten temel saik ne idi?

Yıllar önce, edebiyat hayatıma yeni başladığımda, edebiyatın temel konularını tartışan, okuma ve yazma tecrübelerini aktaran, okuma listeleri bulunan kitaplar arıyordum. Bir edebiyat okuru neler okumalı? Bir yazar adayı hangi yollardan geçer? Aslında genç bir yazara yol gösterecek kılavuz kitap arıyordum. Bu kitap biraz da o arayışımın ürünüdür. Genç edebiyatçılara ve okurlara bir kılavuz kitap hazırlayayım dedim. Önce başlıkları belirledim. Sonra yazdım. Zamanımı da aldı açıkçası. Dört-beş yılı buldu. Önereceğim kitaplarla ilgili seçmeler, elemeler yaptım. Bir anlamda gençliğimde karşılaşmak istediğim kitabı yazdım. Benim otuz yıllık birikimimi yansıtıyor. Kuşkusuz her tecrübe şahsidir ve genelleştirilemez. Ne var ki bütün bu dikkatlerin, yaşanmışlıkların da kayda geçirilmesi gerekiyordu. Umulur ki bir yaraya merhem olsun, yolları kısaltsın, sağlıklı bir edebiyat ortamına katkıda bulunsun.

Temel dikkatim bir yazarın okuma, yazma, edebiyat ortamı tecrübelerinin bu kitapta yer alması oldu. Diğer yandan kitabın edebiyatın temel meselelerini tartışmasını arzuladım. Özellikle roman, öykü, deneme, gezi, günlük kitapları üzerine yazarken kitap önerilerinde zorlandım. Bu türlerin en iyilerini seçerken nesnel olmaya çalıştım. Yaptığım bir anlamda edebiyat tarihçiliği de demekti. Ama adil olmaya çalıştım. Yorucu ama zevkli bir süreçti. Birinci amacım edebiyat kanonunun yaygın anlayışını yıkmak, gözden kaçmış edebî değerleri ortaya çıkarmak, ideolojik bakışla görmezlikten gelinmiş yazarları gün yüzüne çıkarmaktı.

Eserde yer alan “İslamcı Yazarların Batı Yazarları Kitaplığı” başlıklı bölümde edebiyatın bir bütün olduğu fikri ile karşılaşıyoruz. Batı’nın Doğu’yu, Doğu’nun ise Batı’yı beslediği gerçeğinden hareketle edebiyatın evrenselliği hakkına ne söylemek istersiniz?

Hiç kuşkusuz her ülke okuru önceliği kendi yazarına, kitabına, birikimine, kültürüne vermeli ve okumalarını buna göre düzenlemelidir. Ancak önceliğin yerli yazara verilmesi insanlığın ürettiği, yüzyıllardır okunan dünya kültürüne, edebiyatına ilişkin kitaplara uzak durulmasını haklı kılmaz. Çünkü kitap insanlığın ortak hafızası, birikimidir. Doğu ve Batı arasındaki kitap iletişimi tarihsel süreç içerisinde yoğun bir şekilde sürmüş, her iki medeniyet coğrafyasında insanlar birbirlerini okumuş, değerlendirmiş, yorumlamışlardır. Özellikle klasikler, temel metinler yüzyıllarca elden ele dolaşmış, insanlığın ortak malı olarak değerlendirilmiştir. Tarihsel süreç içerisinde “Bütün kitaplar bir kitabın iyi anlaşılması için okunur.” düsturu tüm Doğu insanının temel anlayışı olurken, tek kitabın etrafında üretilen kültür, edebiyat hayatın her yerindedir. Endülüs’ün yetiştirdiği en büyük filozof/âlimlerden biri olan ve 1106’da Granada’da (Gırnata) doğan İbn Tufeyl Hayy bin Yakzân adlı eseriyle Batı’yı derinden etkilemiş ve eserleri neredeyse bütün dillere çevrilmiş büyük bir yazardır. İlk “robinsonad” olarak nitelenen anlatı, Bacon, Spinoza ve More da dâhil olmak üzere pek çok sanatçı, düşünür üzerinde etkili olmuştur. Şark/İslam klasiklerinden; Binbir Gece Masalları’nı, Dede Korkut Hikâyeleri’ni, Kelile ve Dimne’yi, Tûtînâme’yi, Firdevsi’nin Şahnâme’sini, Harîrî’nin Makamat’ını, Ferîdüddîn Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ını, İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzân’ını, Genceli Nizâmî’nin Heft Peyker’ini, Sadî’nin Bostan ve Gülistan’ını, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’ini, Yunus Emre’nin Bütün Şiirleri’ni, Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnun’unu, İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı, Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâme’sini, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’ini, Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ını, Filibeli Ahmet Hilmi’nin A’mâk-ı Hayâl’ini okumayan Batılı insan eksiktir.

Batı medeniyetinin en temel anlatılarından olan Homeros’un İlyada ve Odysseia’sını, ayrıca, Miguel De Cervantes Saavedra, Charles Dickens, Victor Hugo, Jane Austen, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Ivan Turgenyev, Anton Çehov, Gustave Flaubert, Alexandre Dumas, Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Balzac, Emile Zola, Johann W. Geothe, Emily Bronte, Stendhal, Puşkin, Gogol, Rilke, Maksim Gorki, Ernest Hemingway, James Joyce, Jack London, Herman Melville, Umberto Eco… bilmeyen bir Doğulunun da dünyayı bir bütünlük içinde kavraması zor gözüküyor…

Hayatından Batılı eserleri, yazarları çıkaran Doğu insanı, Doğulu eserleri ve yazarları çıkardığında Batı insanı eksiktir, tamamlanmamıştır. Ülkemizde yaşanan kör kamplaşmadan, ne yazık ki insanlığın ortak değeri, hafızası birikimi olan kitaplar da payını almıştır. Bu nedenle Doğu/İslam eserlerine yapılan sansür de romantik bir refleksle Batı yazarlarına, kitaplarına yönelik tepki de anlamlı ve yerinde değildir.