Makale

ARTAN MUTSUZLUK

ARTAN MUTSUZLUK

Dilara Tekin Gölcü

“Şöyle bir evim, şöyle mobilyalarım hiç olmadı. Yirmi yedi senemi boşa geçirdim!”
Yukarıdaki cümleye, sosyal medyada, bir hanımın hayli gösterişli olan salon fotoğrafının altında yorum olarak rastladım. Yorumu yapan kişinin profiline baktığım zaman orta yaşı geçkin bir hanım gördüm. Bir süre ekrana uzun uzun baktım, kalbimde oluşan sızı tarifsizdi.
Sosyal medyayla birlikte, daha doğrusu sosyal medyada giderek artan gösterme tutkusuyla öyle bir yere geldik ki eğer zorla oluşturulan bu standarda göre evini düzemediyse bir kadın, biraz da güveni eksikse, değerli hissetmemişse kendini bir şekilde, dünyaya boşuna geldiğini düşünebiliyor. O koltuk bende yok, böyle bir koltuk takımı alamadıysam boşuna yaşadım, diyebiliyor.
Tam olarak nasıl bir yerdeyiz, görebiliyor muyuz?
Bu dünyada yaşarken dünyanın düzeninin bir parçası olmamak mümkün değil. Elbette heves etmek, almak, beğenmek, kullanmak günah değil, ayıp değil.
Herkese aynı oranda ve biçimde nasip, rızık düşmez; hikmetini Allah bilir, bizler iman ederiz. Sonunu düşünen; neyi, neden ve ne ölçüde yaptığına bakar; her nimetin hesabını ve emanet olduğunu hatırında tutarak...
Yine de alanla, yapanla yok bir kavgamız, israf etmesine gelince o da ayrı bir sorun. Ama alabildikleriyle, sahip olduklarıyla, farkında olarak veya olmayarak, kalbinde bin bir yarası ve kırık hevesleri olan nice insana yukarıdaki gibi cümleler kurdurmak… Güzel midir? İyi midir?
Elbette böyle fotoğraflara bakarak boşuna yaşamış olduğunu düşünenin haklı olduğunu söyleyemeyiz. Eksik kalan birçok hisle birlikte böyle derin hüzünler duyabiliyor insanlar bugün. Oysa o kadar çok ayet var ki bizi uyanık tutacak, kendimize getirecek: “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’âm, 6/32)
“Allah rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra’d, 13/26)
“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf, 18/46)
“(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Kasas, 28/60)
Bunları ve daha nicelerini maalesef okumuyoruz. Nefsimize göre yaşıyor “Etkilenen takip etmesin!” diyerek vicdanlarımızı susturuyoruz. Bu gösteriş hâlinden etkilenen kalbe de elinde bulunan her nimeti göstermek isteyen kalbe de hüzün duyulur.
27 senesine, gösterişli evi ve mobilyaları olmadığı için ziyan nazarıyla bakan o hanıma ve buna sebep olan paylaşıma üzülüyorum. Bilmiyorum o hanım hiç yetim başı okşamadı mı? Misafirine bir kap yemek yapmadı mı? 27 sene kim bilir neler yaşadı, hiç sabretmedi mi, dua etmedi mi? Birine selam verip tebessüm de mi etmedi hiç? 27 sene bir kadın o yuvayı nasıl güzel kıldı kim bilir. Kaç kusur örttü, işlediği kusurlar için kaç kez tövbe etti kim bilir. Hiç mi üzülmedi, hiç mi bir yaraya merhem olmak istemedi? Cehennemden sığınıp cenneti arzu etmedi mi? Bir hastaya “Geçmiş olsun.” demedi, bir ölüye Fatiha okumadı mı? Ekmeğini kimseyle bölüşmedi mi?
Bunların hepsi nereye gitti?
İnsan kalbini hissettiği anları birbirine eklemeyi öğrense. Kalbinin yerini bilebilse. Derinden hicap duydum hadiseye. Çünkü biliyorum o hanım yalnız değil. Ve iç çekilen şey aslında sadece bir koltuk takımı değil.
Sırf daha fazla iltifat ve beğeni alabilmek yahut nefsen tatmin olmak, nimeti ispat etmek için böyle acı iç çekişlere sebep olmaya değer mi? Aldığımız, emanetçisi olduğumuz her şeyi insanların gözüne sokmazsak elimizdeki eksilmiş mi olacak? Neyi neden ispat etmek istediğimizi kendimize soralım.