Makale

AĞITLAR EVİNDE UYUMAK

KİTAPLIK

AĞITLAR EVİNDE UYUMAK

Mehmet Feyzi KILINÇ

“Uzun zaman oldu. Başlangıcını kestiremediğimiz kadar uzun. Bir garip hüzünle kendimizi mayalar dururuz evvelin ilk o anından beri.” diyerek başlar Abdulbaki İşcan “Ağıtlar Evinde Uyumak” adlı kitabına. Hayatımızı sarıp sarmalayan hüznü, kimi zaman bir yürek sancısı kimi zaman da bir tutam gözyaşı olarak sunuverir okuruna. Müslüman yurtlarında esen her bir rüzgârın, çocuk feryatlarının eşliğinde ağıtlara dönüştüğünü anlatır ve bu dayanılmaz sancıyı taşır satırlarına: “Bir çocuk ağladıysa yeryüzünün diğer ucunda, sesi yerleştiyse arşın kubbesine, bilesin merhametsizliğin çaresizliğe beşik olduğundandır.” Bunca feryat ve figanın yaşandığı bir evde uyuyabilen kimselere “Merhamet bizi terk ettiğinden beri yalnızlığa mahkûmuz.”; onları uyutan şehirlere de kimi yerde “Nasıl seveyim sefaletini içine gizlemiş bir şehri?” kimi yerde de “Sevdiklerinizi aklınıza düşürmeye fırsat vermiyorsa zaman neye yarar şehirler?” diyerek sitemden geri durmaz.

Yazarın, uzunca düşünülmüş, yüreğinden damıtarak kalemin ucuna düşürdüğü sözler kimi zaman bir mabedin dili olur konuşuverir ve evveli ahiri toprak olan, topraktan olan, yüreği toprak kokanlara seslenir: “Pencerelerimden süzülen ışık huzmelerinin aydınlatmaya hasret kaldığı yüzler neredesiniz?”; bazen “Hayatım yüklü bir kervan gibi usulca geçti önümden.” sözlerinin dökülüverdiği ölümü kuşanmış biri olur; bazen de “Bir kuş olsaydım, konsaydım kına kokulu saçlarına. Bir bulut olsaydım, ayrılmasaydım senden. Bir nefes olsaydım, karışsaydım sesine. Gül olsaydım, çiçek olsaydım, sen koksaydım, sana açsaydım.” diye annesine duyduğu özlemi anlatan, yaşının hiç de önemi olmayan bir çocuk olur.

Sonra “Miracın mukaddes anahtarı mahzunken, aşkımızı toprağa kim verdi?” sorusuyla yüreğimizi dağlarken “Hüzünle birlikte teslimiyet, merhametle birlikte umut” olan Hz. Hacer’in adımlarıyla umuda yürütür ve sonra kum taneciklerinin vuslata erdiği “yalnızlıklarından sıyrılıp çokluğa karıştığı” kutsal beldeyle teskin eder bizleri.

Abdülbaki İşcan, kelimelerin en seçkininin peşine düştüğü bu kitaptaki yolculuğunu “Hamza yürekli aydınlık ruhlar gibi gecenin göğünde her daim parlayanlar”ı “arşa asılı kandiller”i bizlere birer ibret vesikası olarak bırakıp bitirir. Aslında hep kendine konuşur yazar, hep kendine anlatır. Kendine anlattıklarının içinde buluverir kendini okur. Ve eser Diyanet İşleri Başkanlığımızın dinî, ilmî ve edebi pek çok kitaplarının arasında yerini alıverir.