Makale

BENİN’E ULAŞAN İYİLİK ELİ

HATIRA DEFTERİ

BENİN’E ULAŞAN İYİLİK ELİ

Ahmet Mahmut ŞEN

Türkiye Diyanet Vakfı, kuruluş tarihi 1975’ten bu yana hem Türkiye’de hem de dünyada ihtiyaç sahibi insanlara yardım elini uzatmaktadır. Bu yardımlar sadece insani yardımlar ile kısıtlı kalmamış eğitim faaliyetleri, cami ve Kur’an kursu inşaatları gibi geniş bir yelpazede İslam coğrafyasının kılcal damarlarına kadar ulaşmıştır.

Türkiye Diyanet Vakfı ile Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliğinde geçen yıl ramazan ayında 84 ülkede 700 binden fazla ihtiyaç sahibine iftar ve sahur sofraları kuruldu, 145 ülkeye 430 bin kurban hissesi ulaştırıldı. Bu sene de ramazan ayında 98 ülkede 323 bölgede faaliyet yürütüldü. Türkiye Diyanet Vakfı, milletimizin emanetlerini mazlum ve mağdur coğrafyalardaki Müslüman kardeşlerimize ulaştırmak suretiyle âdeta ümmet bilincini yeniden dirilterek bayram sevinçlerine ortak olmaktadır.

Biz de geçtiğimiz ramazan, yardım faaliyetlerini koordine etmek amacıyla gönüllü olarak Batı Afrika’da bulunan Müslümanların azınlıkta olduğu Benin Cumhuriyeti’ne gittik. İsmini ilk duyduğunuzda “Böyle bir ülke mi varmış?” dediğinizi duyar gibiyim. Adını bile ilk defa duyduğumuz bu mazlum coğrafyadaki Müslüman kardeşlerimiz âdeta ecdadımızın, kadim medeniyetimizin bizlere emaneti.

Dünya haritasında yerini göstermekte zorlanacağımız, 120 kilometrelik sahil şeridi ile bir sahra altı Afrika ülkesi olan Benin, Atlas Okyanusu’na yüzünü dönmüş, doğuda Nijerya, kuzeyde Nijer ve Burkina Faso, batıda ise Togo ülkelerine komşu. Başkenti Porto Novo olmakla beraber Cotonou şehri ticari hayatın kalbidir. Kadim tarihinde köle ticareti ile anılmakta olan Benin’de, çok cüzi ücretlerle köle olarak satılan çocuklar Avrupa ülkelerine götürülmüş. Bu olayların en yoğun yaşandığı yer olan “Ouidah Limanı”nın adı da “Kölelerin Yolu” manasına gelmektedir. Günümüzde kölelerin gemilere bindirildiği bu limanın kumsalına UNESCO tarafından bir anıt dikilmiştir ve üstünde “Dönüşü Olmayan Yol” yazmaktadır. Coğrafi olarak beş ana bölgeden oluşan, tahmini olarak on milyon nüfusa sahip ülkede, son nüfus sayımlarına göre halkın yüzde 50’sini Hristiyan, yüzde 25’ini Müslüman ve diğer yüzde 25’ini de yerel inançlara mensup insanlar oluşturmaktadır. Ülke VIII. yüzyılda ticari amaçla gelen Yemenli Müslümanların bölgeye yerleşmesiyle İslamiyet ile tanışmış. Benin her ne kadar 1960’ta bağımsızlığını ilan etmiş olsa da hâlâ Fransa’nın sömürgesi konumunda. Ülke yönetiminde Hristiyanlar önemli rol oynamakta. Sağlıklı bir gelir dağılımı ve kalkınma sağlanamadığı için çoğunlukla ülkenin kuzeyindeki bölgelerde yaşayan Müslümanların gelir seviyeleri oldukça düşük. Tropikal iklime sahip olan ülke senenin yedi ayı yağış alır ve âdeta Karadeniz gibi yemyeşil bir bitki örtüsüne sahiptir. Bölgede; mango, hindistancevizi, muz, pamuk, patates ve mısır üretimi mevcut. Müslümanların başlıca geçim kaynağı ise hayvancılık.

Ankara’dan İstanbul’a aktarmalı uçuştan sonra İstanbul’dan yedi saatlik THY uçuşu ile akşam saatlerinde Cotonou Havaalanı’na ulaşıyoruz. İner inmez Benin’in sıcak ve nemli havası yüzümüze çarpıyor. Ülkeye giriş işlemlerimizi tamamladıktan sonra partner ekibimizden olan Abdussamet karşılıyor bizi. Türkiye Diyanet Vakfı’nın “Uluslararası Öğrenci Programı” kapsamında ülkemize okumak üzere gelen Abdussamet, Adana İlahiyat Fakültesinde dört yıl eğitim gördükten sonra ülkesine dönmüş ve 2016 yılında yardımlar kendisiyle hız kazanmış. Akıcı bir üslupla Türkçe konuşan Abdussamet şaşırtıyor bizi. Bizim onları Türkiye’de bağrımıza bastığımız gibi onlar da bizi Benin’de bağırlarına basıyorlar. Kalacağımız otele doğru ilerken ülkeyi gözlemleme fırsatı buluyorum. Havaalanı etrafında ve şehir merkezinde bir nebze de olsa şehir görünümü görmek mümkünse de iç kesimlere gittikçe tek katlı dört duvardan ibaret evlerle karşılaşıyoruz. Çoğu Afrika ülkesinde olduğu gibi çevre temizliği bu ülkede de büyük bir sorun, sokaklarda uçuşan çöpler, açık kanalizasyonlar ve bazı olumsuzluklar gözümüze çarpıyor.

Otele yerleşiyor ve dinleniyoruz. Sahurumuzu yaptıktan sonra karayolu ile on saat sürecek olan, Müslümanların yaşadığı Djougou (Çugu) şehrine doğru yola çıkıyoruz. Sadece şehirlerarası ana yolları asfaltlı olan ve gidiş geliş iki şeritten oluşan bu yollar iç kesim Afrika ülkelerine limandan nakliye yapan ağır tonajlı tırlar yüzünden âdeta kevgire dönmüş vaziyette. İnsanların tek ulaşım kanalı olan yollar yayalar, motosikletler ve araçlarla dolu. Yolculuğumuza yemyeşil ormanların sırtında açılmış mango, muz ağaçlarıyla çevrelenmiş yollardan geçerek devam ediyoruz. Yerleşim merkezleri ve köyler bu yolların üzerine kurulmuş hep. Bu yerleşim yerlerinde yolculuğumuz boyunca yer yer kiliselerin ve camilerin yan yana olduğunu görüyoruz. Yorucu bir yolculuktan sonra tamamına yakını Müslümanlardan oluşan Djougou (Çugu) şehrindeki konaklayacağımız otele ulaşıyoruz.

Her ne kadar kuraklık bu Afrika ülkesi için sorun olmasa da içilebilir temiz su kaynakları maalesef az. Ülkede birçok hayırsever vatandaşımızın yardımlarıyla açtırdığı su kuyuları olduğunu öğreniyoruz. Bu şehirde de Kütahya Tavşanlı İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin bir medresenin bahçesinde açtırmış olduğu su kuyusu ve şadırvan inşaatı olduğunu duyuyor ve görmeye gidiyoruz. Ne kadar necip bir millete sahip olduğumuzu yeniden fark ediyor ve milletimizle iftihar ediyoruz. Medrese bahçesindeki çocuklar etrafımızı sarıyor. Türkiye’den getirdiğimiz şekerleri çocuklara dağıtıyoruz. Ufacık bir şekerin o masum yüzlerde sebep olduğu mutluluğu görmek içimizi ısıtıyor. Medresenin sınıflarına göz gezdiriyoruz, iklimin yıl boyunca sıcak olmasından dolayı sınıfların pencereleri yok, hava akışını kesmeyen tuğlalar ile çevrili, sıralar ise imkânlar nispetindeki tahtalardan yapılmış, sınıf tahtası ise sıvanmış bir duvarın siyah boyayla boyanmasından ibaret. Müslümanların yaşadığı bölgede devletin eğitim imkânları maalesef yok denecek kadar az. Bundan dolayı da Müslüman çevrelerin açtığı medreseler mevcut ve buralarda İslami ilimler tedris edilmekte. Bu ziyaretten hemen sonra yedi yüz elli aileye içinde temel gıda maddelerinin bulunduğu ramazan yardım paketi (pirinç, un, makarna, tuz, yağ, hurma) dağıtımı gerçekleştireceğimiz bölgeye gidiyoruz. Yardım almaya gelen kalabalığa, Türk halkının selamlarını ve muhabbetlerini iletiyoruz. Tüm Müslümanların kardeş olduğunu, bir binanın tuğlaları, bir vücudun uzuvları gibi onların bizim, bizim de onların bir parçası olduğumuzu söylediğimizde gözlerinin dolu dolu olduğunu görüyoruz. Türkiye ve Türk halkı için dualar ediyorlar. Ramazan yardım paketlerinin dağıtımına başlıyoruz. Yardım almaya gelenler âdetleri üzere aldıkları ramazan paketlerini başlarının üzerinde taşıyarak evlerine doğru ağır adımlarla yola koyuluyorlar. Dağıtım esnasında gördüğümüz manzaralar duygulandırıyor bizi. Kırk dereceye varan hava sıcaklığında kadınların sırtlarına bez yardımıyla bağladıkları ve bazılarının da kucaklarında taşıdıkları bebekleri olmasına rağmen yirmi kiloyu bulan yardım paketlerini başlarının üzerinde taşıyarak alandan uzaklaşıyorlar. Çugu’ya yakın bir köy mescidinde dört yüz kişilik iftar sofrası kurmak için yola çıkıyoruz. Akşam ezanı okunduktan, dualar edildikten sonra kimse yemeklerine başlamadı. Herkes aynı anda yemeklerini aldı ve mescitten çıkmak için hareketlendi. Bu duruma çok şaşırdım ve mihmandar kardeşimize neden yemeklerini yemediklerini, nereye gittiklerini sordum. Verdiği cevap beni derinden sarstı: “Bu yiyecekleri evlerine götürüyorlar, ailecek evlerinde iftar edecekler!” Bir tabak pilav, üzerinde tavuk, haşlanmış yumurta, meşrubat ve portakaldan müteşekkil, bize göre bir kişilik iftar menüsü, onlar için çocuklarıyla birlikte on kişilik bir ailenin yemeğiydi.

Ertesi gün yine insani yardım faaliyetlerimizi gerçekleştirdik. Toplamda bin aileye ramazan paketi, bin kişiye iftar sofrası kurduk. Gördük ki onların bize aslında ihtiyacı yok çünkü kendi imkânsızlıkları içinde yaşamayı kabullenmişler ve mücadele ediyorlar fakat esas ihtiyaç sahibi olanlar bizleriz, o masum ve mazlum coğrafya insanlarının dualarına muhtacız.

İki günün sonunda, yine bir sahurdan sonra zihnimizde ve gönlümüzde cevabı olmayan sorularla Türkiye’ye dönüş yoluna revan oluyoruz. On saatlik karayolundan sonra başkente ulaşıyoruz. Benin’in en büyük camisinde ikindi namazımızı kıldıktan sonra hatıra kalması açısından birkaç hediyelik eşya almak için dolaşıyoruz. Büyükelçiliğimize ziyaretimizi gerçekleştirdikten sonra havaalanına doğru hareket ediyoruz. Bir buçuk gün süren hem kara hem de hava yolculuğunun ardından evlerimize dönüyoruz.

Bir hafta içinde sanki yıllardır tanışıyormuşuz hissi uyandıran, belki hayatımızda bir daha görme imkânı bulamayacağımız kişilerle tanıştık. Bir haftalığına onların hayatlarına dokunduk. Aziz milletimizin zekât, fitre ve sadaka emanetlerini onlara ulaştırmada köprü olduk. Biz evlerimize, memleketimize döndük, rahat ve konforlu hayatımıza devam ediyoruz. Onlar ise imkânsızlıklarla dolu hayatlarına yine devam ediyorlar. Batı Afrika’da bir garip Müslüman diyarı, Benin.