Makale

ACIKANA KADAR UYU UYUYANA KADAR YE!

BÜYÜTEÇ

ACIKANA KADAR UYU UYUYANA KADAR YE!

Prof. Dr. A. Bülent BALOĞLU

Bir mağaza vitrinindeki tişörtün sol göğüs hizasındaki İngilizce ifade ister istemez dikkatimi çekti. Size tercüme edeyim: “Acıkıncaya kadar uyu; uyuyuncaya kadar ye!” Bu tuhaf, acayip, garip ifadenin altındaki yanlış, şüpheli, şaibeli ve elbette anlamsız mesajı görmemek imkânsız. Bir genç için bu ifade sıradan ve gayet doğal ama benim gibi yaklaşık on yıldır kapitalizm, küreselleşme, neoliberalizm, Batı, modernite, sekülerizm, siyaset-ekonomi-din ilişkileri, sosyo-kültürel değişim üzerine okumalar yapan biri için gayet manidar. Tüketimci kapitalizm günümüz gencine ince ve sinsi bir mesaj gönderiyor. Peşinen söyleyeyim, ne pimpirikli ne de pireyi deve yapan biriyim. Yaptığım şey, ufka kadar olanı değil, ufkun ötesini görebilmek, okuyabilmek ve sezebildiklerimi, kanaatlerimi sizinle paylaşmak. Duvarın arkasında gizlenen tehlikeleri ve bunların tahrip gücünü tahmin etmek. “Büyüteç” köşesinin bir amacı da bu ve ben uzun zamandır bunu yapmaya çalışıyorum.

Üzerine basarak tekrar söylüyorum: Geleceğin söz sahibi toplumları bugün ufkun ötesini görüp okuyabilen ve onun için hazırlık yapanlar olacak. Bugün sadece yiyip yatanlar ise geleceğin efendilerinin köleleri olacak. Dünyanın menzili buna ayarlanmış durumdadır.

Baştaki İngilizce cümle bana çocukluğumuzun alfabesindeki meşhur nakaratı hatırlattı: “Gel Ali gel; yat Ali yat; uyu Ali uyu!” Uyku ile yeme arasında organik bir bağ var: Açlıktan karnı guruldayan birinin gözüne uyku girmez; karnını tıka basa dolduran birine de rehavet çöker, şekerleme yapması yakındır.

“Dolu bir karından daha zararlı bir kap yoktur. Yok, ille de doldurmak istiyorsanız, hiç olmazsa üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe ve üçte birini de havaya/nefes almaya ayırın.” (Mecmau’z-zevâid, no. 8346.) buyuran Sevgili Peygamberimiz değil miydi? Bir Kur’an ayeti de “Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (Araf, 7/31.) uyarısı yapmıyor muydu? Bunlar lüks ve israfa dayalı tüketimin fenalığı hakkında açık uyarılar. Ne var ki kapitalizmin israf ve tüketim ikliminde ayet ve hadisler kolayca buharlaşabiliyor. Daha doğrusu, yeme-içme ve israf arasındaki ilişkinin kapitalizmde bir anlamı yok. Gençliğe de telkin edilen bu! Bu iştah ve sağlık sizde varken, yiyebildiğiniz kadar yiyin! Aklınızda olacağına midenizde dursun! Telkin edilen budur.

Bu satırları yazarken Tevfik Fikret’in "Hân-ı Yağma" adlı meşhur şiirindeki şu nakarat geldi aklıma:

“Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”

Yeme-içme, gezme, eğlenme, harcama… Tüketim için sinsi bir tahrik ve teşvik içeren bu kelimeler kapitalizmin yeni kazançlarına kapı aralayan sihirli sözcüklerdir. Harcama ve tüketmeyi sadece maddi şeylerin harcanması ve tüketilmesi olarak anlamayın; insani değerler de bunun içindedir…

En tehlikeli olan da budur!..

Zekâlara gem vuran, iradelere boyun eğdiren, özgürlük adı altında tüketime zorlayan bir sistem var ve bu sistem, planlı bir biçimde, toplumların sosyo-kültürel anlam haritalarını köklü, geri dönülmez bir biçimde dönüştürüyor. Merak etmeyin sadece bizimkini değil. Geleceğin dünyasının dijital dünyayı denetleyenlerin olacağını söylemeye gerek yok. Dünyanın dev telekomünikasyon ve bilgisayar şirketleri arasında amansız bir rekabet var. Kim kimi yakalarsa bir kaşık suda boğacak. Bu hengâmede üretmeksizin tüketmekle meşgul olanlar ise dijital denetimin piyonları olmaya aday gözüküyor. Hayatı A’dan Z’ye kontrol altında olacak…

Bilim, teknoloji ve insan arasındaki ilişkiler yeniden kurgulanıyor. “Bilgi güçtür” deyişi “teknoloji güçtür” deyişi ile takviye edildi. Gücü elde tutma ile fail olma arasında doğrudan bir ilişki var. Bilginin ve özellikle teknolojinin üretimi ucuz değil. Buna büyük maddi kaynak ayıranlar parsayı topluyorlar.

Bu çerçevede, kapitalizmin sadık bir tüketicisi, marka tutkunu, eğlence sevdalısı bir nesil projesi sistemli bir biçimde yürüyor.

Hedefte gençlik var!

Bir genç düşünün tam bir gece kuşu. Sabahın dört veya beşine kadar odasında sosyal medyada geyik muhabbeti yapıyor veya film izliyor. Sonra uyku basınca yatıyor ve ikindi vakti saat üç-dört gibi kalkıyor. Banyoda yaklaşık bir-bir buçuk saat kadar saçlarına ve kendine bakım çekiyor ve sonra hızlı tarafından bir şeyler atıştırıyor. Ardından arabasıyla çıkıyor ve arkadaşlarıyla bir kafe mekânında buluşuyor. Derken çay, kahve, sigara eşliğinde akşam saat on bire kadar oradan buradan muhabbeti sürdürülüyor. Bu muhabbetin argo kelimelerin gölgesinde bozuk bir Türkçe ile sürdüğünden emin olabilirsiniz. Evlere dağılma vakti gelince gencimiz arabasına atlıyor, evine geliyor ve sessizce mutfağa geçiyor. Akşam sofrasından ona ayrılan bir tabak yemeği hızla yedikten sonra odasına kapanıyor. Sosyal medya, film vesaireden sonra sabaha doğru yatağa giriliyor. Bu sabit program yaz tatili boyunca aralıksız devam ediyor.

Günlük hayatın kargaşa ve çatışmalarından kaçmak için evin müstakil odaları ve kafelerin kahve aromalı loş mekânları iyi bir sığınak vazifesi görüyor böyle gençlerimize. Uyku ve sükûnetin hâkim olduğu geceler onlara kendi sanal ortamlarına akması için en müsait zaman dilimlerini oluşturuyor. Bedenlerin ve zihinlerin gevşediği, zamanın yavaşladığı, kâbuslar görmektense uyanık kalmanın yeğlendiği sessizlik anları diyebilirsiniz. O anları belli bir zaman diliminden başka bir zaman dilimine, belli bir mekândan hayallerde kurgulanan başka bir mekâna geçişin dakikaları olarak görebilirsiniz. Sessizliğin kucağında ruhun başka bir âleme ışınlandığı bu büyülü anları hiç kimse bölmemelidir. Zaman ve mekân sıkışması denen telaş ve koşturmaca girdabından kaçıştır… Gündüzün kuralcılığından, anne-babanın denetiminden, evin görev ve sorumluluklarından kaçıp gecenin lakaytlığına sığınmaktır… Gündüzün boğucu hararetinden gecenin sessiz, sakin serinliğine, ıssız karanlığına uzanmadır…

Tam bağımsızlığın zevkine varıldığı saatler… Geceler sınırsız hürriyetin kucağında esneyerek sabahlamanın anlarıdır…

Lâkin bedenin dinlenme ve yenilenmeye en ihtiyaç duyduğu dakikaların ve saatlerin uykusuz geçmesinin sadece bünyenin biyolojik dengesini değil, aynı zamanda ruhsal dengesini de altüst edeceğinden habersizdir.

Bu gençlerimizin hane halkıyla oturma, birlikte yemek yeme, sohbet etme vb. alışkanlıkları epey nadirattandır. Sohbetin dönüp dolaşıp kendine gelme ihtimali olabileceğinden buna fırsat tanımaz. Zira en nefret ettiği şeydir nasihat dinlemek.

Gençlik harcamanın mevsimidir…

Bu gençler uykuya bayılırlar; aile yatarken onlar ayaktadır, ayaktayken onlar yataktadır. Yatma ve kalkma saatlerini kendileri tayin ederler. Her Allah’ın günü saçlarına fön çekmeye bayılırlar. Bir kısmı vejetaryen veya vegandır. Unisex giyerler. Zengin muhitlerindeki kafe mekânlarına takılırlar.

Bu sözünü ettiğim genç tipolojisi bugün yaklaşık her dört-beş aileden birinde var. Sayıları giderek de artıyor. Kapitalizmin tüketim kültürü gençliğin gündelik hayatını ıvır zıvırla doldurmayı başarıyor. Kapitalizmin geleceği kendisine bağımlı gençlerin sayısının gün be gün artmasına bağlı. Bunun için öncelikle gençliğin özel hayatının anlamdan boşaltılması elzemdir. Gençlere vaadi açık ve nettir: Her türlü etkiden yalıtılmış bir hayat; içine ailenin, dinin, siyasetin, değerlerin, kuralların sızmadığı, sızamadığı bir hayat…

Dolayısıyla hayatını, yukarıda kısmen tasvirini yaptığım bu şekil bir rutine bağlayan bir kısım gençliğimiz var, ister kabul edelim ister etmeyelim…

Kapitalizmin yuvarlama bir genç tipolojisidir; kapitalizme ayak direyen tüm unsurlardan (aile, gelenek, din, kültür, medeniyet) arındırılmış bir genç… Her millette var edilen bir yeni tip!

Günlük hayatın telaş ve koşturmacaları onları etkilemez. Açlık, yoksulluk, işsizlik, terör, savaş, küresel ısınma vb. gibi insanlığın ortak sorunları onların umurunda olmaz. Gelecek için tutarlı planları yoktur. Aileden ve değerlerden konuşmak incitici ve sinir bozucudur. Onlarınki kendin için kendini yaşamak gibi bir şeydir.

Bencilliğin terbiyesi kolay değil.

Kabahat kimde?

Kabahati onlara yıkarsak haksızlık etmiş oluruz. “Günün zevk ve eğlence modalarını sürekli deneyerek gerçek benliğinden kaçan” (Engin Geçtan, İnsan Olmak, Metis yay., İstanbul 2016, s. 102.) bir gençliğin yetişmesinde bizim hiç mi kabahatimiz yok? Asıl can alıcı soru da bu olsa gerek. Mesela, gençlerimizin eğlence kültürünün içeriğini ve rengini belirlerken bizler de çanak tutmuş olabilir miyiz?

Bu sorunun cevabını ararken, oğlumun LGS sınavı için hazırlanan 8. sınıf İngilizce kitabı elime geçti. İzin verirseniz, oradan size birkaç eğlence çeşidi aktarayım: Hafta sonu partisi; yaş günü partisi; pijama partisi; mezuniyet partisi/balosu; barbekü/mangal partisi; yılbaşı partisi; konserlere gitme (pop ve rap müzik özellikle); tiyatro ve sinemaya gitme…

Teklif: “Ben ve arkadaşlarım pazar günü bir pijama partisi yapacağız, sen de gelir misin?” Cevap: “Bu harika bir fikir! Orada olacağım.”

Yiyecek ve içecekler: hamburger, sandviç, pizza, suşi, kola…

Soru: “Ne arzu edersin?” Cevap: “Bir hamburger yemek isterim.” Soru: “Peki, ne içmek istersin? Cevap: “Kola lütfen.” Soru: “Ne kadar sıklıkla hamburger yersin?” Cevap: “Oldukça sık.”

Soru: “Yukardaki tabloya göre Helen ve Jamie tatillerde hangisini sıklıkla yaparlar?” Seçenekler: “Partilere gitmek; yoga dersleri almak; kartpostal yazmak; rap müziği dinlemek; kompüter oyunları oynamak.”

Bunları çoğaltabilirim ama gerek yok. İngilizceye, eğlenceye, sinemaya, tiyatroya karşı olduğum sanılmasın. Güzel film olduğunda oğlumla birlikte giden biriyim. İngilizceyi öğretebilirken bile yerli ve milli olabilir miyiz, benim derdim bu. Kola yerine ayranı, şalgamı; hamburger yerine döner veya sucuk ekmeği; pizza yerine etli pideyi veya lahmacunu koyabilir miyiz? Niye olmasın?!

Gençlerimizi kendi elimizle kapitalizmin tüketim ve israf çukuruna yuvarladığımızı düşünmüyor musunuz?

Sadede geliyorum…

Kapitalizm gediklerden sızmayı iyi bilir. Zafiyetlerinizi tek tek keşfetmek için önünüze yalancı bir serap serer. Ardından sizi hiçbir çıkışı olmayan, sık örülü bir kapalı evrene kapatmak için sabırla bu zafiyetlerinizle esir alır. Oltaya taktığını tam bir kapatılmışlığa mahkûm eder. Materyalizmin zifiri karanlığına gömer…

Kapitalizm, ruhları kendine tabi kılmada mahirdir, bunu hayatın hiçbir karesini ihmal etmemesine borçludur. Kapitalizmin bir diğer özelliği ise sahip olduğu alternatif bolluğudur. Her talep ve arzuya, her zevke değişik seçenekler sunar. İkna gücü yüksektir. Ailesinden, geleneğinden ve kültüründen özgürleştirdiği gençleri kendi ürünlerine bağımlı kılar. Sınırları aşarak yaşamayı alışkanlık hâline getirenler için kapitalist dehanın sürpriz icatları kapıdadır.

Gençliğin enerjisini sahte tutkuların peşinde tüketir… Onları markaların arasında, hazların peşinde koşturmaktan bitap düşürür. Hiçbir haz kalıcı olmadığı için hazzın kaybolmasıyla birlikte bir başka hazzın peşine takar onları. Hazların zerk ettiği geçici mutlulukla onların iç boşluğunu ve zihinsel yoksulluklarını hasıraltı eder.

Bu kısır döngü her nesilde böyle sürer gider; gençler kapitalizmin gençlik iksiridir… Onları acıkana kadar uyutur; uyuyana kadar şişirir ve böylece kendini besler…