Makale

YARATANIN ADIYLA OKUMAK

DİN DÜŞÜNCE YORUM

YARATANIN ADIYLA OKUMAK

Dr. Lamia Levent Abul

Diyanet İşleri Uzmanı

Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle ekin bitmeyen bir vadide kurulan Mekke, çetin dağlar ve kayalıklarla âdeta kuşatılmış. Yeşilden çok az nasiplenen Mekke’nin en büyük zenginliği ise yeryüzünde Cenab-ı Hak için inşa edilmiş ilk mabet olan Kâbe-i Muazzama. Çölün batnında sert ve zor bir iklimde olan Mekke, bu asil evden mütevellit mükerrem olma payesine erişiyor. Kâbe ve Mekke’nin hürmetinin aksine mükerrem beldenin insanları haddi aşmış ve hakikatten uzaklaşmış bir yaşayış içindeler. Kötülüğün tüm cüretiyle kol gezdiği Mekke sokaklarının kendisine dar geldiği Mekke’nin keremli meskûnu Muhammed’ül Emin ise pek kederli ve mahzun…

Rabbimizin güven emniyet yurdu yani beledü’l-emin kıldığı Mekke, bu vasıflarından uzaklaştıkça Hz. Peygamber de ondan uzaklaşmak istedi. Gördükleri ve yaşadıkları onu Hira dağında inzivaya çekilmeye götürdü. Dedesi Abdülmüttalip’in ve tefekkür ehli bazı Kureyşlilerin yaptığı gibi o da nübüvvetinden birkaç yıl önce ramazan aylarında Hira’daki mağaraya çıkıyor ve orada günlerce kalıyordu. İnsanlığın çilesini çeken ve dava edinen büyük insanlar gibi; Tur dağına çıkan Musa, Zeytin Dağı’na sığınan İsa gibi Muhammed Mustafa (s.a.s.) da yalnız ve dik duran Hira’ya yürüdü. İnsanlara uzak semaya yakın, Hira Dağı’nın tenhasında onu nübüvvete götürecek olan tedrisatına başladı. Dağın doruğundaki mağarada Rabbine tazarru ve niyazda bulunuyor, herkesten ve her şeyden uzakta derin bir sükûnet içinde tefekküre dalıyordu.

Hz. İbrahim’in yolunu takip eden az sayıdaki Haniflerin Allah inancından haberdar olan Sevgili Peygamberimiz, bir olan Allah’a inanıyor, Mekke’de ve Arap yarımadasında yaygın olan putlara tapma inancından ise uzak duruyordu. O, şirk inancını hem aklen hem de kalben kabul etmemiş, her zaman karşısında olmuştu. Ancak Yüce Nebi, inandığı Allah’a nasıl ibadet edeceğini ve nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda bir arayış içerisindeydi. Diğer taraftan kavminin hak ve adaletten uzak bir yaşantı içerisinde olduğunu, zayıfların çaresizliğini, fakirlerin ezikliğini, zengin ve güçlülerin haksız muamelelerini görüyor ve çok üzülüyordu. Yaşadığı tüm bu olumsuzluklara karşı bir duruştu onun Hira’ya sığınması. Hira onun için hem kalbindeki cevapsız soruların arayış yeri hem de kötülükleri görmekten bunalmış ruhunun sükûn mekânıydı.

Hira’da tefekkür, tezekkür ve tedebbür etmek ona sevdirilmişti. Fevkalade günlerin geleceğini haber veren pek çok olaya şahitlik eden Hz. Peygamber, anlamlandıramadığı hâller yaşıyordu. Hâlbuki cevapsız soruların ve belirsizliklerin nihayete erdiği zamana yaklaşıyordu Nebi-yi Ekrem. Dua ve yakarışlarına icabet vakti geldiğinde, Efendimiz mağarayı dolduran Cibril-i Emin’in sesiyle irkildi: “Oku!” Şaşkındı, şimdiye kadar hiç okumamıştı ve okuma bilmediğini söyledi ona. Melek onu sıktı ve tekrar, “Oku!” dedi. Okuma bilmiyordu ki yine aynı cevabı verince melek, daha bir kuvvetle sıktı ve yineledi: “Oku!” O zaman Efendimiz, “Ne okuyayım?” diye sordu. Ruhu’l- Emin şu ayetleri
okudu:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!

O insanı “alak”tan yarattı.

Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.

O, kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini öğretendir.” (Alak, 96/1-5.)

İlk emir oku!

Rabbimiz ilk emri oku ile başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere tüm insanlara hakikat arayışında durmaları gereken ilk durağı işaret ediyordu âdeta. Oku emri, Efendimizin Hira’da yaptığı dualara bir icabetti. O, insanlığın tüm dertlerini yüreğinde hissederek yalvarmıştı Rabbine. O, Mekke-i Mükerreme’de ve Allah’ın beyti olan Kâbe’nin gölgesinde yaşasa bile insanların hakikatten sapabileceğini görerek hüzünlere gark olmuş ve Hira’da Rabbine ilticada bulunmuştu. İnsanların hakikati unutuşu, kaybolup savruluşu yüreğini daraltınca ilahi hitap da gelmişti: Oku!

Bu emir, iman ve inanç yolculuğunun okumakla başladığını, kendini bulma, Rabbini bulma ve varoluşu kavrama yolunun okumakla yürüneceğini öğretiyor bize. Tüm arayışlarımızın gelip dayandığı hakikat kapısı ancak okuyarak aralanabilir. Kalbin ve aklın kandilini yakan ilim okumakla elde edilir. Pusulamızın şaştığı, doğru ve yanlışı ayırt edemediğimiz yol ayırımlarında okuyarak yönümüzü bulabiliriz.

Nasıl okuyacağını, neyi okuyacağını bilmeyen her kişiye Kendisine sığınmasını ve kendi adıyla başlamasını öğütlüyor. O’nun adıyla O’nun adına okumak hakikate eriştirir ancak. Bilebileceğimiz her şeyin yegâne sahibi ve kaynağı olan Yüce Yaratıcının bizlere bildirdiği kadarını biliriz ancak. O’nun öğrettiği kelimelerle biliriz ve O’nun lütfettiği kalemle kaydederiz bilgilerimizi. Hasılı her şey O’ndan gelir ve her şey O’nun yardım ve inayeti ile tamam olur: “Ya Rabbi! Seni tespih ve tenzih ederiz! Senin bize öğrettiğinden başka bilgimizin olması ne mümkün! Muhakkak ki her şeyi bilen hakim ancak sensin!” (Bakara, 2/32.)

Okumaktan mana ne?

Oku, okuma bilmesen bile okuyacaklarını senin kalbine indiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, hem satırlara hem sadırlara yazılacaklara hükmeden yegâne yaratıcı ve terbiye edicidir. Her türlü yaratmayı bilen Rabbin ilmi de farklı şekillerde öğretendir. Âdem (a.s.)’e eşyanın bilgisini öğreten Hak Teâlâ, senin de kalbine bilgi ve hikmeti indirmeye kadir olandır. O’nun yardım ve lütuflarına mazhar olmak için her okumaya Rabbin adıyla başlamak bizi istikamet üzere bilmeye götürür. Nice ilim sahipleri vardır ki okudukları tekebbürlerini artırır, nefislerini besler. Okuduklarımızın kalbimize ve ruhumuza inmesi, hakikate götürmesi için yaratan Rabbimizin adıyla başlamak.

Hira’nın münzevisini Ruhu’l-emini ile destekleyen ve kalbini hakikate açan Rabbimiz; ihlas ve samimiyetle kendisinden yardım dileyerek başladığı her hayırlı işinde kulunun yanında olur. Onu destekler, yardım eder, bilmediklerini öğretir. İlahi bir kanundur bu. İnsan yalnız değildir, onu yaratan Allah, aynı zamanda onu yetiştiren, terbiye eden ve öğretendir. Zira Rabdır O. Bunu tasdik eden ve teslim olan her kul için okunacak tüm kitapları önüne serer Rabbül âlemin: “Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır. Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.” (Casiye, 45/3-4.)

Yüce Rabbimizin bizden okumamızı istediği ilk kitaptır insan. “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” diye emir buyurduktan sonra insanın yaratılışına dikkat çekerek, âdeta insanın kendisine bakmasını ve okumasını istiyor Hak Teâlâ. İnsan kendi yaratılışına bakmaz mı hiç? Bir kan pıhtısından yani basit bir özden, yaratılmışların en şereflisi olan insanı varlık sahasına çıkarandır O. Hem beden hem ruh olarak insanı en güzel kıvamda, ahsen-i takvim üzere yaratan, ona akıl, irade, kalp ve ruh başta olmak üzere harikulade bir yaratılış ve özellikler verendir. Bizden ise tüm bunlar üzerinde tefekkür etmemizi istiyor. Zira kendini bilen ve tanıyan rabbini de bilir ve tanır.

İnsanın okuması gereken diğer kitap ise kâinat kitabıdır. “Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip onunla yeryüzünü ölümden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.” (Casiye, 45/5.) Rabbimiz bizleri, şaşmaz bir ölçü ve sarsılmaz bir düzenle yarattığı kâinatı okumaya çağırıyor. Gök kubbenin altında ve üstünde muhteşem güzellikteki eserlerini görmeye, anlamaya ve onların yaratıcısına inanmaya çağırıyor. Okuyabilenler için kâinat kitabı muazzam deliller ve ayetlerle bezelidir. Kâinata tefekkür gözüyle baktığımızda her biri emsalsiz olan sayısız nimetleri müşahede ederiz. Ayı, güneşi, dağı taşı, toprağı ağacı, çiçeği böceği, havası suyuyla eksikliği doldurulamaz kıymette nimetler emrimize amade kılınmış: “İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?” (Casiye, 45/6.)

Son ilahi vahiy olan Kur’an, sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olan Rabbimizin indirdiği kitaptır. Yolunu şaşıran insanlığa gönderdiği son mesajdır Kur’an. Bizlere oku emrini veren Yüce Allah, vahyini, okunacak kitap anlamına gelen Kur’an ile bildirdi. İlk emri “oku” olan son dinin kıraat edilmesi, okunması gereken kitapta bir araya gelmesi ne kadar da düşündürücü. Yüce Yaratanımızın rahmet olarak gönderdiği, tüm insanlık için hidayet kaynağı olan bu kitap, kıyamete kadar okunacak son kitaptır: “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet kaynağı (olan Kur’an) geldi.” (Yunus, 10/57.) Bizler için dosdoğru yolu gösteren, hak ve batılı ayıran bu kitap, müjde ve uyarıcıdır. O, okunmak, anlamak ve yaşamak için gönderilmiştir ki inananlar için okunması en elzem kitaptır Kur’an.

Son emir oku!

Kendini, kâinatı ve Kur’an’ı okuyarak akıl ve kalplerini aydınlatanlar için hayat ve ölüm gerçek anlamına kavuşur. Bu kitaplardaki hikmet yüklü satırlar bize dünya ve ötesindeki âlemin gerçek manasını belletirler. O vakit biliriz ki hayat, iyilik ve hayırların işlendiği bir kitaptır. Her birimiz tercihlerimiz, yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla bu dünyada yazılan kendi kitabımızın müellifiyiz esasında.

Kimilerine tertemiz sahifelerden oluşan kitapları sağdan verildiğinde onları okumak zor olmayacak. Ancak hakikate gözlerini, kulaklarını ve kalplerini kapatanlara ve oku emrine bigâne kalanlara ise okumaktan kaçamayacakları son kitap verilir. O gün geldiğinde herkesin dünya serüvenini anlatan kitapları açılmış vaziyette önlerine konulur. Artık hiçbir mazeretin kabul edilmediği o büyük günde onlara şöyle denilir: “’Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak nefsin yeter!’ denilecektir.” (İsra, 17/14.)