Makale

YAPAY ZEKÂ PAZARI

YAPAY ZEKÂ PAZARI

Prof. Dr. A. Bülent BALOĞLU

İnsan için bir gelecek var mı?

Teknolojinin gölgesinde emin adımlarla (!) geleceğe ilerleyen modern insan epey zamandır bu sorunun cevabını arıyor.

Bu soruyu, 1960’ların başlarında ABD ile Sovyetler Birliği nükleer kapışmanın eşiğine geldikleri esnada Bertrand Russell da sorar. 60’lı yıllar, büyük krizlerin ve savaşların adeta geçit resmi yaptığı yıllardır: 1965 Hindistan-Pakistan Savaşı, 1965’te başlayıp 8 yıl süren Vietnam Savaşı, 1967 Arap-İsrail Savaşı, 1968 Rusların Çek işgali…

Siyasi, ekonomik, askerî ve sosyal krizler ne zaman peş peşe gelse, gidişatı iyi görmeyenler bu soruyu sordular.

Bu soruyu kafası karışık, şüphe ve inanç krizleriyle yatıp kalkan, ölümsüzlük tutkusunu yenemeyen açgözlü, hazcı ve bencil modern insanın gelecek kaygısına işaret eden bir soru olarak da görebiliriz. İnsanın özelliğidir; yapar eyler, sonra da sakin, huzurlu, emniyetli bir liman arar. Kimi zaman bu arayış, gerçek ile kurgusalın, hakiki ile sahtenin, doğal ile yapayın birbirine giydirildiği modern mekânların tekdüze, boğucu hatta bazen zehirli atmosferinden kaçış için de söz konusu olabilir.

İçine fırlatıldığı dünyadan ne pahasına olursa olsun kaçma telaşı diyebilirsiniz…

Yıkıp benzerini yapmak…

İnsanın, yıktığı ve yok ettiği şeyin benzerini kurmak, yapmak gibi bir huyu vardır. Mesela, ormanı talan eder, dazlak bir araziye dönüştürür. Ardından içine lüks konutlar, iş merkezleri inşa eder, aralarına küçük korular kondurur. Tarım arazilerini betonlaştırır, aralarına hobi bahçeleri kurar. Gerçek vahyi inkâr eder, kendi kuruntu ve vesveselerine vahiy gibi inanır. Hakiki dini reddeder, yerine putperestliği ikame eder…

Örnek o kadar çok ki…

Albert Camus: “Başkaldıran insan kutsala saldırıda bulunsa bile, bunu yeni bir tanrı umuduyla yapar.” der ve ekler: “Yeni bir tapınak yükseltmek için bir tapınak yıkmak gerekir, yasa budur.” Camus’un demek istediği şey gayet açık ve net: Dinin tanrısını öldürmek için kim yola çıkmışsa, nihayette kendi kilisesini ilan etmiştir.

İnkârın şiddet ve derecesi ne olursa olsun, neticede o da sahte kutsalların, tanrıların kovuğunda kendine bir yer tutuyor. Tarih hep kutsalın gölgesinde yazılıyor; kutsalın ayak basmadığı tarihi an yok. Aynı şekilde, siber dünyanın çekim alanına giren modern insan, kendini de “öte-insan” veya “üst-insan” adını verdiği en gelişmiş insan modeliyle değiş tokuş etmek için hevesleniyor. Bu üst-insanın emrine amade olacak bir hiper-akıl üretme projesi de “yapay zekâ” adı altında sürüyor.

Gerçek aklın sahtesi olsa da tecrübeleriyle büyüme yeteneği olan bir akıl; fevkalade gelişmiş bir işletim sistemi desek daha doğru olacak yapay zekâya. Modern insan, gerçeğine en yakın benzerini ürettiği anda kendi yaratıcılığının güç ve sınırlarını da test etmiş olacak.

Lakin şimdilik makineleri denetleyen modern insan, yapay zekâların hükmettiği makinelerin tahakkümü altına girmeye doğru adım adım ilerliyor. Aklını ve iradesini kullanma yetkisini tamamen devrettiğinde, kendi kurduğu sistemin sıradan bir dişlisine dönüşecek ve dolayısıyla, bedenle teknoloji arasındaki yamuk ilişki makinenin tam tahakkümü ile nihayet bulacak gibi görünüyor.

Kapitalizmin nihai safhasında tüm mekanizma beşerî akıldan alınıp teknolojik rasyonaliteye devredilince vicdani hisler de tamamen iptal edilmiş olacaktır. Vicdani hisleri besleyen unsurlar da teker teker silinecek: aile, toplum, medeniyet, kültür, dayanışma, kardeşlik…

Dünya makinelerin dünyasına dönüştüğünde insanın tarihi de nihayet bulacaktır. Bu karamsar tablonun ipuçlarını arayanlar yüzyıllar sonrasını düşleyen bilim kurgu filmlerini seyretsinler. Jules Verne’nin 1800’lü yıllardaki bilim kurgu hikâyeleri bugünün dünyasını anlatmıyor mu?

Hayal gücümün fazla mesai yaptığını düşünebilirsiniz…

Vicdansız yapay zekâ!

Kapitalizmin, bilim ve endüstri devrimlerinden bu yana tahakküm ve sömürü nesneleri, doğa, insan bedeni/emeği ve hayvan bedeni idi. Başına “vahşi” sıfatı eklendiği andan itibaren, tahakküm ve sömürü nesneleri arasına robot bedenler de girdi. Bu tespiti yapan Can Batukan şunu da ekler: “Asimov’un hikâyelerinde olduğu gibi, robotlar uzay madenciliğinin anahtarı olacaktır. Aynı zamanda keşiflerin de. Öte yandan insanoğlu kendi türünün devamı adına, bu dünyanın yok olma tehdidi altında olduğu bilinciyle başka gezegenlerde ve hatta yıldız sistemlerinde yeni dünyalar kurmaya çalışacaktır.” (Robo-tizm, Altıkırkbeş Yay., İstanbul 1917, s. 63.) Bu ütopik hedef, Batukan’a göre, insanın sınırsız hırs ve açlığına delalet emektedir.

Bu insan, bir yandan Tanrı’yı öldürmeye çabalarken bir yandan da robotlara, androitlere, sayborglara ve yapay zekâya yatırım yapıyor. En büyük hayali ise “ölümlü beşer” vasfını bir gün toprağa gömmek. Yeni insan, ölümlü ve hastalıklı olmayan bir “post-insan” (insan-ötesi/öte-insan) olacaktır. Bu varlık; hastalık, yaşlılık, ölüm gibi yaşamsal süreçleri denetim altına alan, genetik programlamaya müdahil olan bir üst-insandır.

Bir hususu lütfen gözden kaçırmayalım…

Yapay zekâ çalışmalarının ardında da kapitalist zekâ var. Bir şirket veya bir firma yeni geliştirdiği bir yeni teknolojiyi “yapay zekâ” suflesiyle piyasaya (sosyal medya, televizyon, gazete vb. yoluyla) sunduğunda, şirketin borsadaki hisselerinde kısa süreli de olsa bir yükselme gözleniyor. Bu spekülatif artış, ister istemez, şirketin borsa değerini yukarılara tırmandırıyor. Yapay zekâ araştırmalarını, spekülatif, haksız kazancın yeni kapısı olarak görebiliriz.

Bir diğer açıdan baktığınızda, yapay zekâ ve robot teknolojisini geliştirme çabalarına fonlarla destek vermek kapitalist sermayedarların yarınlar için önemli bir yatırımı olarak dikkat çekiyor. İşçi istihdamının en üst limitine ulaştığı, işçi ücretlerinin giderek yükseldiği bir iş ve ekonomi piyasasında robot teknolojisine para yatırmak gelecekte de ayakta duranlar arasında olmak için önem arz ediyor. Bir araştırmaya göre, ABD’de perakende piyasasında 3,5 milyon kasiyer var ve bu durum patronlara büyük bir yük getiriyor. Kasiyersiz mağazalar, güvenlik görevlisi olmayan şirketler, şoförü olmayan taksiler ve tırlar şu anda üzerinde çalışılan projeler olarak dikkat çekiyor. Robot doktorlar, robot öğretmenler ve robot askerler yolda… Yapay zekâ işsiz bir geleceğin habercisidir aynı zamanda.

Politik ahlâksızlık ve finansal suistimal buluştuğunda yıkımın boyutları korkunç olabilmektedir.

Güce ve paraya hükmeden bu sermayedarların bir tutkusu daha var: İnsanlığın hayatını diğer gezegenlerde devam ettirebilmesini sağlamak için uzay gemileri projelerine yatırım yapmak. Onlara göre, süper güç olmayı kafaya koymuşsanız, uzayın derinliklerine de hükmetmeniz gerekir. Çoğu silikon vadisi ve teknoloji sektöründen gelen bu dolar milyarderleri için uzay sektörü gayet kârlı bir kazanç kapısı. Elon Musk ve Jef Bezos bu “macera kapitalizmi”nin önde gelen iki milyarderi. Gazeteci Tim Fernholz onlara “roket milyarderleri” diyor. (Bkz. T. Fernholz, Roket Milyarderleri, Destek Yay., İstanbul 2018)

Biz robotlara ve yapay zekâya dönelim. Peki, robotları ürettiğimizde, yapay zekâyı son kertesine vardırdığımızda, insanı diğer canlılardan ayıran “insani” değerleri de robotlara yüklemek mümkün olabilecek mi? Merhamet, vicdan, sevgi, müsamaha, yardımlaşma, acıyı ve sevgiyi paylaşma, insaf, dürüstlük ve daha pek çok insani ve ahlâki değer de insanla birlikte ölmüş olmayacak mı? Bütün bu değerlerin toptan hiçliğe karışması hâlinde, ölümsüzlük tutkusuyla ele geçirilen insanın yakan, yıkan, yok eden bir ateş topuna dönüşmesi kaçınılmaz.

İnancın, inanmanın, imanın da köküne kibrit suyu dökme hevesindeki modern insanın makineleşmesi, onu makine robotların zulmünden muaf tutmayabilir. İradesini ve kendi saf aklını mekanik ölümsüzlükle takas etmeye hazırlanan modern insan, kendi içgüdüsel haz taleplerinden, duygularından da feragat etmiş olacaktır. İnsan hayatına kastetme teşebbüsleri, insani değerleri imha teşebbüsleri ile eş zamanlıdır. Değerler buharlaştığında insanlık da buharlaşmıştır. Şu hâlde, yapay zekânın vicdanı da olacak mı sorusu, Vizontele filminde televizyonla ilk defa tanışan köylünün ekranda Zeki Müren çıktığında “Şimdi Zeki Müren de bizi görecek mi?” sorusu kadar tuhaf ve komiktir.

Diğer taraftan, her sabah popüler kültürün yeni bir dayatmasıyla gözlerini açan insanın, şimdilerde LGBT evlilikleriyle de başı derttedir. Bu meseleye de ayrı bir fasıl açacak olmakla birlikte, şu kadarını söylemiş olalım ki değerlerinden soyulan insan robotlaşacağından (mekanik anlamda değil), yani kendi ruhuyla bağlantısı kopacağından kimin kiminle evlendiğinin bir anlamı ve önemi yoktur. Kopuşların dünyasında kimin kiminle yan yana geldiği önemsizdir. İlaveten burada da hedefin aile kurumu olduğunu söylemeye gerek var mı?

Neticede cinsiyetsizleştirme de insanın üzerindeki bir başka oyundur. Ancak tuhaf olan şu ki insan bu oyunun hem faili hem kurbanıdır. Ucu nereye çıkar derseniz, bunu da dünya nüfusunu azaltma veya en azından dengeleme projelerinden biri olarak görebilirsiniz. Fakirlerin üremesini GDO’lu ürünlerle, fazlalık genç nüfusun çoğalmasını da LGBT ile kontrol altına pekâlâ alabilirsiniz. Bu sapkınlığı özendiren reklamların ardındaki kuruluşların (küresel magazin medyası, sosyal medya, internet, müzik ve film siteleri, Hollywood dizileri ve filmleri vb.) küresel sermayedarların sahipliğinde veya kontrolünde olması tesadüfle açıklanabilir mi? Aynı şekilde, tekrarlarsak, robot teknolojisinin ve yapay zekâ araştırmalarının ardında da dev küresel şirketler vardır. Bu teknoloji ile insanın emeğine, zekâsına ve “pahalı” kol gücüne olan ihtiyacı kademeli olarak azaltabilirsiniz.

İnsan için bir gelecek olacak mı sorusunu cevaplamak kolay değildir. Cevap çok yönlüdür ve kendi içinde girift bağlantıları olan bir dizi unsurun mercek altına alınmasını zorunlu kılar.

Teknolojik ilerlemenin nerelere varacağını kestirememek insanın önündeki en büyük meydan okumadır. Ne var ki kapitalizmin cazip ürünlerini seçmekte zorlanan modern insan, her nedense, “bireysel tercih” din, aile, gelenek, kültür ve değerlerin terki olduğunda pek zorlanmamaktadır.

Bireysel tercihini insani fıtrata aykırılık yönünde kullanan birinin savunması tek kelime olacaktır: Tercih! Hikâyenin geri kalanında ise susma özgürlüğünü kullanacaktır.

Geleceğin yol haritası…

Geleceğin yol haritası pusludur, net değildir. Yarına bir savaşla uyanmayacağımızı kimse garanti edemez. Yarının dünyası, yerküreye her anlamda ayar çekmek için her türlü donanıma sahip güç küresel elitlerin “dijital” dünyası olacaksa, robot teknolojisinin bütün kavramları XXI. yüzyılda tedavülde olacaktır.

Stratejist Abdullah Çiftçi’nin de dediği gibi bu elitler dünya tarihine, uygarlık ve medeniyet tarihine, dinler tarihine ve tabi ki paranın tarihine yeni bir format atacaklarsa bunun için kavramları hazırdır. Bu kavramlar yirminci asrın kavramları olmayacaktır. Yeni Dünya Düzeni bu yüzyılda yoluna Dijital Dünya Düzeni Projesi ile devam edecektir.

Bilhassa dinler söz konusu olduğunda, deizmin, ateizmin, ezoterik örgütlerin kurumsal/ana dinlerin karşısına dikilmesi de tesadüf değildir.

Buna da ayrı bir fasıl açacağız inşallah…