Makale

DOÇ. DR. VEHBİ BAŞER: “Aile bireylerinin öncelikle ilişkilerini çok değerli görmesi; fikir ayrılıkları, anlaşmazlıklar ve gerilimlere rağmen bu ilişkiyi ‘sahiplenilmesi gereken bir lütuf’ olarak değerlendirmesi gerekir.”

SÖYLEŞİ

Söyleşi: Mahir Kılınç

DOÇ. DR. VEHBİ BAŞER: “Aile bireylerinin öncelikle ilişkilerini çok değerli görmesi; fikir ayrılıkları, anlaşmazlıklar ve gerilimlere rağmen bu ilişkiyi ‘sahiplenilmesi gereken bir lütuf’ olarak değerlendirmesi gerekir.”

1961 Eskişehir doğumlu. Lisans öğrenimini 1985’te, doktorasını 1993’te tamamladı. 2000’de Uygulamalı Sosyoloji alanında Doçent unvanı aldı. Hâlen Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Gerek ülkemizde gerek yurt dışında pek çok projede hem yönetici hem de katılımcı olarak yer aldı; sosyoloji ve Felsefe alanındaki kongre ve sempozyumlarda bildiri sundu; araştırma ve makaleler yayımladı. Çeşitli seminer ve konferanslar verdi, televizyon programlarına katıldı. Sosyoloji Derneği, Sosyologlar Derneği ve Uluslararası Sosyoloji Derneği (International Sociological Association) ile bu derneğin Clinical Sociology Research Commitee (RC 46) üyesi olan Vehbi Başer, evli ve iki çocuk babasıdır.
Aile neden önemlidir, neden aile üzerine araştırmalar ve çalışmalar yapılmalıdır?
Mesleğim gereği, ailenin sosyolojik açıdan önemine değinmem yerinde olur. Aile, insanın en temel maddi ve biyolojik ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için tarihsel ve kültürel olarak inşa edilmiş en optimal çözümdür diyebiliriz. İnsan, ancak insanla ünsiyet kazandığı zaman gerçekten insan olur ve insana ünsiyet kazandıran en etkili mekanizma da ailedir. İnsanoğlu, aile kurumu ile bireylere ünsiyet kazandırma işlevini kültürel olarak bir düzene kavuşturmuştur. Aile, kadın ve erkeğin hem kendileri hem de toplum için yararlı, tatminkâr ve mutlu bir birliktelik yaşamalarını sağlamak ve çocukların ünsiyet kazandırılarak topluma katılmasını temin etmek işlevlerini karşılayan bir yapıdır.
İnsani bir birliktelik ve hayatı paylaşma formu olarak aile yapısının giderek büyük insani maliyetler doğuracak şekilde hırpalanması, ailenin yeniden araştırma konusu yapılmasını zorunlu hâle getirmektedir. Teorik Sosyoloji açısından ailenin keşfedilmemiş bir şeyi kalmamış olabilir ama sosyologların aynı zamanda gerçek hayattaki sosyal problemlerin çözümü için hem bilgi üreten hem müdahale faaliyetlerini üstlenen Klinik Sosyoloji çalışmaları da mevcuttur.
Gerçek sosyal aktörler, kendi problemlerini sosyolog gibi analiz ederek çözemeyecekleri için onlara problemlerini çözme becerisi kazandırmak klinik sosyoloğun marifetidir. Bu yüzden klinik sosyologlar, sosyal hayatın iyileştirilmesi çerçevesi içinde aile hayatının barındırdığı gerilim ve problemlerin topluma bindirdiği büyük maliyetleri azaltmak amacıyla hareket ederler. Ne olup bittiğini ve bunlara nasıl müdahale edilebileceğini inceleyerek son derece ihtiyatlı ve mahremiyete riayetkâr çözümler geliştirilmesine katkıda bulunurlar. Aile alanında yapılacak araştırmaların özellikle Uygulamalı ve Klinik Sosyoloji çerçevesinde gerçekleştirilmesi büyük önem arz etmektedir.
Sağlıklı bir aile yapısı için aile içi iletişimin önemi nedir? Bu iletişim nasıl olmalıdır?
Aile içi iletişim, bireylerin kendileri arasındaki mesaj alışverişi demektir. Ancak insanlar arasında asıl önemli olan, iletişim değil, etkileşimdir. Kriz, eğer insanların mesaj alıp vermesiyle ilgili ise buna iletişim problemi diyebiliriz. Oysa bugün iletişim problemi olarak görülen meselelerin pek çoğu etkileşim problemidir.
Günümüzün problemleri, geleneksel ve modern girdilerin birbiriyle uzlaştırılamaz, çelişik ve hatta çatışık biçimde hayatımızı kuşatmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu da öncelikle etkileşim çerçevemizin bozulmasına neden oluyor. Temelde iletişimin sağlıklı olması, aile içerisinde etkileşimin iyileştirilmesiyle mümkündür. Peki, nedir etkileşim? Kabaca, insan ilişkilerinin insanlar arasında kurgulanmış yapı ve süreçleri olarak tarif edilebilir. İletişim bunu sadece dile döken bir süreçtir. Dolayısıyla sırf iletişimle uğraşarak insanlar arasında bozulan ilişkileri ve bunu mümkün kılan etkileşimi düzeltemeyeceğiniz gibi iletişim problemlerini de çözemezsiniz.
İletişim problemlerinden önce etkileşim problemlerinin çözüme kavuşturulması, sağlıklı iletişimin temelini oluşturur. Aile bireylerinin öncelikle ilişkilerini çok değerli görmesi, fikir ayrılıkları, anlaşmazlıklar ve gerilimlere rağmen bu ilişkiyi “sahiplenilmesi gereken bir lütuf” olarak değerlendirmesi gerekir. Eşlerin, beraberliklerine zarar verebilecek her şeyi dışarıda bırakacak bir iradeyle birbirlerinin ellerini tutmaları çok önemlidir. Sağlıklı bir iletişimi mümkün kılan, ilişkilerin içinde biçimlendiği sağlıklı bir etkileşim sürecidir.
“Aile toplumun temelidir.” düsturundan hareketle aile kurumunda baş gösteren bir olumsuzluk, toplumsal bünyeye nasıl yansır?
Ailede yaşanan basit huzursuzlukları düşündüğümüzde çalışan eşlerin iş yerlerinde verimsiz olmaları, huzursuz evlerde yetişen çocukların eğitimde başarısız olmaları ve bunların getirmiş olduğu baş edilemeyen öteki sorunların ortaya çıkması gibi olumsuzluklardan söz edebiliriz. Kaldı ki, ailede sadece basit huzursuzluk veya mutsuzluk yok. Kimi ailelerde şiddet, kiminde ise istismar var. Bunca bozulmanın yaşandığı aile hayatının toplumda yol açacağı tahribatı varın siz düşünün.
Aile mükemmel bir şey değildir ve mükemmel olan bir aile de yoktur. Başka yollardan tatmin etmeye kalktığınızda ise daha yüksek sosyal maliyet üretecek ihtiyaçların optimal bir biçimde karşılandığı kurumsal bir yapıdır aile. Güllük gülistanlık bir aile düşleyebiliriz fakat bunun kendiliğinden gerçekleşecek bir mucize olmadığını da görmeliyiz. Aile hayatında çeşitli yoksunluklar ve olumsuzluklar yaşanabilir. Aile, bu olumsuzluklarla mücadele ederek problemleri çözen ve ailenin olmadığı bir ortamda insanın elde etmesi mümkün olmayan tatmin ve mutluluğu sağlayan bir yapıdır. Ancak problemlerin hayatın işleyişinden değil aileden ve aile üyelerinden kaynaklandığını düşünmek, hem problemleri hem de mutsuzlukları büyütür. Bu bakış açısının varacağı durak boşanmadır. Boşanmanın maliyeti, hem eşler hem çocuklar hem de toplum açısından çok büyüktür.
Geçmiş ve gelecek kuşaklar arasında köprü olan çağımız nesli, sağlıklı bir kültür ve değer aktarımını nasıl başarabilir? Bu ödevi başarabilmek için hangi örnekliklerden hareket edilebilir?
Geçirdiğimiz dönüşüm süreçleri bizi öyle bir noktaya getirdi ki çocukların kültürle donatılması noktasında aile yetersiz kalıyor. Geleneksel aile yapısında kültür aktarımını sağlayan akrabalık sistemiydi ve çocuklara kültür transferini yapan da babaanneler ve büyükbabalardı. Modern dünya bu geleneksel mekanizmaları çözüp dağıttı. Giderek ortadan kalkan akrabalık ilişkilerini canlandırarak kültür aktarımının bu yolla gerçekleştirilmesini ummak da gerçekçi değil. Peki, bunu nasıl yapacağız? Kitle iletişimi alanında, kültür aktarımını sağlayacak fikir ve ürünlerin geliştirilmesi çok önemli. Bu alanda çok büyük bir boşluk bulunuyor. Ayrıca okullarda kültür aktarımı alanında, ailelerin hem sorumluluk üstleneceği hem de söz söyleme hakkına sahip oldukları, okulda çocuğu bulunan aileler arasında sıkı bir diyalog kurulmasını sağlayacak çözümler bulmak gerekiyor. Bu açıdan okullarımızda Uygulamalı ve Klinik Sosyoloji eğitimi almış okul sosyologlarının istihdam edilmesi çok önemli katkılar sağlayacaktır.
Konuyla ilgili “iyi örnekler”i toplamak amacıyla yapılan çalışmalar var ama bunlar da amatör kalıyor aslında. Kültür ve değer aktarımında iyi örneklerin ortaya çıkarılması amacıyla eylem araştırması ve raporlaması yönteminden yararlanılarak daha etkin çözümler üretilmesi gerekiyor.
Çocuklarımız “medyatik şiddet”e her geçen gün daha fazla maruz kalıyorlar. Bu şiddetten çocuklarımızı korumak için neler yapmalıyız?
Çocukların yetiştirilmesinde ebeveynler, birinci derecede etkili olmalıdır. Hiçbir hazır reçete ve kurumsal çözüm, ebeveyn etkinlik ve sorumluluğunun yerine ikame edilemez. Çocuğunuz varsa hayatınızı onunla geçirecek ve mümkün olan her anınıza onları dâhil edeceksiniz.
Çocukların şiddetten korunması için medyadaki şiddet içerikli yayınların daha dikkatli mekanizma ve süreçler işletilerek denetlenmesi gerekiyor. Bu konuda, ebeveynlerin çocuklarına neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatmaları da gerekli ama bu yetersizdir; çocukların anlaması yetmez, çocukların hayatlarını şiddete maruz kalmayacak şekilde düzenlemek, ebeveynin sorumluluğudur. Bu açıdan anne baba olarak çocuğunuzu kısıtlayıcı bir rol oynamanız gerekiyor. Kısıtlama denince hemen katı ve dayatmacı tutumlar akla geliyor; sınırlama, engelleme, yasak dayatma gibi otoriter tutumlar yerine, katılımcı ve çocukları söz sahibi kılarak sürece dâhil eden bir yaklaşımla kısıtlamalar koymak ve çocuğun buna riayetini yine insancıl bir denetim anlayışıyla sağlamak gerekiyor. Bu da çocuk üzerinde söz sahibi olmak demek. Ebeveynler çocuklarıyla “arkadaş gibi” ilişkiler kuracağım derken “Beni hiç dinlemiyor.” sözüyle şikâyet ettikleri bir duruma düşüyorlar.
Başka bir mesele de çocukları medyayla baş başa bırakmamaktır. Anne baba, asıl işleri yanında çocuğuna bakım hizmeti veren bir personel gibi davranamaz. Kendi hayatında çocuğa yer vermek değil, çocuğunun hayatında var olmaktır önemli olan. Çocuğun bir ünsiyet varlığı olabilmesi, ana babasının onunla ünsiyet kurmasına bağlıdır. Dolayısıyla onların dünyalarına girmek ve çocuğunun hayatına katılarak uzun vakitler ayırmak, çocukları olumsuz etkileyecek girdilere de engel olacaktır. Ama daha önemlisi, çocuklarıyla gerçek bir hayat tecrübesi yaşayarak kendileri de huzur bulup mutlu olacaklardır.
Aile kurumu her aşamasında azami derecede önem vermemiz gereken bir kurum. Son olarak buradan hareketle yeni bir ailenin kurulması aşamasında bireylere ne gibi ödev ve sorumluluklar düşmektedir?
Günümüz toplumunda insanların kalıcı her türlü girişim ve beraberlikleri formal çerçevelere oturtulmak zorundadır. Bu bağlamda aile kuracak bireylerin evlenmeden önce aileye yönelik ciddi bir eğitimden geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde kimse geçerli ve uygun bir eğitim almadan araba kullanmayı dahi başaramaz. Aile hayatı da, en az trafik kadar çok çeşitli anlaşmazlık, gerilim ve çatışmalara gebedir ve bunlarla başa çıkmayı, hiçbir genç kendiliğinden biliyor değil. Eşler arası ilişkilerde karşılaşılabilecek anlaşmazlıkların, aile bağını sarsabilecek risklerin neler olduğunu, bu riskler karşısında eşlerine saygıyı ve kendi öz saygılarını koruyarak aile olmayı sürdürmenin inceliklerini tartışarak değerlendirebildikleri, katılımcı bir eğitimin eşler için gerekli olduğunu düşünüyorum.