Makale

SOSYAL MEDYA VE ASOSYALLEŞMENİN EŞİĞİ

SOSYAL MEDYA VE
ASOSYALLEŞMENİN EŞİĞİ

Mustafa Talha Özkan

Ben, ataerkil bir ailenin üç çocuğundan biriydim ve oyuncaklarım; bisiklet -ki çok büyük bir lüks-, top ve misketten ibaretti. Yaz tatillerinde evimizin duvarından atlayınca avlusuna iniş yaptığımız Şakir Berkan Camii’nde öğlene kadar Kur’an kursu, kurs çıkışı akşama kadar oyun… Akşam yemeği sonrası babaya tekmil veriş ve yatış. Bu arada annemizi de gün içinde sadece öğle yemeğinde görürdük. Aile içi ilişkimiz o yıllarda böyle idi.
Sonra ne oldu? İşte ne olduysa sonradan oldu. Keşke hep çocuk kalabilseydik dediğimiz yıllar birbiri ardınca geçti. Büyüdük üniversite bitti, evlendik, baba olduk, anne olduk. Şahsen ben, internet ve mobil telefonlara olan direncimi, üniversite tezim için kütüphane kütüphane dolaşarak, onlarca kitap okuyarak gösterdim. Lakin iş hayatına atılınca internet ve mobil telefon kaçınılmaz oldu. Bu süreç, 2000’li yılların devamında Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformlarının ortaya çıkışına denk düşüyor.
Lakin malumunuz sosyal medya ağı bunlarla sınırlı değil ki. En korkunç ve müdahale edilemez olanı yani tek yönlü yayın yapan televizyon, evin başköşesinde yerini almıştı ve iki yaşındaki oğlum birçok subliminal mesaj içeren çizgi filmleri anlamsızca seyretmeden yemek yemiyordu.
Şimdi filmi biraz ileri sarıyorum, fotoğraf makinelerinin radyonun yerini alan olağanüstü mobil telefonların çağına doğru. Belki biz yetişkinler için marka, model, fiyat demek telefon, lakin çocuklarımız için önemli olan, içinde barındırdığı cigabaytlar… Ne kadar cigabayt o kadar telefonla oyun demek çünkü onlar için. Çocuk hangi kanalı nasıl açacağını zaten biliyor. Bu arada gayriihtiyari abes kanallara girse anne habersiz çünkü “ebeveyn koruması”ndan bihaber. Bu bahsettiklerim 2-5 yaş arası çocuklar için. Bir de 7 yaş üstü çocukların maruz kaldıkları tehlikeler var ki bunlar tamamen hedef kitlesi belirlenerek planlanmış dijital saldırılar. 7 yaş üstü çocuklar, özellikle ergenlik döneminde internet üzerinden “sohbet/chat” yapmak için türlü kanalları yoklamakta ve bu durum vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Ana temamız sosyal medya ve aile içi iletişim olduğu için bir nebze aile içi ilişki ve iletişime değinmek istiyorum. Basit bir soruyla yarayı biraz kaşıyalım: İnternet faturasını erteleyip diğer ihtiyaçlarını önceleyen var mı; varsa ilk taşı o atsın bana…
Aile, toplumun temel taşıdır. Buradaki “temel taşı” tabirini es geçmeyelim, doğal afetlerde temelin sağlamlığıdır binayı ayakta tutan. Eski aile modellerini yâd edip derinden bir “nerede o günler” dememek elde değil lakin biz günümüz aile modeline bakalım.
Günümüz ailelerinde, çoğunlukla hem anne hem baba çalıştığı için, bakımıyla ilgilenen kişi çocuğun yemeğini yedirir, ödevlerini yaptırır. Anne ve baba da (çoğunlukla) iş dönüşü yolda bir şeyler atıştırmış olarak eve gelir. Bütün gün çalışmış olmanın yorgunluğuyla kendilerini bir koltuğa atıp telefonlarını ellerine alırlar. İnternette sörf yaparken ya eşim bir şey derse ya çocuğum dersleri için yardım isterse korkusuna bir de FOMO’yu (fear of missing out/o an internette olup bitenden geri kalma korkusu) ekleyerek paylaşımlarının “like” sayısını veya yeni paylaşımları tetkike başlar. Bu esnada ebeveynin, evlatlarından bir talep gelmesi/bu talebin ısrara dönüşmesi ya da ebeveynin birbirlerinden bir şey istemesi maalesef bir aile kavgasının fitilini ateşler. Hülasa, internetteki sosyal paylaşım siteleri, sohbet odaları, oyunlar aile içi ilişkileri sıfırladığı gibi iletişimi de yaralar.
Bugün, akademik yazılarda, konferans ve panellerde, medya ve sosyal medyanın aile içi ilişkilerdeki olumsuz etkisini okuruz/dinleriz genelde. Oysa hepimiz, “Mutlu aile tablosu nasıl oluşturulur? Sağlıklı ilişkiler nasıl kurulur?” bunları bilmek isteriz. Farzımuhal, anne baba birlikte akşam yemeğini hazırlıyor, çocuklar da gerekli malzemeleri masaya taşıyor. Ailece yenilen bir akşam yemeği sonrası sohbet etmek üzere oturuluyor. Çocuk, annesi ve babası işten dönmeden ödevlerini bitirmiş, kitabını okumuş. İşte günümüzde özlediğimiz tablo…
Bir de konunun bizi alakadar eden kısmı var ki oldukça basit: Oğuz Atay der ki, “Değiştiğimiz, geliştiğimiz falan yok, sadece kusurlarımıza alışıyoruz.” İşte bu aforizmayı tersine çevirmenin tam zamanı. Gelin cep telefonlarımızı yerine yani cebimize koyalım ve o telefonlara da sadece görevlerini yapma şansı tanıyalım. Oluşan boşluğu bir kitap okumaya başlayarak dolduralım. Lakin dijital kitap değil, sayfalarına dokunabildiğimiz, mürekkebin kokusunu içimize çekebildiğimiz bir kitap.
Bu, bizi rol model alan çocuklarımıza da çok önemli bir misal teşkil edecek, göreceksiniz…
Derslerine ve ailesine ayırması gereken zamanı, televizyon/tablet/telefonla heba eden çocuklara aileleri maalesef sosyal, kültürel ve manevi anlamda hiçbir katkı sağlayamamaktadır.

Çocukları dijital medyanın zararlarından korumak için neler yapmalı?
Çocuğunuzun bilgisayarının taşınabilir model olmamasına dikkat edin.
Çocuğunuz internette iken muhakkak yanında bir müddet oturun ve onu her an tekrar ziyaret edebileceğinizi hissettirin.
Bilgisayara ebeveyn koruması koymayı asla unutmayın.
Zararlı sitelerin niye zararlı olduğunu, onun anlayacağı bir dil ve lisanıhâl ile izah edin.
İnternette geçireceği vakti sınırlayın; bir süre belirleyin ve asla ödün vermeyin.