Makale

AKLEDEN KALPLER

AKLEDEN KALPLER

Dilara Tekin Gölcü

Akıl başka, kalp başka mı söyler?
Aklın seçtiği, kalbi acı içinde bırakan bir tercih mi olur çoğu zaman?
Yahut kalbin seçtiği yolun zararları ortaya çıkınca; aklımızı duvardan duvara mı vururuz?
Sonuçları hususunda ikisinin yolları daima kesişirken, akıl ve kalp birbirinden bu kadar ayrı yaratılmış olabilir mi? Nasıl birbirinden bağımsız kabul ettik bu zamana dek onları?
“Kalp, bir mastar olarak, Arapçada “bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek” anlamını taşır. Arap dilcilerine göre, kalbin insanın gönlüne ad olması, gönlün süratle değişmesinden ve hâlden hâle geçmeye yatkın bir yapıya sahip bulunmasındandır. Nitekim Hz. Peygamberimiz de Allah’ı “Mukallibü’l-kulûb” (kalpleri hâlden hâle sokan) olarak anarak kalbin hem varlık yapısındaki temel özelliğine, hem de filolojik yapısına dikkat çekmiştir (Ahmed Kalkan: Kavram Tefsiri; kalp/gönül, 977, Kavram nu: 111). Bu bilgilerden anlıyoruz ki kalp; değişken, hâlden hâle geçebilen bir yapıya sahip. Geriye yaslanıp bir düşünelim. Hiç sevmediklerimizi sevebiliyor, çok sevdiklerimize bir zaman sonra uzaklık hissedebiliyoruz. Duygusal anlamda asla yapmam deyip yaptığımız, rahatlıkla yapabileceğimizi düşünüp zorlandığımız kaç husus var kim bilir.
Uzun gayretler sonucu kazandığımız güzel bir hasleti tuzla buz edebiliyor yaşanan hadiseler. Kendimizi, kalbimizi ve zihnimizi inşa etmeye başladığımızı düşünürken koca dünyanın ortasında yenik ve başaramamış hissedebiliyoruz. Tek bir cümle hatta bazen tek bir bakış buna yetiyor. Üstelik o esnada belki de kendimizden emin vaziyette, kalabalıklar içinde dolaşıyor, birilerine hayli akıllıca ve faydalı tavsiyeler veriyoruzdur. Tanıdık geliyor mu?
Görüyoruz ki en çok ve en hızlı değişen parçamız, kalbimiz. Nereye dokunsak gölgesini üzerimize usulca bırakıyor. Tüm bu hakikatlere rağmen bizler yanlış, boş ve faydasız işler yaparken “öylesine” yaptığımıza kendimizi ikna ederek etkilenmediğimize inanmak istiyoruz. Fakat günün sonunda sadrımıza yerleşen o kekremsi tat bizi rahatsız ediyor. Bir şeyleri doğru bulmuyor, vaziyetimizden içten içe memnun olmuyor, yorganı başımızın üzerine çekip uykuya devam etmek istiyoruz. İstiyoruz istemesine de bunu başarabiliyor muyuz?
Kalan tüm organlarımızın sıhhati yerinde olmasına rağmen tek başına bedenimize ve ruhumuza etki edebilen kalbimiz hakkındaki uyarıyı, asırlar öncesinden Resulüllah’tan (s.a.s.) alıyoruz. “Bilin ki vücutta öyle bir organ vardır ki o sağlıklıysa tüm vücut sağlıklı demektir. Fakat o hastaysa tüm vücut hasta olur. Bu organ kalptir” (Müslim, Müsâkât, 107)
Ayetlerde sıkça akıl ve kalp ikilisinin birlikte anıldığını görüyoruz:
“...Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.” (Haşr, 59/14)
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hac, 22/46)
Burada dikkat etmemiz gereken nokta Allahü Teâlâ, kalbimizle akletmemizi yani akıl ve kalbi birlememizi istiyor. İkisini bir bütün hâlde, yaşamın anahtarı olarak önümüze sunuyor. Bunları, değil ayrı ayrı düşünmek, işlevsel hâle getirmek için daima aynı anda kullanmamız gerektiğini öğretiyor. Pekâlâ, o hâlde neden hâlâ kilitli kapılar önünde çaresiz hissediyoruz? Madem anahtar ellerimize bırakılmış, umutsuzluğumuzun sebebi nedir?
“Allah’tan başka ilah yoktur.” derken, İhlâs suresini okurken, İslam’ı tarif ederken hep aynı hakikate varıyoruz: Tevhit, birlemek. Böyle olmasına rağmen insan hayatı içinde en önemli iki unsur olan akıl ve kalbin birlenmesinden daha tabii ne olabilir? Israrla onları birbirinden ayrı noktalara koyarak aldığımız kararların yıpratıcı sonuçlarıyla yoruluyoruz. Kalbimizi çalıştıran, kirden arınıp ayetlerle sükûn bulmuş ferah aklımız olmalı. Bu ferah ve açık akıl kalbi öyle bir çalıştıracak ki akleden kalp seçtiğiyle mutmain olacak.
“Hayır hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifîn, 83/14) Kalbimize bulaşan minik minik lekeler zamanla öyle bir hâl alıyor ki kendi sesimizi duyamaz oluyoruz. Göremiyor, hissedemiyor, akledemiyoruz. Kir pas arttıkça temizlemekte zorlanıyoruz.
İnsan, arzularından güzel ve temiz olanları seçip kendisini salih amellere götürecek duygulara sahip olduğunda kötülüklerin kalbinde oluşturduğu kararmadan kurtulmaktadır. Ayrıca kalp, zamanla ilahi bir temizlenmeye liyakat kazanarak bembeyaz olmaktadır. Resulüllah (s.a.s.) bu durumu şöyle dile getirir: “Fitneler kalbe işledikçe siyah bir nokta oluşur, kalp onları kabul etmediği takdirde bu sefer kalpte bembeyaz bir nokta meydana gelir.” (Müslim, Îmân, 231)
O hâlde kendimizi karanlıklara mahkûm etmek yerine, kalbimizi usul usul arındırıp, aydınlığın kapılarını aralayacağız. Elimize teslim edilen anahtarı kullanarak, aklı ve kalbi birleyeceğiz. İşte o zaman akleden kalbimizle tüm dağınıklığımız sona erecek.