Makale

“Din” Nedir?

“Din” Nedir?

Said Halim Paşa

İslamiyet’in nazarında din, keyif ve arzuya bağlı olarak bazen yüceltilen bazen hakir görülen hayalî veya itibari bir şey değildir.

Din, hiçbir zaman “metafiziğin ıssız çöllerinde mahpus muhayyilemizin, tehlikeli tasavvurlarından ibaret boş teselliler, erişilmesi imkânsız vaatler veya geleceğe ait emeller vasıtası ile mevhum bir saadeti elde etmeye veya elem ve ızdırapları teskine yardımcı, hayali bir vasıta” değildir.

İslam’a göre din, beşeriyetin maddi, manevi ve akli muvazenesini sağlayan ebedî kanun ve düsturlara karşı gösterilmesi gereken saygı yoluyla, insanlığın saadetini bir hayal olmaktan kurtarıp müspet bir hakikat kılmaktır. Tekâmül kanunlarının insanlara en faydalı bir tarzda sevk ve idaresini mümkün kılacak, tabii, akli ve ilmî her çeşit sebep ve vasıtaların devamlı olarak aranması ve tatbik edilmesidir. Tek gayesi ise Âdemoğlu’na hayır ve hakikatin doğru yolunda rehber olmak; sonsuz meçhullerle dolu fizik ötesi dünyasında şaşırmaya mahkûm olan düşüncesine istikamet göstermektir.

Bu tarifin de göstereceği gibi din, insanı her çeşit faaliyetlerinde murakabe eder, tekâmüle olan kabiliyetlerini sonsuz derecede genişletip artırmak şeklinde olan yüce hizmetini yerine getirir. Buna karşılık da hak ettiği ve layık olduğu hürmet ve bağlılığı ister.

İşte bu sebeple İslam şeriatı, hayatımızın en ufak teferruatına kadar her şeyimizde daima ve sonsuz bir tesir ve nüfuza sahip bulunmuştur. Manevi varlığımızın gelişmesine her zaman kati olarak tesir etmiş, fikir ve irfanımızın esası olmuştur.

Bu sebeple deriz ki:

Bir yaşayış tarzı seçmek, insanların hayatlarının bir gereği oldukça ve tekemmül kabiliyetleri bir inanç sistemine iman etmeyi mecbur kıldıkça, en kati bir iman ile bağlanacağımız din, ancak ve ancak İslamiyet olacaktır.

Hazret-i Muhammed’in şeriatı, Garp milletlerinden geri kalmamıza sebep olduğu zannını verecek kadar yanlış tanınmıştır. Bu zannı veren ise, Müslüman milletlerin, diğer ümmetlere nispetle geride bulunmasıdır.

Hristiyanlar, İslam dünyasının her tarafında hayretle gördükleri gerilik alametlerini, İslamiyet’ten biliyorlar. Buna mazurdurlar. Çünkü onların karşısına, terakki yollarında ilerlerken, sadece kendi dinleri ve bu dinden doğmuş bulunan ruhban sınıfın saltanatı çıkmış, mani olmaya çalışmıştı. Bu yüzden, Müslümanların geri kaldığını gören bir Avrupalı hemen kendilerine kıyas ederek, sebebin Müslümanlık olduğunu tahmin ediveriyor.

Böyle bir zanna kapılmak, bir Hristiyan için tabii sayılırsa da yanlış olmaktan da kurtulamaz. Çünkü bu hükme varırken İslamiyet’in esasına vakıf olmuş, Müslüman milletlerin geri kalmasına sebep olan tarihî ve gerçek sebepleri araştırmış değildir. Sadece Hristiyanlık hakkındaki müşahede, bilgi ve değer ölçülerinden ilham almıştır. Bu şekilde verilen bir hüküm ise şüphesiz hatalı olacaktır.

Bu sebeplerle şeriatımızın, geri kalmamıza sebep olduğu hakkındaki kanaat asılsız, boş ve yanlış bir fikirden ibarettir. Bu yanlış düşünce, hiç bir şekilde dinimizin noksanlığına delil olamaz. Bir cemiyetin ilerlemesine engel olan sebep ve amilleri tespit etmek de kolay değildir.

Bir milletin gerilemesi, ekseriya uzun bir hadiseler zincirinin ve beşeriyetin umumi tekâmülünün, bu cemiyetin içinde ve dışında meydana getirdiği birçok sebep ve amiller neticesinde olur.

Roma İmparatorluğu’nun çöküş sebeplerini tespit etmek için her devirde ve çok sayıda tarihçiler senelerce çalışmaya mecbur kalmışlardır. Buna rağmen bu mesele, artık halledilmiş nazariyle bakılmak şöyle dursun, hala bitmez tükenmez araştırma ve münakaşalara kaynak olmaktadır.

Roma hakkında böyle olursa, kendisini meydana getiren kısımlarının her biri ayrı bir imparatorluk olan İslam âleminin gerilemesi hakkında doğru bir fikir edinebilmenin, nasıl bir gayret ve çalışmaya bağlı olduğu anlaşılır. Hâlbuki bu meselenin aydınlanması pek önemli olduğu halde ciddi hiç bir teşebbüste bulunulmamıştır. Bu hususta, tarihi tetkik denebilecek hiç bir külfet göze alınmadığından, İslam âleminin çöküş sebebi, bilgi yokluğundan, cevapsız kalmıştır. Bugün ortaya atılacak cevaplar ise tabii olarak ciddiyetten uzak, eksik ve keyfi olmaktan kurtulamıyor.

İslam’ın geçmiş asırlardaki azametini kuvvetten düşüren çeşitli sebepleri ortaya döküp saymaya bugün imkânımız yoktur. Fakat bu gerilemenin günümüzdeki amillerini araştırıp tetkik edebiliriz. Mesele bu şekilde ortaya konunca, şimdiki geriliğimizin, dinimizin emirlerine lüzumu kadar önemle bağlı bulunmayışımızdan ileri geldiği görülüyor. Bu fikir, İslam âleminin en salahiyetli şahsiyetleri tarafından tasdik olunmaktadır. Bugünkü gerileyişimizin sebebi dinimizin esaslarına riayet etmeyişimiz olursa, geçmişte bu esaslara uyduğumuz için geri kaldığımıza ihtimal vermek ne aklen ne de mantıken mümkün olabilir.

Zaten dinimiz aleyhinde ilim, fen ve yeni fikirler adına yapılan ithamlar, vaktiyle yapılanlardan daha insaflı veya daha ciddi değildir. Dinimize gösterdiğimiz bağlılıktan dolayı bizleri taassupla itham etmeleri de bu kabildendir. Herhâlde bu gibi yalan ve aldatmalar, iki dünya arasındaki husumeti ve itimatsızlığı devam ettirmekten başka bir şeye yaramaz.

*Buhranlarımız kitabından alıntılanmıştır.