Makale

KELÂM-I KADÎMİN HATASIZ BASIMINI GAYE EDİNMİŞ BİR MÜESSESE: MUSHAFLAR TETKİK HEYETİ-3

KELÂM-I KADÎMİN HATASIZ BASIMINI GAYE EDİNMİŞ BİR MÜESSESE:
MUSHAFLAR TETKİK HEYETİ-3

Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Dergimizin Nisan sayısında, Latin harfleriyle Mushaf basımı teşebbüsleri karşısında Mushaflar Tetkik Heyetinin bir kısım çalışmaları üzerinde durmuş, son olarak yayıncı İbrahim Hilmi’nin Latin harfleriyle Kur’an ayetlerini doğru okuyabilmek iddiasıyla hazırladığı ve birtakım harf ve işaretlerden oluşan çizelge hakkında, ağırlıklı olarak Mushaflar Tetkik Heyeti reis ve azalarından oluşan bir komisyonca hazırlanan rapora sayfalarımızda yer vermiş ve müteakip gelişmeleri bir başka makalede ele almaya çalışacağımızı ifade etmiştik.
Mushaflar Tetkik Heyetinin raporlarına istinaden Müşavere Heyetinin Latin harfleriyle Kur’an ayetlerinin doğru yazılıp okunamayacağına ilişkin kararlarına rağmen, İbrahim Hilmi bir yıl sonra, 1932’de bu defa Latin harfleriyle ve belirlediği işaretleri uygulayarak “Elkuran (Elmushafüşşerif)” adıyla sözde bir Mushaf bastı. Tabii, önceki yazışmaların sonucu bilindiğinden, bu kitap, basımından önce tetkik edilmek üzere Reisliğe gönderilmedi; haliyle normal Mushaflar gibi, Mushaflar Tetkik Heyetinden onay aldığını ifade eden herhangi bir mühür taşımıyordu. Ancak bu kitap, yayıncı tarafından Başvekâlete gönderilmiş, Başvekâlet de 26 Mayıs 1932 tarih ve 6/1446 sayılı yazı ekinde tetkik edilmek üzere bunu Diyanet İşleri Reisliğine havale etmişti.
Makamın direktifi üzerine söz konusu kitabı bu defa doğrudan Müşavere Heyeti incelemiştir. Heyet, Reislik makamına arz edilmek üzere hazırladığı ve 28 Mayıs 1932 tarihini taşıyan mütalaasında, daha önce Reislik ile İbrahim Hilmi arasında yapılan yazışmaları ve konuya ilişkin hazırlanan raporları özetleyerek adı geçenin “Elkuran (Elmushafüşşerif)” adını verdiği bu kitap hakkında özetle şu mülahazada bulunmuştu:
Söz konusu kitabın baş tarafında, bu Mushaf’ın ‘salâhiyeti haiz ilmi bir heyet tarafından’ hazırlandığı ifade edilmişse de bu heyetin kimlerden teşekkül ettiği belirtilmemiştir. Hâlbuki basılacak Mushafların tetkikinde İstanbul’da yetkili tek müessese, Diyanet İşleri Reisliğine bağlı ve hükümetçe resmen kabul edilmiş olan Mushaflar Tetkik Heyetidir. Bu heyetin görevi, basılacak olan Mushafları tetkik, tashih ve tek tek resmi mühürle tasdik etmektir. Söz konusu Mushaf baskısının bu heyetin tetkikinden geçmediği kesindir. Ayrıca bu Mushaf’ı basan Kütüphane-i Hilmi’nin sahibi İbrahim Hilmi’nin bu konudaki 7 Nisan 1931 tarihli dilekçesine Reislikçe olumlu cevap verilmemiştir. Bilahare kendince tertip ettiği bazı harf ve işaretleri ihtiva eden bir çizelge ile 19 Haziran 1931 tarihinde Reisliğe tekrar müracaat etmiştir. Reislik bu çizelgeyi, tetkik edilmek üzere İstanbul’daki Mushaflar Tetkik Heyetine göndermiş, sonucun bir rapor halinde Reisliğe gönderilmesi istenmiştir. Bu amaçla oluşturulan komisyonca hazırlanan 25 Temmuz 1931 tarihli rapor Reisliğe gönderilmiştir. Komisyon raporunda, adı geçenin tertip ettiği işaretlerin yeterli olmadığı, bunları kullanarak Kur’an’ın doğru bir şekilde yazılıp okunamayacağı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla İbrahim Hilmi’nin bu defa Latin harfleriyle ve sözü edilen işaretleri kullanarak hazırlayıp yayınladığı Mushaf, Cumhuriyet hükümetince yetkili bir kurum olarak kabul edilmiş Mushaflar Tetkik Heyetinin tetkikinden geçip uygun görüş almamıştır.
Söz konusu kitapta, Kur’an-ı Kerim’in kelime ve cümleleri keyfi bir tarzda ayrılmış ve kelimeler karmakarışık hâle getirilerek “tağşişat ve tahrifata” sebebiyet verilmiştir. Buna göre usulsüz Mushaf basmış olan Hilmi Bey hakkında lazım gelen muamelenin takdir ve tatbiki için Başvekâlete yazılması uygun olacaktır.
Müşavere Heyetinin bu mütalaasının Başvekâlete gönderilip gönderilmediği bizim meçhulümüz; ancak, adı geçenin teşebbüsünün engellenmediği, bu fiiline karşı herhangi bir müeyyide uygulanmadığı açıktır. Nitekim 1937’ye gelindiğinde kitabın 3. baskısı bile yapılmıştı.
“Elkuran (Elmushafüşşerif)”
İbrahim Hilmi’nin bastığı Mushaf’a baktığımızda, başta kitaba verdiği ad olmak üzere, gerçekten son derece zorlama bir iş yaptığını görüyoruz. Adı geçen, Latin harfleriyle yazılmış kelimelerin altına üstüne, sağına soluna kendince birtakım işaretler koyarak anlaşılması fevkalade zor bir metin ortaya çıkarmıştı. Yukarıda özetlediğimiz Müşavere Heyeti mütalaasında da ifade edildiği gibi kitabın iç kapağında, “salâhiyeti haiz ilmî bir heyet tarafından yeni harflere çevrilmiş ve bu heyet tarafından tashihine bakılmıştır” notu yazılmış; ancak herhangi bir isme yer verilmemişti. Yine iç kapakta yer verilen başka bir notta da metinde kullanılan işaretlerin “Bay İbrahim Hilmi” tarafından vaz ve ihdas edildiği, kullanılan işaret ve imlanın her hakkının “mahfuz ve müseccel” olduğu yazılmıştı. “İzahat” başlığı altında da yeni harflerle basılmış bu Mushaf’ın nasıl okunacağı sekiz madde halinde anlatılmaktadır ki bunları kavrayabilmek için harcanacak zamanın yarısıyla bile Kur’an’ı kendi orijinal harfleriyle öğrenmek mümkündür.
Belirlediği işaretlere ve bunların metinlerde uygulanışına bakıldığında, ayetlerin okunmasının gerçekten içinden çıkılmaz bir hal aldığı hemen anlaşılmaktadır. Buna rağmen, ilginçtir ki İbrahim Hilmi bu işe, “dindarâne” bir hürmetle, “Kitab-ı Mübini her türlü hata ve şaibeden azade” kılmaya çalışarak dindaşlarına “nâçiz bir hizmet” olmak üzere teşebbüs ettiğini yazabilmişti. “Mühim bir rica” başlığı altında verdiği bilgide de Mushaf basımından önce, kendi matbaasında Kur’an’dan birkaç cüzü, namaz surelerini de yine Latin harfleriyle bastığını ifade etmişti.
Bu yıllarda Latin harfli bir Mushaf basma teşebbüsü de İstanbul Maarif Kütüphanesince olmuştu. 1936 yılında “Camili Kur’an-ı Kerim” adıyla basılan Latin harfli ve transkripsiyon alfabeli bu Mushaf, yaygın bir şekilde satışta tutulmuştur. Ancak, hakkında Mushaflar Tetkik Heyetinin bir tetkiki ve Müşavere Heyetinin herhangi bir mütalaası bulunmadığından hareketle, bu kitabın incelenmek üzere Diyanet İşleri Reisliğine gönderilmesine bile ihtiyaç duyulmadığı anlaşılmaktadır.
Yeni bir raporun müşaveresi
Dr. İsmail Hakkı Milaslı’nın Kur’an ayetlerinin Latin harfleriyle yazımında uygulanmak üzere hazırladığı bir transkripsiyon alfabesini tetkik için Reisliğe göndermesi üzerine Müşavere Heyeti, Mushaflar ve Dini Eserler Tetkik Heyetinin (1939’dan itibaren bu adla hizmet ediyordu) bu alfabeyi uygulayarak Mushaf tab’ı konusunda yeni bir çalışma daha yapmasını istemişti. Bu talep yerine getirilmiş, Heyetin yaptığı çalışma sonucu hazırladığı raporun hülasası Müşavere Heyetinin 8 Mayıs 1945 tarihli mütalaasının başına dercedilmişti. Kendi orijinal harfleri dışında başka alfabelerle ve hassaten Latin harfleriyle Mushaf basımının doğuracağı sakıncaları ortaya koyan bu önemli raporda şu görüşlere yer verilmişti:
“1. Yazılan Mushaflarda hatt-ı Osmanî’ye riayet vaciptir. Mısır’da Hind’de ve sair İslam illerinde bu hatta riayet edilmektedir. Bugüne kadar Mushaf-ı Şerifte ayniyet ve vahdet bu hat ile temin edilmiştir. Kitabullahta vahdetin ihlali inhiraf ve tebdile müeddi olmak ihtimali sebebiyle caiz değildir. İnhiraf sayılacak bir hareketin adem-i cevazı hususunda ise eimme-i müslimin müttefiktir.”
“2. Surelerin evvellerindeki mukattaatın harfler halinde yazılıp isimleriyle okunması talim-i Nebî’ye ve vahye müstenittir. İlahî ve kadim bir âbide mahiyetinde olan bu harflere bütün tarihi ayet yazılarının korunması gayretinden daha yüksek bir titizlik gereken bunların huruf-i mukattaa halinde bırakılması vacip ve değişmesi gayri caizdir.”
“3. Hazreti Osman tarafından Kur’an’ın cem olunduğu tarihe kadar Kur’an kelimelerinden bazılarının müteradif lügatlerle okunup ashab tarafından o suretle talim edilmeleri, bunların aynı manayı müfit oldukları halde her biri bir kabile tarafından kullanılmakta olması, şeref-i İslam’a nail olan kabilelere suhulet gösterilmesi içindi. Hazreti Ebubekir tarafından ilk defa olarak bir araya cem edilen Mushaf-ı Şerif, bu lügatleri câmi bulunuyordu. Hazreti Osman, kelimat-ı Kur’aniyenin asıl bünyesini teşkil eden Kureyş lügatini ikame ve ibka etti.
“4. Latin harfleriyle Arap harflerinin karıştırılmasından vücuda gelecek olan mahlût ve emsali gayri mevcut yazı, ilmî ve sıhhi olamayacağı gibi bu harflerle Kur’an yazılması ne mahreç itibarıyla matlup mükemmeliyeti temin edebilir ne kıraat vecihleri bakımından kâfi gelebilir ne de tecvit kaidelerinin tatbikine uygun olabilir. Nitekim bizzat dilekçe sahibinin (…) kendisi, ‘Araplarca ince okunan vav yoktur’ diyor ve ‘ve hüve’yi ‘vahva’ yazıyor. Hâlbuki ‘ve’ harfi ve hatta ‘h’ harfi, huruf-u murakkakadandırlar ve daima ince okunurlar; bunların kalın okunmaları lahin olur."
“5. Bu yazının ilmî ve sıhhî olmayacağına gelince; bir kere resmi hattın hafızaya ve göze büyük tesiri olduğu şüphesizdir. İki çeşit harften terekküp etmiş munfasıl harflerle yazılı harekeleri bünyesine dâhil ve okunacak ve okunmayacak harfler ve işaretlerle muhat olup hacmi artmış bir yazı hem hafızayı hem gözü yorar. Bu bittercübe sabit olmakla beraber, yeni harfler kabulünden maksat ve gayeyi tamamen fevt eder. Büyük bir tarihe ve dini bir kutsiyete ve âlemşümul hazinelere malik bir yazı karşısında daha külfetli, mahlût ve hâdis bir yazının kabulü kârlı bir iş değildir.”
“6. (…) Zamanımıza kadar gelen İslam ehli, Kur’an’ın huruf-i Arabiyye ile kitabetini iltizam etmişlerdir. Bundan da Kur’an’ı Latin harfleriyle kitabetin caiz olmadığını tebyin eder, denilmiştir. Mülga Fetva Emaneti tarafından verilen iki fetvadan birinde, Kur’an-ı Kerimin huruf-i mukattaa ile yazılmasının men’i lazım geleceği, diğerinde de huruf-i mürekkebe-i Arabiyyeden gayri huruf ile tahrirata cevaz olmadığını bildirmiştir.”
Mushaflar ve Dini Eserler Tetkik Heyeti, raporuna son olarak, “On dört asırdan beri yazılan ve umum Müslümanlarca baş tacı olan müdevvenat-ı diniyyeyi hatırlatarak böyle bir hareketin beyne’l-ümme teessüs eden bir icma-i ilmiyi yırtmaya teşebbüs kabilinden olduğu ve semavi kitaplar arasında gerek elfaz ve meanisi ve gerek ecza ve eşkâli itibarıyla vahdet ve ayniyetini muhafaza etmek imtiyazına malik bulunan Kur’an-ı Kerim’in bu mazhariyetini idameye bütün Müslümanların mükellef bulunduğunu…” ilave etmiştir.
Müşavere Kurulu, Mushaflar ve Dini Eserler Tetkik Heyetinin raporunu böylece özetledikten sonra, bu rapor hakkında kısa bir mülahazada bulunmuş, ardından da üç maddelik bir karar ittihaz etmiştir. Ancak, Diyanet İşleri Reisi M. Şerafettin Yaltkaya, Mushaflar ve Dini Eserler Tetkik Heyetinin raporundaki görüşe bağlı kalmış, karar metninin altına şerh düşerek bunlardan sadece 1 ve 2. maddeleri uygun görmüştür. Uygun görülen iki madde şöyle idi:
“1. Doktor İsmail Hakkı Milaslı tarafından teklif edilen harfler, Latin harfleriyle Arap harflerinin halitası olup bunun gözleri yorucu ve okumayı güçleştirici olmasından ve bununla beraber tilavet şartlarını tamamıyla ifaya elverişli olmadığından kabulüne imkân görülmediğine;
2. Kur’an vahdetinin temini ve kıraat şartlarına uygunluğu ve dini müdevvenatın aynı harflerle yazılmış bulunması bakımından Mushaf-ı Şerifin yazılması ve basılması mevzubahis olunca, her lisanın kendine mahsus harflerle basılması usulüne tevfikan mütearif olan Arap harfleriyle ve hatt-ı Osmaniye riayetle yazılıp basılmasının devamı…”
Reisçe tensip edilmeyen üçüncü maddede Müşavere Heyeti, biraz daha esnek bir yaklaşımla, Mushaf dışında, ilmi eserlerde, ilmihallerde ve namaz surelerini ihtiva eden kitaplarda, belirlenecek uygun transkripsiyonla ayet ve surelerin Latin harfleriyle yazılabileceği hükmüne kail olmuştur.
Bu konuya burada nihayet verirken hatırlatmak isterim ki 1950 sonrasında da Mushaflar ve Dini Eserler Tetkik Heyeti önemli çalışmalarda bulunmuştur. Öte yandan, Latin harfleriyle Mushaf basımı girişimleri ve buna bağlı olarak yapılan tartışmalar 1950 yılından sonra da devam etmiştir. Esasen 1930’lu yıllardan günümüze bu mesele sürekli tartışıla gelmiştir. Bu sebepledir ki mesela, 1958 yılında, aralarında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Mushaflar Tetkik Heyeti Reisi H. Fikri Aksoy, meal müellifi Hasan Basri Çantay’ın da yer aldığı 13 ayrı şahsın konuya ilişkin görüşlerini belirttiği yazılarından oluşan “Türkçe Kur’an Okunamaz” (Hayırlıoğlu’nun makalesi de bu başlığı taşıyordu) adıyla bir kitap yayınlanmıştı. (Türkçe Kur’an Okunamaz, hazırlayan: Mü’min Çevik, İstanbul 1958.) Ancak makalelerimizde şimdilik bunlara yer veremedik. Yazılarımızı takip eden değerli okuyucularımızın malumu olduğu üzere, “Diyanet Arşivi” üst başlığını taşıyan köşemizde, bu başlığa uygun olarak, Reisliğin bilhassa 1950 öncesi gelişmelerine yoğunlaşmaktayız.
Sonuç yerine
Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluşundan itibaren önemli bir birim olarak teşkilat şemasında yer almış olan Mushaflar Tetkik Heyeti/Mushaflar ve Dini Eserler Tetkik Heyeti, basımından önce Mushafları tetkik ederek Allah kelâmının hatasız basılması için azami titizliği göstermiş, bu noktada bir güven mercii olmuş, dolayısıyla tetkik edip mühürlediği Mushaflar Müslüman halk tarafından gönül rahatlığıyla okunmuştur. Bilhassa Latin harfleriyle Mushaf basımının ülke gündemini işgal ettiği yıllarda bu hususa ilişkin hazırladığı derinlikli raporlar, büyük bir kıymeti haizdir. Mushaflar Tetkik Heyeti, genel bir prensip olarak Kur’an’ın Latin harfleriyle doğru yazılıp okunamayacağı görüşünü savunmuş, başka bir ifadeyle asli harfleri dışında bir alfabe ile Mushaf basımına karşı çıkmıştır. Raporlarında yeni Türk harflerinin Türkçenin yazımı için dizayn edildiğini, Kur’an-ı Kerimi Latin harflerle yazmaya kalkışmanın ise onu tahrif etmek olacağını vurgulamıştır. Müşavere Heyeti de aldığı kararlarla bu görüşleri teyit etmiştir.
Son iki yazımızda örneklerine yer verdiğimiz ve Reisliği yıllarca meşgul etmiş olan Latin harfleriyle Mushaf basımı konusunda da bir cümle ile değerlendirmede bulunmak gerekirse diyebiliriz ki tarihimizin yakın geçmişinde daha başka örneklerde de gördüğümüz gibi bu konuda da verilen gereksiz uğraş ve anlamsız zorlamalar, insanımızın gerçek anlamda dini hayatına hiçbir katkısı olmayan işlerle enerjimizi, mesaimizi nasıl heba ettiğimizi ortaya koyan belgelerden biri olmuştur.