Makale

ÖZ GÜVEN EKSİKLİĞİ

ÖZ GÜVEN
EKSİKLİĞİ
Esra Oras
Uzman Klinik Psikolog

“Öz güven eksikliği” sorunu, hem iş hayatında hem eğitim hayatında hem de bizlerin klinik tecrübeleri esnasında gündemimize en çok dâhil olan konu başlığıdır. Kendinizle ilgili ne değişsin isterdiniz diye sorduğum hemen hemen herkesin cevap listesinde “daha öz güvenli olmak” arzusu mevcut. Öte yandan öz güvenli gözükmenin tedirgin edici bir tarafı olduğunu da söyleyebiliriz; zira ukala ve bencil gözükmekten de hicap duyuyoruz. Nitekim abartılı öz güvenle kibir arasında ince bir çizgi olduğunu söyleyebiliriz ve abartılı öz güvenin psikiyatri literatüründe narsisizm olarak isimlendirildiğini artık hepimiz biliyoruz.
Ne menem bir şey ki bu öz güven, herkes onu istiyor fakat çok az kişi ona sahip oluyor?
Öz güven, kişinin kendisiyle barışık olması yani kendisini sevmesi ve bir eylemi ortaya koyabileceğine inanç duyması hâlidir. Fakat buradaki en temel hatalardan biri, sevmek ile kusursuz görmek ayrımının yapılamaması. Sanılıyor ki öz güven timsali olan insanlar kendilerini hiç yetersiz görmezler, hep iyi olduklarına inanırlar. Hâlbuki kişinin kendisini sevmesi, kendisine inanması, kendisini hep yeterli ve mükemmel görmesi demek değildir; bilakis kusurlarıyla, yetersizlikleriyle ve hatalarıyla kendini kabul etmesi, zorluklarla başa çıkabileceğine ve gelişebileceğine dair inancını sürdürebilecek şekilde yaşamasıdır.
Şimdi davranış odaklı bir çerçeve ile öz güven sorununa tekrar bakalım. “Öz güvenli biri olsaydınız neyi daha farklı yapardınız?” diye sorduğumda aldığım cevaplardan üçünü aşağıya sıraladım. (Sizler de kendi cevaplarınızı bu listeye ekleyebilirsiniz.)
Sunum esnasında heyecanlanmaz, tıkır tıkır konumu anlatırdım.
Bana kırıcı konuşan insanların karşısında stresten kızarmak yerine açıkça cevabını verirdim.
Kırmaktan korktuğum için hayır diyemediklerime gerektiği zaman “hayır” derdim.
Yukarıdaki örneklerde yer alan iki ayrıntıyı fark etmenizi istiyorum. Birincisi, kişiler birtakım olumsuz duygularının oluşmasını, öz güven gibi başka bir duyguyla ilintilendirmiş durumdalar. Yani, kendimi seversem (sevmek duygusu), kendime değer verirsem heyecanlanmam, korkmam, kaygılanmam, strese girmem vb. gibi. Bu noktaya dair şunu belirtmem gerekir: Bir duygunun oluşması için kendimize dair başka bir duygunun ortaya çıkacağı günü bekleyemeyiz. Zira duyguların kontrolü (doğrudan) bizim elimizde değil. Bunu çok kolay bir örnekle ispatlayabilirim. Diyelim ki karşınıza sizin için affedilemez bir suça bulaşmış birini çıkardım ve dedim ki şayet bu insanı seversen sana 1 milyon TL vereceğim. Gerçekten kalpten sevebilir misiniz? Sevemezsiniz. Ama sevmiş gibi yapabilirsiniz. Hatta beni buna inandıracak kadar iyi bir oyunculuk performansı ortaya koyabilirsiniz. “Sevmiş gibi yapmak” elimizdedir fakat sevmek tamamen bir duygudur ve içsel bir yaşantıdır. Bu yaşantının akışına istediğiniz şekilde müdahale edemezsiniz; özetle yüzde yüz kontrolünüzde değildir. Dolayısıyla bazı davranışları ortaya koyabilmek için ya da bazı duygularımız ortadan kalksın diye kendimizi sevmeyi bekledikçe aslında beyhude beklemiş ve daha kötüsü hiç kontrolümüzde olmayan bir şeye zihinsel olarak enerji harcamış oluyoruz. Aranızda şunu düşünenler olabilir; “Duygulara istediğimiz doğrultuda yatırım yaparsak onu değiştiremez miyiz? Yani diyelim ki mutsuzuz ama mutlu olmak için bir şeyler yaparsak mutlu olmaz mıyız?” Elbette ki mutlu olabilirsiniz. Ama bu durumda benim aklıma şöyle bir soru geliyor: “Peki mutlu olup olmamaya sadece siz karar verebiliyor musunuz?”
Ne demek istediğimi bir örnekle açıklayayım. Diyelim ki sabah mutsuz uyandınız ve kendinize iyi gelecek bir şeyler yapmaya yöneldiniz. Bir AVM’ye gitmeye ve ardından film izlemeye karar verdiniz. Beğendiğiniz kazağı çok pahalı olduğu için alamadığınızı, ardından gittiğiniz filmi de hiç beğenmediğinizi, gün içinde de hep kaba insanlarla karşılaştığınızı düşünün. Şimdi şu soruyu tekrar sorayım: “Mutlu olmak sadece sizin elinizde mi?” Hayat sürprizlerle dolu ve siz mutluluğunuz için ne yaparsanız yapın öyle aksilikler olur ki yine de o beklediğiniz saadeti yaşayamazsınız. Sizi mutlu edecek aktiviteleri yapmak pek tabii elinizde. Fakat sonucunda ne hissedeceğiniz belli değil. İşte bu yüzden doğrudan ve neredeyse tamamen sizin kontrolünüzde olmayan bir şeyi kontrolünüze geçirmeye çalıştıkça enerji israfı yapmış oluyorsunuz, üstüne hayal kırıklığı ve “Ben neden böyleyim!” suçluluğu da cabası...
Fark etmenizi istediğim ikinci ayrıntı ise şu: Kişiler, bir eylemi yapabilmek için olumsuz duygularının olmaması gerektiğine inanıyorlar. Mesela yukarıdaki son örneğe baktığınızda “Öz güvenim olursa insanları kırmaktan korkmam, böylece rahatlıkla hayır diyebilirim.” inancını görebilirsiniz. Esasen yegâne mesele öz güven eksikliği değil; bu eksiklik hikâyenin sadece bir bölümünü oluşturuyor. İşleri sarpa sardıran en az öz güven eksikliği kadar önemli bir diğer sorun, kişinin olumsuz duygu hissetmesinin istediği eylemi yapmasına engel olacağına duyduğu sonsuz inançtır. Oysa ki insan ne hissederse hissetsin, istediği bir davranış varsa, iyi ya da kötü onu ortaya koyabilir. Elbette duygu ve davranış paralel olursa ne âlâ fakat pratik hayatınıza dönüp bakarsanız duygunuzla davranışınızın paralel olmadığı nice an hatırlarsınız. Duyguyu hissederek, duyguya rağmen, olması gereken şekilde davranabilmek ciddi bir çaba gerektiriyor hakikaten. Şimdi bana şunu söyleyebilirsiniz: “Ama o zaman yapmacık olmaz mı davranışlarımız?” Hayır olmaz. Çünkü ben size duygunuzu saklamalısınız demiyorum; duygunuzu kabul ederek ve ondan kurtulmaya çalışmayarak, onunla birlikte, olması gerekeni yapabilirsiniz diyorum. Yani insanları kırmaktan korka korka hayır diyebilir, patronunuza sinir olurken işinizi yapabilir, eşinize öfkeliyken sofrayı kurabilirsiniz. Altını çiziyorum; duygu, davranışa biz istemediğimiz sürece engel olamaz. Lakin işin şu tarafı var; duygumuzun davranışımızı esir almasına izin verebiliriz. Yani ben duygumun davranışıma engel olmasına izin veriyorum, iyi ama neden? Bunun pek çok geçerli sebebinden bahsedebiliriz. Fakat anlatmayı öncelediğim neden şu: Davranış, bizim kontrolümüzde olduğu için sorumluluk gerektirir fakat duygu zaten bizim kontrolümüzde değil. Olası riskleriyle yapmam gereken davranışların sorumluluğunu duyguma atfettiğimde otomatik olarak davranışımın da sorumluluğundan kurtulmuş oluyorum. Açık bir örnekle anlatmaya çalışayım: Hayır diyemeyen danışan örneğimizi tekrar ele alalım. Şayet bu kişi kendisinden destek isteyen kişiye hayır derse, muhatabı küsebilir veya kendisini suçlu/nankör ilan edebilir. Yani kişi hayır dediği anda bu ve bunun gibi nice korku dolu senaryonun gerçekleşmesi riskini de göze almış oluyor. Fakat kırmaktan korktuğu için hayır diyemediğinde, hem bu risklerin mesuliyetinden kurtuluyor hem de hayır demeye dair korkuları kendi kontrolünde olmadığı için şikayet etmekten gayrı bir çaba göstermesi de gerekmiyor. Yani duygusal olarak yükü bir nebze artsa da davranışsal olarak mesuliyet almamak kişinin bir yerde işine geliyor. Tabii ki kişiler tüm bu süreci oturup bu şekilde planlamıyor; bu süreç tamamen otomatiğe girmiş bir davranış örüntüsünün özeti aslında. Kişiler kendi hatalı davranış döngülerine uzaktan bakmadıkça sorumluluktan hangi noktada kaçındıklarını görmeleri pek de mümkün olmuyor.
Özetleyecek olursam, “Öz güvenim yok, ondan dolayı yapmam gerekenleri yapamıyorum.” diyerek koyduğunuz teşhislerle sorununuzu tanımlayıp bir kalıba sokmak yerine, bu sorundan dolayı zorlandığınız davranışsal problemleri fark ediniz. Ardından tüm bu rahatsız edici duyguları çantanıza koyarak (yani onlarla savaşmadan, kurtulmaya çalışmadan) bu davranışsal sorunları, küçük parçalar hâlinde ödevlere dönüştürüp davranışsal değişikliklere gitmeye çalışınız. Zira öz güvenim olmadığı için yapamıyorum zannettiğiniz davranışların belki de pek çoğunu, bu eylemlerin gerektirdiği becerileri yeterince geliştirmediğiniz için yapamıyor da olabilirsiniz. Belki de yapmakta zorlandığınız şeye dair hissettiğiniz öz güvensizlik, haklı bir öz güvensizliktir. O eylemi yapacak beceriyi haiz değilseniz onu iyi şekilde yapacağınıza nasıl inanacaksınız ki? O işi güzel şekilde yöneteceğinizden nasıl emin olacaksınız ki? İnsan, denemediği ve üzerine hiç emek vermediği, uğruna ufak da olsa bedeller ödemediği bir davranışı hayatına nasıl “öz güvenli” bir şekilde yerleştirebilir ki? Hangi hissiyat içerisinde olursanız olun “Öz güvenim yok.” diye kendinizi etiketlemek yerine emek vermeye koyulmalısınız. Zira “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39)