Makale

UZAKLARDAKİ KARDEŞ ÜLKE: PAKİSTAN

AHVAL-İ DÜNYA
UZAKLARDAKİ KARDEŞ ÜLKE: PAKİSTAN
Uzun süren bir hastalığın ardından, 21 Nisan 1938’de hayata gözlerini yuman yaşlı adam, 61 yıllık ömründe hep kurduğu o hayalin gerçekleştiğini görememişti. Şiirlerinde, konuşmalarında, konferanslarında, kitaplarında daima aynı şeyi söylemişti: Ülkesinin bağımsız bir devlet olarak kendi ayakları üzerinde durması. Ardında sayısız eser ve destan çapında şiir bırakan bu adam, ismi “pak insanların ülkesi” anlamına gelen Pakistan’ın millî şairi Muhammed İkbal’di. Halkının kendisine verdiği “Allâme” unvanıyla tarihe geçen İkbal’in düşü, vefatından yalnızca 9 yıl sonra gerçek olacak, Pakistan, 14 Ağustos 1947 günü bağımsızlığına kavuşacaktı. İkbal o günlere yetişemese de genç nesle aşıladığı hayaller ve umutlar sayesinde bugün o, “Pakistan’ın babası” olarak anılıyor.
11 milyonu aşkın nüfusuyla Pakistan’ın en büyük ikinci şehri (birincisi 14 milyonla Karaçi) olan Lahor’da, Babürlü İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş en büyük cami olan Badşâhî Mescidi’nin avlusunda Muhammed İkbal’in kabrini ziyaret ederken, Pakistan’ın geçmişiyle bugününü birlikte seyrederiz adeta.
Günümüzde Hindistan sınırları içinde kalan Panipat’ta 1526’da yaşanan savaşla Lûdî Sultanlığı’nı ortadan kaldıran Babür Şah, kendi adıyla anılacak imparatorluğun kurucusuydu. Çağatay Türklerinden olan Babür, dönemin askerî ve siyasî şartları içinde, kurduğu devleti yeterince büyütemeden vefat etmişti. Oğlu Humayun ve torunu Ekber döneminde, Babür devleti gerçek bir imparatorluğa dönüştü. Ekber’in oğlu Cihangir, İslam sanat ve mimarlık tarihinin şaheserlerinden Tac Mahal’i yaptıran Şah Cihan’ın babasıydı. Şah Cihan’dan sonra tahta oturan oğlu Evrengzib, Babür İmparatorluğu’nun ihtişamını zirveye taşıyan ilk altı hükümdarın da sonuncusuydu. Sırasıyla Babür, Humayun, Ekber, Cihangir, Şah Cihan ve Evrengzib dönemlerinde bugünkü Pakistan ve Hindistan bölgesi birbirinden ihtişamlı eserlerle donatıldı.
1947 yazına kadar tek bir ülke olan Hindistan Alt Kıtası, o tarihten itibaren Pakistan ve Hindistan adında iki ülkeye ayrıldı. Araya çekilen sınır, Babür İmparatorluğu asırlarında inşa edilen eserlerin de bugün iki ayrı ülkede yer almasına yol açtı. Örneğin, Muhammed İkbal’in kabrinin bulunduğu Lahor, Babür İmparatorluğu’nun başkentlerinden biriydi. Babür hükümdarları, Lahor’u çok severler, burada yaptırdıkları muhteşem bahçelerde dinlenmeye çekilirlerdi. Bugün izleri hâlâ duran ünlü Şalimar Bahçeleri, Şah Cihan’ın Lahor’a olan düşkünlüğünün işaretlerinden yalnızca biriydi. Günümüzde, Şah Cihan’ın babası Cihangir’in ve üvey annesi Nur Cihan’ın kabirleri Lahor’da bulunur. Babür’ün kabri Afganistan’ın başkenti Kabil’dedir. Hanedanın diğer hükümdarları da Hindistan’ın çeşitli şehirlerinde medfundurlar. Bütün bir coğrafyanın tek bir imparatorluk halinde olduğu eski dönemlerin ilginç bir hatırasıdır bu durum.
Sıradan değil sıra dışı bir ülke
• 200 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık Müslüman ülkelerinden biri olan Pakistan, birçok yönden sıra dışı bir ülkedir. İşte Pakistan’ı komşularından ve bölgedeki diğer devletlerden ayıran bazı ilginç noktalar:
• Tarihin en eski medeniyetlerinden birine ev sahipliği yapan İndus Vadisi’nin önemli bir kesimi Pakistan’dadır. 4 bin yıllık bir geçmişe ulaşan İndus Vadisi medeniyetinin kalıntılarını Pakistan’da görmek mümkündür.
• Pakistan, dünyanın en uzun ve yaygın kanal sistemine sahiptir. Ülkedeki tarla ve ekilebilir araziler, toplamda 34 bin 500 kilometreyi geçen bir kanallar ağıyla sulanır. Bu kanallardan bazıları, yüzlerce yıllık bir geçmişe sahiptir.
• Kalabalık ve gelişmiş ordusu ve son teknolojiyle donanmış alt yapısı, Pakistan’ı Asya’nın en güçlü devletlerinden biri haline getirmektedir.
• Everest Tepesi’nden sonra dünyanın en yüksek ikinci dağı Pakistan’dadır. Çin’le sınır bölgesinde yer alan K2 Dağı 8 bin 611 metreyle dünyada ikinci sıradadır. Kogir ve Keçu isimleriyle de anılan dağa verilen “K2” kısaltmasının anlamı “Öldüren Zirve”dir. Her yıl yüzlerce dağcı, bu korkutucu yüksekliğe tırmanmak için gayret göstermektedir.
• 4 bin metreyi aşan rakımıyla “dünyanın en yüksek asfalt yolu” da Pakistan sınırlarından başlar, Çin’e kadar uzanır. “Karakurum Otoyolu” isimli ulaşım ağı, tıpkı K2 Dağı gibi turistlerin gözde ziyaret noktalarındandır. 1300 kilometrelik bir mesafede uzanan Karakurum Otoyolu boyunca, tabiatın eşsiz manzarasını izlerken dünyadaki ihtişama hayran kalmamak mümkün değildir.
Şah Faysal Camii
Yakın dönemde yapılmış olmasına rağmen, bugün Pakistan’ın simgesine dönüşen Şah Faysal Camii, Türk mimar Vedat Dalokay’ın imzasını taşır. Başkent İslamabad’da yer alan cami, sıra dışı planı, ferah iç alanı, konumlandığı mekânla fiziksel uyumu ve bembeyaz rengiyle, şöhretini fazlasıyla hak eden bir yapıdır.
1986’da ibadete açılan ve 75 bin kişilik bir kapasiteye sahip olan Şah Faysal Camii’nin planı, aslında Ankara için hazırlanmıştı. Günümüzde Kocatepe Camii’nin yerinde inşa edilecek mabet için açılan yarışmada, Dalokay’ın projesi birinci seçilmişti. Ancak daha sonra yapılan tartışmalarda, tasarım “fazla modern” bulunarak elendi ve şimdiki projede karar kılındı. Mimar Vedat Dalokay, üzerinde ayrıntılı biçimde çalıştığı projeyi bu defa Pakistan’a sundu. Hemen kabul edilen proje kısa süre içinde uygulandı ve ortaya gerçek bir şaheser çıktı.
Pakistan’ın başkenti İslamabad’daki bu harikulâde eser Türkiye, Pakistan ve Suudi Arabistan’ın ortak emeğiyle inşa edilmiş bir hatıra gibidir bu yüzden. Aslında İslam coğrafyasındaki birçok eser de aynı şekilde birbirinden farklı kişi, hareket ve devletin ortak çabasıyla ortaya çıkmıyor mu?
Dost ve kardeş ülke
Bağımsız bir devlet olarak uluslararası sahneye çıkışının ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin bu güzel ülkeye tayin ettiği ilk büyükelçi hepimizin yakından tanıdığı bir isimdir: Yahya Kemal Beyatlı. Türkçemizin bülbül sesli şairi, Üsküp’te geçirdiği çocukluğun ardından İstanbul’da olgunluk dönemi eserlerini vermiş, hayatının ileri çağında da Asya’ya uzanarak tüm bu kültür harmanını oraya taşımıştır. Yahya Kemal’in, Pakistan’ın ilk Devlet Başkanı Muhammed Ali Cinnah tarafından o dönemdeki başkent Karaçi’de kabul edilmesiyle başlayan sıcak ve samimi ilişkiler günümüzde de aynı heyecan ve içtenlikle devam etmektedir.
Pakistan ve Türkiye halkları birbirini öylesine tabiî bir muhabbetle sever ki her iki toplumun her çeşitli kesimleri muhataplarında sayısız ortak noktalar bulurlar. Ülkemizde oldukça yaygın olan “Muhammed İkbal” ismi bile bizim oralara duyduğumuz sevginin açık bir göstergesidir. Pakistanlıların da Türkiye’yi yakından takip ettiklerini, kendilerini adeta buraların vatandaşı gibi hissettiklerini, kendileriyle yapacağınız birkaç dakikalık bir sohbet bile ispatlamaya yetecektir.
Her iki ülkenin bayraklarındaki ay-yıldızlar da, adeta tüm bu ortak paydaların ve doğal sevginin pratikteki göstergesi gibidir. Biri kırmızı-beyaz diğeri yeşil-beyaz olan bu bayraklar, ortak bir hissin ve coşkunun ifadesidir. “Dost ve kardeş ülke” tanımlaması, söz konusu Pakistan-Türkiye ilişkileri olduğunda gerçek anlamına kavuşur.
Azametli dağları, coşkun nehirleri, bereketli ovaları, masmavi denizi ve eşsiz konumuyla Pakistan, Türkiyeli kardeşleriyle kucaklaşmayı bekliyor. Özellikle sık seyahat edenler ve gezmeyi sevenler için Pakistan, mutlaka yolumuzu düşürmemiz gereken kardeş ülke olarak uzaklardan bize el sallıyor.