Makale

Belensiye Notları

GEZİ-YORUM

Belensiye Notları

Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

Valensiya 95/714 yılında İslam hakimiyetine girdi, fakat tam olarak merkezi idareye bağlanamadı. Burada bulunan Berberiler, Emevi otoritesini kabul etmediler. Şehir ancak Belensiye emiri Abdullah el-Belensi tarafından Endülüs Emevi hakimiyetine dahil edilebildi.

ENDÜLÜS’E daha önce birkaç defa gitmiştim. İki defa Endülüs uzmanı muhterem Prof. Dr. Mehmet Özdemir hocamınızın rehberliğinde Marbella, Tarifa, Gırnata (Granada), Sevilla (İşbiliyye) ve Kurtuba’nın içinde bulunduğu bugünkü Endülüs Özerk Bölgesini ziyaret etmiştim. Geçen yıl ise Lizbon’dan önce trenle Madrid’e oradan da hızlı trenle yarım saatlik mesafede bulunan Arapların Tuleytula dedikleri Ortaçağın önemli şehirlerinden biri olan Toledo’ya gitmiş ve bir teşehhüd miktarı dahi olsa burasını gezebilmiştim. Toledo çeliğinden imal edilmiş bir miktar kılıç dahi buradan almıştım.
Avrupa’nın şehirleri bilhassa kuzeydekiler birbirlerine çok benziyor, kısa süre sonra insan sıkılmaya başlıyor, fakat İspanya ve İtalya için bunları söylemek mümkün değil. Bu sefer yine bir ucuz uçak bileti ile İspanya’nın doğu sahillerinde bulunan Müslüman Araplar’ın Belensiye dedikleri Endülüs’ün Valensiya şehrine gitme imkanı buldum. Portakal bahçeleri ile sarılı Valensiya’nın İspanya’nın üçüncü büyük kenti olduğunu belirtelim.
İlk olarak şehir hakkında kısa bir tarihi bilgi verelim. Valensiya 95/714 yılında İslam hakimiyetine girdi, fakat tam olarak merkezi idareye bağlanamadı. Burada bulunan Berberiler, Emevi otoritesini kabul etmediler. Şehir ancak Belensiye Emiri Abdullah el-Belensi tarafından Endülüs Emevi hakimiyetine dahil edilebildi. Bir dizi karışıklık sonrasında şehre müluku’t-tavaiften Âmirilerin azatlıları Mübarek ve Muzaffer el-Âmiri sahip oldu (401/1010-11).
1094 yılına gelindiğinde ise Belensiye için kara bulutlar görülmüştü. İspanyolların meşhur destan kahramanı Rodrigo Diaz de Vivar’ın saldırısı ile şehir Müslüman hakimiyetinden çıktı. Pek çok Müslüman kılıçtan geçirildi. 1102’de ise şehirde Murabıt hakimiyeti başladı. İlerleyen zamanda ise Muvahhitler bölgede varlık gösterdiler.
Valensiya, Kurtuba’dan iki yıl sonra Aragon Kralı I. Jacques tarafından zaptedildi (1238). Müslüman halk Hristiyanların eline geçen diğer bölgeler gibi zulme maruz kaldı, din değiştirmeye zorlandılar. Zamanla da Hristiyanlığı benimsemeyenler sürgüne yollandılar ve böylece İspanya’da Müslüman varlığı bitirilmiş oldu.
Rehber kitaplar bugün Belen-siye’de İslami döneme dair fazla bir eserin kalmadığını belirtmektedir. Sadece büyük kilise yakınındaki hamam kalıntılarının bu dönemden kaldığı ifade edilmektedir. Bu arada Valensiya Şehir Tarihi Müzesi’nde İslami eserlerle ilgili birkaç tane objeyi ancak görebildiğimizi ve fotoğraflayabildiğimizi belirtelim.
Önümüzde 3 gün vardı ve havalimanından yirmi beş euroya üç günlük olarak aldığımız şehir kartı ile merkeze geldik. Her zaman olduğu gibi kalacağımız yer eski şehrin içerisindeydi. Zira başta öyle planlamıştım. 1928’de yapılan Mercado Central ve Iglesia de los Santos Juanes Kilisesine yüz metre mesafede yer alan suit odamız, tarihî binanın birinci katında ve hemen her yere yürüyüş mesafesi on ila on beş dakika idi.
Şehri daha hızlı tanıyabilmek için Avrupanın hemen her şehrinde bulunan tur otobüslerine bindik. Tur programı iki ayrı hattan oluşuyordu. Plaze de la Reina’dan kalkan tur otobüslerinin ilki Valensiya anıtlarını dolaşıyordu ve eski şehir ile Turia nehrinin diğer yakasındaki kısımları ihtiva ediyordu. Diğer tur ise limana kadar gidiyordu. Birkaç saat içerisinde şehirde ne var ne yoksa gördük.
Turia nehri dedim, fakat artık bir nehrin olmadığını söylemeliyim. Zira nehir sık sık taşınca, Valensiyalılar da çözümü nehir yatağını değiştirmekte bulmuşlar. Ama şehirlerini seven insanlar, 19 köprü ile kesilen ve 6 km boyunca uzanan eski nehir yatağını çok güzel değerlendirerek, güzel bahçeler, spor kompleksleri, yeşil alanlar, koşu yolları yapmışlar ve Valensiyalıların hizmetine sunmuşlardır. Eski nehrin karşı yakasından geçerken bu manzarayı ve tarihi köprüleri fotoğraflama fırsatı buldum. Şehrin surları zamanla yıkılmışsa da bazı köprülerin girişinde şehir kapıları yeniden yükseltilmiş olup bu durum nehir olmasa da size hoş bir manzara yakalamanıza imkân sağlıyordu. Valensiya haritalarında eski nehir yatağı böylece yeşil bir hatla gösterilir olmuş.
Eski şehrin kalbi diyebileceğimiz Plaze de la Reina önemli bir yer. Valensiyalılar, araçları ile geçtikleri meydanın altına bir de araç park yeri yapmışlar. Görebildiğim kadarıyla eski şehrin hemen her yerinde buna benzer çok sayıda park yeri var. İyi düşünmüşler. Burada bulunan katedralin çan kulesi Miguelete’ye iki euroya çıkabiliyorsunuz. Fiyat ucuz olunca şehir kartımızın olduğunu unuttuk ve iki euro ödedik. Halbuki bunun gibi müze girişlerinin şehir kartı sayesinde bedava olduğunu hatırlatmak isterim.
İtiraf etmeliyim ki artık yaşlanıyorum, iki yüz küsur basamaklı bu kuleye çıkmak beni zorladı. Çıktığınızda ise güzel bir Valensiya manzarasının sizi karşıladığını söylemem gerekir. İspanyolların şehirlerini sevdiklerini ve muhafaza ettiklerini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Eski şehirde (eski sur içi), Bursa’daki gibi tarihî dokunun içerisinde gözü tırmalayan ucube binalara pek de rastlanmadığını söyleyeyim.
Yukarıda Toledo çeliğinden kılıçlar aldığımdan bahsetmiştim. İstasyon binasının yanında gördüğümüz av bayii üzerimizdeki paraları hafifletecek kadar güzel silahlarla doluydu. Bir piştov, bir klasik tabanca, bir Roma kaması, bir Toleda kaması ve iki baltaya yüz doksan euro saydım. Bu ürünlerin hepsinde Made in Spain yazıyordu. İspanyollar işi biliyorlar. Karşılığı olmasa herhalde koca koca adamlar bu replika silahları üretmezlerdi. Benim gibi adamlar da almazlardı. Daha önce de bunlara benzer replika silahlar almıştım. Kataloglarında oldukça fazla çeşitlerinin olduğu fark ediliyordu. Bu silahları nasıl getirdiğimi merak ediyorsanız söyleyeyim. Havalimanında polis nezaretinde çantam açıldı, polis memuru tabancaların replika olduğunu anlayınca da hayırlı yolculuklar dileyerek bağajımı uçağa yükletti. Ama ne olur ne olmaz elinizde makbuzunuz da bulunsun.
Eski şehir merkezinde dolaşırken muhtelif yerlerde üç ayrı dükkânda drone ve uzaktan kumandalı arabalardan tutun, muhtelif ebatlarda ahşap gemi, ev, saray ve kale modelleri ile plastik Ortaçağ asker modellerinin yer aldığı pek çok ürün gördük. Drone ve uzaktan kumandalı araçlar bir tarafa bilhassa ahşap ve taş (oldukça küçük ebatlarda kesilmiş, muntazam taşlar) ev, kale ve gemi modellerinin ailelerin çocuklarıyla birlikte meşgul olabileceği ve aynı zamanda çocuklarına sabrı da öğretebilecekleri güzel uğraşılar olduğu anlaşıyordu. Bilgisayar oyunları da batı dünyasının ürünleri, fakat bilhassa Ortaçağ tarihinin örneklerini yansıtan bu ürünleri görünce bu durumun ben de hayranlık uyandırdığını itiraf etmeliyim. Diğer taraftan bu oyuncak dükkânında Memlük süvariler ile Moğol atlıları da gözüme çarptı. Türkiye’de bunun gibi ürünler arasanız gerçekten çok zor bulursunuz. Bu ürünlerin bir kısmı satranç takımı olarak planlanmış bir kısmı da sadece vitrinlerde teşhir maksadıyla yapılmış olmalıydı.
Pazar günü eski şehrin sokaklarında kurulan bit pazarını da burada zikretmek gerekir. Sokak boyunca açılan çok sayıda tezgâhın içerisinde takriben yirmi tanesi sadece para kolleksiyoncularına hitap ediyordu. Gerçekten de hayret verici bir şey! Arkadaşıma, “Bunun mutlaka bir karşılığı vardır. Yoksa adamlar neden pazar günü böyle tezgahlar açsınlar.” dedim. Anlayacağınız adamlar sadece tarihi dokularını korudukları şehirlerde yaşamıyorlar, tarihin her parçasına hayatlarında yer veriyorlardı. İnsanlar tezgahları dolaşıyor ve ilgilendikleri konularda pekçok ürün satın alabiliyorlardı. Tezgâhın birinden beş euroya biri Memlük olmak üzere iki adet kurşun asker ile tekerlekleri olmayan sadece metali olan bir topu da iki euroya almıştım. Bunlar Valensiya’dan ayrılırken kısa günün kârı idi.
Dönüş yolunda ise bir kitapçı vitrininde resimli dergiler gözüme çarpmıştı. İçeriye girdiğimde ise birkaç farklı tarih dergisiyle karşılaştım. Bu dergi ise sayı itibarıyla diğerlerinden çok fazla idi. Vaktim yoktu kapaklarındaki konularına göre hızlıca bir seçim yaptım ve beş adet bu dergiden satın aldım. Müteakiben incelediğimde ise bu dergilerde çok sayıda akademisyenin yazılar yazdığı, metin içerisinde çok sayıda görsel malzeme ile de bu yazıların desteklendiği fark edilebiliyordu.
Valensiya Şehir Müzesi umduğumuz gibi değildi. Yukarıda belirttiğimiz üzere kentin eskiden su ihtiyacını karşılayan bir sarnıç içerisinde kurulan bu müzede Roma döneminden günümüze kadar şehrin gelişimi, bir oda küçüklüğündeki arka fonda bir resim, önde ise birkaç objenin teşhiri ile aktarılmaya çalışılmıştır. Üzerindeki Arapça yazıları kısmen görebildiğimiz lahit gibi mermer kapak, birkaç tane testi, tabak ve çömlekler İslami dönemden kalan yegâne eserler olmalıydı.
Sütunlar ve kemerler bir labirent içerisinde kaybolmuş havası verse de müze gayet küçük, fakat güzel tasarlanmıştı. Kötü tarafı ise bu müze ve şehirdeki başka müzeler hakkında İngilizce bilgi veren tanıtım kitabından sadece bir tane kalmış olması idi. Görevli bu kitaptan şehrin merkezinde bulabileceğimi söyledi, fakat orada da kitabın sadece İspanyolcası vardı. Talihime küstüm.
Son olarak yemekle ilgili olarak bir iki hususu burada belirteyim. Biz zaten üç günlük kahvaltılık malzemeyi yanımızda götürmüştük. Zira odamızdaki mutfağın içerisinde ketıldan tutun, fırına kadar ihtiyaç duyulabilecek her şey vardı. Bir defa Subway’den helalinden İtalyan ekmeğinin arasına konulan ton balığı ve salata yemiştik. İstasyonun yanındaki Çorumlu Türk’ün döner dükkânını görünce iş değişti. Sonraki iki gün boyunca buradaki arkadaştan hem Valensiya hakkında bir kısım bilgiler almıştık hem de hazırladığı dönerleri afiyetle yemiştik.