Makale

Verdim ve Aldım

DİN GÖREVLİSİNİN
HATIRA DEFTERİNDEN

Verdim ve Aldım

Cengiz DERE
Malatya İl Vaizi

ERZURUM Ömer Nasuhi Bilmen Eğitim Merkezini bitirdiğimizde vaiz olmayı beklerken bize istediğimiz şehre imam-hatip olarak atanma hakkı verildi. Atatürk üniversitesindeki doktora programıma devam için Erzincan ilini istedim.
Erzincan Taksim mahallesine tayinim çıktı. Bir arkadaşımı aradığımda büyük bir şok yaşadım. Arkadaşım buraya gelmemem için elimden geleni yapmamı istiyor; aksi hâlde bu mahallenin çocuklarıma zarar verebileceklerini, arabamın camlarını kırıp boyasını çizeceklerini, can ve mal güvenliğimin tehlikede olacağını, burada hiç rahat edemeyeceğimi kesin ve net ifadelerle belirtiyordu. Doğrusu ilk anda irkildim. Çingen (Bölgemizde “Roman ismi pek kullanılmaz. Onun yerine olumlu manada “Poşa” biraz da olumsuz ama genel manada “Çingen” ismi kullanılır. Biz çingene ismini asla bir hakaret olarak kullanmıyoruz. Aksine o, güzel bir toplumu ifade eden normal bir isimdir.) mahallesinin imamı olmak gibi bir durumla karşı karşıya idim. Ne yapacağımı ailemle iyice istişare ettim. Bu gibi yerlerin de bizlere ihtiyacı olduğuna karar vererek ne olursa olsun gitmeye karar verdik.
Ev eşyamı taşıyan kamyon mahalleye girer girmez gençler yavaş yavaş cami lojmanına doğru gelip toplanmaya başladılar. Birkaç tanesi “Hocam boşaltalım mı?” deyince “Hayır!” dedim. Daha sonra iki kişi aynı teklifi yapınca evi onlara taşıttırdım ve ücretlerini verdim.
İlginç ve karmakarışık bir mahalle; kadınlar vakitlerinin çoğunu sokak aralarında oturarak geçiriyorlar. Çocuklar yüksek sesle bağıra bağıra sokaklarda koşturuyorlar, evlerden son ses verilmiş teypten müzik sesi geliyor. Bazen anadan üryan iki üç yaşında çocuklar evlerden fırlıyor sokak ortasına. Hemen hemen her evin önünde hurda yığınları var, eski arabalar da gözden kaçmıyor. Sokaklarda tüm bunlara rağmen bir temizlik hâkim. Kadınlar her gün bir kahvehane gibi oturup muhabbet ettikleri bu mekânları temizliyor temizliyor yine süpürüp temizliyordu. Temizlik görevlilerini hiç görmeyen bu mahalle her gün çöpçü girmiş gibi tertemiz görünümlü.
İlk icraatım bu sokak arası sohbet eden kadınlarla diyalog kurmak oldu. Yosma Bacı seksen yaşında şeker hastası, gözlerinden rahatsız bir kadın. Dili yumuşak, yılların verdiği tecrübeyle kime nasıl hitap edeceğini bilen tecrübe abidesi bir yaşlı. Selam verdim. Her gün camiden veya çarşıdan eve dönüşte mahallemin sakinlerine usulca selam veriyor; onlardan hemen hemen her defasında ya bir soru alıyorum veya bir rüya dinleyip yorumluyorum. Birkaç sohbetten sonra beni tartmış olacaklar ki artık ben her o sokaktan geçerken Osmanlı kadınlarının âlimlerine gösterdiği saygı gibi önümde ayağa kalkıyor, ben geçinceye kadar oturmuyorlardı. Bu durum beni oldukça düşündürüyordu. Sevgi vermek ve sevgi almak...
Göreve ramazan gibi mübarek bir zamanda başlamıştım. On beş gün mahalleyi tanıdım. Oruç tutan çok azdı. Teravih cemaati bir safı geçmiyordu. Beş on kişi. İlk talebemi tam ramazan ortasında ilginç bir şekilde kazandım. Teravih bitmişti genç bir adam yaşça 14-15 yaşlarında bir kızla beraber caminin önünde beni bekliyordu. “Buyurun” dedim, “hocam” dedi sert bir sesle. “Bu kız senin yanında Kur’an okuyabilir mi?” “Hayır” dedim. “Ben kızları yazın okutacağım ancak kışın kızların babalarını okutuyorum. Gel seninle başlayalım.” Önce olmaz falan dediyse de ertesi gün derse başlattım. Sonra da en iyi yardımcım oldu.
Ramazan gecelerini ev ziyaretlerine ayırdım. Bazen bir gecede iki eve gidiyor, kısa ama eğitici, sorulu cevaplı çay sohbetleri yapıyordum. Sohbetlerimin neticesiyle yaşlı-genç pek çok kimseyi cami dersleriyle Kur’an okumaya ikna ettim. Akşam namazında başlayan cami derslerimiz geç saatlere kadar devam ediyordu.
Çocukların cami ile diyaloğunu ise çikolata ile yaptım. Toptancıdan aldığım çikolatalarım kısa sürede mahallenin tüm çocuklarını camiye topladı. Mahalleye ilk geldiğimde doğrusu bazı çocuklar benim arabamı çizmişlerdi. Ancak şimdi aramızda çok kuvvetli bir muhabbet hâsıl olmuştu. Öyle ki çocuklar benim arabamı çizmek isteyen aşağı mahallenin çocuklarını bir güzel dövüyordu. Âdeta arabamı koruyorlardı.
Günler günleri kovaladı. Talebelerimin sayısı oldukça çoğalmıştı. Bir yandan Kur’an öğretirken bir yandan duaları ezberletiyordum. Özellikle her öğrencime ilmihal bilgilerini özenli bir şekilde vermeyi asla aksatmadım. “Her eve bir Kur’an” kampanyamızla evlere kitap ve Kur’an hediye etmek için çok çalıştım. Erzincan Müftülüğünün katkıları ve zengin bazı kardeşlerimizin destekleri ile hemen hemen her eve kitap ve Kur’an-ı Kerim kazandırdık. Dokuz ay kaldığım bu mahallede 48 kişiye Kur’an öğrettim. Onlarca kişiye de ilmihal bilgilerini anlattım.
Çocuklar camiye o kadar alışmıştı ki artık tüm sorunlarını, okul derslerini hatta arada bir babalarının yaptığı bazı işleri bana anlatıyorlardı. Bir çocuk vardı. Belki camiye davet için beş kere evine gittiğim hâlde bir türlü camiye gelmiyordu. Birkaç hafta sonra bir gün caminin kapısında heyecanla beni beklerken gördüm onu. “Hocam” dedi buğulu gözlerle. “Dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda bir ay camiden çıktı gökyüzüne vardı. Sonra evimize indi, evimiz birden nurlandı. Ben de Kur’an’a gelmek istiyorum” dedi. O çocuk şeytanın elinden kurtulup tertemiz bir hayata kavuştu.
Bu noktada Dalton Kardeşlerden bahsetmek isterim. Bazı hırsızlık olaylarına adı karışan bu kardeşlerle tanışmam biraz geç oldu ama meyvesi çok bereketli oldu. Kur’an öğrenmeye başlamaları ve ailenin cumaya hatta bazı vakit namazlarına gelmeleri yıllarca cami ile ilişkileri çok zayıf bu insanlar için büyük bir adım idi.
Birkaç ay sonra düğünlerine ve taziyelerine mutlaka beni çağırmaya başladılar. Onlardan biri gibi hediyemi yanıma alarak icabet ettim ve taziyelerinde defaatle bulundum. Özellikle taziyelerini tam bir dinî hava içinde geçirmelerine yardımcı oldum. Artık bayramlarda tüm mahalle evime geliyordu hatta son çocuğum dünyaya geldiği zaman evim hediyelerle dolmuştu. Ben de kestiğim akika kurbanını tüm komşularıma dağıttım.
Gittiğim tüm evlerde mahallelinin söylediği “Evimize ilk defa bir hoca geliyor” cümlesi idi. Kelime-i şahadeti bile söyleyemeyen insanları görünce ne kadar çok işimizin olduğunu anladım. Nikâh kıymadan düğün yapan, hayvan keserken besmele çekmeyi bilmeyen, hatta gusül abdesti bilmeyen gençleri görünce ne kadar çok işimizin olduğunu iyice anladım.
Ve vaiz olunca tayinim çıktığı zaman mahalleden ayrılacağım gün gelince esas sürprizi yaşadım. İlk geldiğimde para ile evi indirmek için toplaşanlar şimdi gönülden ve ücret düşünmeden hep birden çok kısa bir sürede evimi kamyona yüklediler yaptıkları yol azığı hazırlıkları ve son yemeği bizde yiyin teklifleri gözyaşlarımızın dökülmesine sebep olmuştu.
Aynadan el sallayan kardeşlerimi seyrede seyrede yol alırken bir daha anladım ki veren alır... Veren alır...