Makale

Ege Güneşi

KALBE DOKUNAN HİKAYELER

Ege Güneşi
Büşra Küçüksucu

Sabah yürürken yeni doğan günle beraber narenciye ve envaiçeşit bitkilerle bezeli bahçelerden çiçek kokuları karşılar sizi bu küçük köyde. Bu hikâyemizde güneşin bol, tebessümün cömert olduğu, sükûnetin bölgeyi kapladığı bir beldeye gideceğiz sizinle… Egeli bir kadının hikmet dolu sofrasına konuk olacağız…
***
Yine ahırda bağırıyordu Küpeli. Neredeyse doğuracaktı. Yerinde duramıyor, sabah ezanların okunmasıyla beraber meelemeye başlıyordu. Ta ki Hatice Hanım gelip de kapısını açana dek. Küpeli çok sevdiği sahibi Hatice Hanım’ı görür görmez onun üzerine atlayıp yüzünü okşamak istercesine tırmanmaya çalıştı. Çocukluğundan beri çobanlık yapan Hatice Hanım ise Küpeli’nin bu karşılamasından gayet memnun ona sarılıyor, sevgisine mukabelede bulunuyordu. En fazla keçilerine, koyunlarına açılır, samimi komşularına rağmen en çok onlarla dertleşirdi. Kırk dört yaşına gelmiş bu hanımın hayvanlarla olan muhabbetine Aydın’ın bu küçük kasabasındaki ahali de alışmıştı artık.
-Ah benim güzel Küpeli’m. Doğuma bir hafta kaldı kalmadı. Bilirim, yerinde duramazsın ama bugün bizimle otlamaya gelemezsin, dedi.
Küpeli onu anlarcasına boynunu büküp ahıra döndü. Hatice Hanım bu yaramaz keçiyi ikna ettiğine tam sevinmişti ki Küpeli o an var gücüyle ahırdan koşarak üzerine atladı ve yere devirdi onu.
-Belim… Belim… Seni yaramaz seni. Hadi bakalım! Bu defa da gel madem, diyerek bu inatçı keçinin karşısında yumuşak tabiatlı sahibi yine pes etti.
Kaktüslerin, zeytin ağaçlarının, böğürtlenlerin bezediği yemyeşil yollardan önde hayvanları arkada cılız sopasıyla Hatice Hanım yürüyorlar, bir taraftan muhabbet ediyorlardı. Bir saat kadar yürüdükten sonra ortasından su akan, kendiliğinden büyümüş ağaçların gölgelendirdiği, kuş cıvıltılarıyla renklenmiş, adı yabani kendi nazenin olan mis kokulu çiçeklerin donattığı otlağa geldiler. Hatice Hanım, hayvanlarını burada serbest bıraktıktan sonra oturup kumaş torbasından üzeri poşetle kapatılmış bir kâse zeytin, küçük bir şişenin içinde zeytinyağı, elde açılmış yufka ekmek çıkardı. Küpeli de hemen onun yanı başında otluyordu. Hatice Hanım zeytinyağını kâsenin üzerindeki zeytinlerde gezdirirken:
-Zeytin annem gibidir benim Küpeli. Ne zaman acıksam o vardır yanımda; beni doyurur. Bir yerim yaralansa, kanasa, yansa onun yağını sürerim acısını alır. Akşam yatağa yattığım vakit belim, ayaklarım ağrısa onu sürerim ağrısını dindirir. Saçlarıma sürerim anam gibi yumuşacık eder onları; ipek gibi... İşte ya Kuran’da üzerine yemin edilen bu mübarek benim canımdan bir parça gibidir, dedi.
Küpeli, kara gözleriyle onu dikkatle dinledikten sonra eğilip otlamaya devam etti. Hatice Hanım onun başını okşadı.
-Rahmetli anam zeytini kendine vekil bırakıp da mı gitti ha Küpeli ne dersin? Ah benim güzel anam. Sabah sobanın fırınında pişen patatesli ekmeğin kokusuyla burnumuzu, evi saran güzel sesiyle Kur’an okuyarak kulağımızı doyururdu. Böyle başlardık güne. Okula gitmeden önce baştan aşağı okurdu hepimizi. Ama ben hiç okula gitmek istemezdim. Hep anamla beraber dağlara, bayırlara hayvan otlatmaya gitmek isterdim. Buralarda boş durmayı da sevmezdim. Okulun küçük kütüphanesindeki kitapların neredeyse hepsini okumuştum annemle hayvan otlatırken, diye devam etti sözlerine.
Hatice Hanım gözleri uzaklara dalmış tatlı tatlı eski anılarını anlatırken birden Küpeli’nin acı haykırmasıyla irkildi. Yoldaşı yere yatmış, can havliyle bağırıyordu. Debelendiği yer birkaç dakika içinde suyla doldu.
-Ah be Küpeli’m doğum başladı desene. Hadi bismillah, Allah yardımcımız olsun, diyerek
çantasından uzunca bir bez ile tas çıkardı Hatice Hanım. Dereden su doldurup döke saça koşarak hayvanın yanına geldi.
O gelene kadar minik yavrunun başı görünmüştü bile. Birinci yavru kolaylıkla doğdu. Ama ikincisi bir türlü gelmek bilmiyordu:
-Hadi kızım, az daha sabır!
Hatice Hanım terler içinde kalmış, Küpeli’nin debelenmekten hâli kalmamıştı. İkisi de bir süre zorlandıktan, sıcak terler döktükten sonra diğer yavru da dünyaya gözlerini açtı.
Sağlıklı doğan iki yavru sıska bacaklarının üzerinde ayağa kalkma antrenmanlarına başladılar. Güneşin, yüzünü perdeleyen bulutlardan kurtulup üzerlerine gelmesine aldırış etmeden iki yoldaş çimenlerin üzerinde uzun bir süre yattılar. Yeni doğan kuzular gelip annelerinden beslendiler. Küpeli de taze çimlerle karnını doyurduktan sonra Hatice Hanım iç huzuruyla hayvanlarına seslendi;
-Haydi bakalım. Yorgunuz ama evden merak ederler. Artık gidelim, diyerek ayağa kalktı; sürüsünü topladı.
Yol çok kolay geçmese de taş duvarlı iki katlı evin geniş avlusuna ulaştılar. Bu bahçeyi, sarkan kadifelerin altında eşinden hatıra kalan beyaz bir tekne süslüyordu. Bir an gözleri doldu, eşinin traktör altında kaldığı o sene aklına gelmişti. Her şeyin değiştiği o sene… Sanki hayat onu hep sonraki yıllar için tezgâhında işlemiş, başında erkek olmadan yaşamayı yavaş yavaş öğretmişti ona. Zeytin bahçelerini işletmeyi, hayvanlarına bakmayı, insanlarla uğraşmayı, en önemlisi bir kız evlat yetiştirmeyi demleye demleye öğretmişti. Eşinin bu hayata veda ettiği sene kendisini buna hazır ve hiç hissetmediği kadar güçlü buldu. Sahi insan zorunlu kalmadıkça içindeki gücün, kabiliyetlerin farkına varmaz mıydı? Başına bir felaket ya da olağandışı bir hâl mi gelmeliydi istidatlarının inkişafı için? Aklında bu düşüncelerle hayvanları usulca ahıra yerleştirdikten sonra az önce yıkandığı belli olan taş merdivenlerden yukarı çıktı. Kapıyı açtığında burnuna mis gibi tarhana kokusu geldi. Kapının açılmasıyla tavandaki zillerin şangırdamasını duyan kızı Sevgi mutfaktan seslendi:
-Hoş geldin annem. Sofrayı içeri kurdum. Yeşillikleri yıkayıp geliyorum hemen, dedi.
Hatice Hanım ellerini yıkayıp çiçekli minderlerle kaplı sedirli odanın ortasına kurulmuş yer sofrasına oturdu. Ondan önce güneş ışıkları ziyaret etmişti sofrayı. Elde örülmüş tül perdeden sızan ışıklar sofranın üzerinde hoş bir görüntü oluşturuyordu. Elinde yeşillik tabağıyla gülümseyerek odaya giren Sevgi aceleyle sordu:
-Hayırdır anne geç kaldın bugün?
-Küpeli doğum yaptı da, biraz uğraştırdı.
-E telefonun yanındaydı anne. Eş dosttan yardım isteseydin. Sen herkesin yardımına koşarsın.
-Evladım bilirsin kasaba halkı bizi hem çok sever hem de saygı duyar. Bunu kazanmak kolay değil. İnsanların yardımına koşup zor günlerinde yanlarında olarak onların sevgisini kazandık. Özel durumlarına müdahale etmeyerek, sırlarını merak etmeyip ayıp araştırmayarak da saygılarını… Yardım ve şefkatte cömert, özel durumlarda mesafeli olmak gerek… Elbet çağırınca gelecek çok dostumuz vardı. Ancak bunu başaracağımıza dair bir iç huzur vardı. Daha zor durumda kalacak olursak dostlarımıza öyle müracaat ederiz. Sık taleplerle aradaki saygı cevherini aşındırmamak gerek evladım.
Hatice Hanım tam kaşığını alıp ortadaki tarhana çorbasından kaşıklayacaktı ki yerine bırakıp sessizce ayağa kalktı. Mutfaktan bir kaşık daha getirip sofraya koyarak bir şeyler anlatırcasına kızının gözlerine baktı. Sevgi:
-Aman anne! Ne zamana kadar misafirler için kaşık koymaya devam edeceğiz? Gelirlerse kalkıp alırız mutfaktan.
-Güzel kızım, misafire izzet ikram bizim kültürümüzün en değerli parçalarından biridir. Ben annemden böyle gördüm. Evde her an bir kaşık fazla koyar; “Misafir gelmese de Allah halis niyetimizin mukabilinde misafir bereketini, sevabını, huzurunu bahşeder. O kullarına çok merhametli çok cömert.” derdi. Ben de sofranın bereketinin o kaşıkla geldiğine inanırdım. Hem sadece sofradaki kaşıkta değil biliyorsun. Her an misafir gelecek düzendedir evimiz. Akşam ezanından önce biri evdeyse diye koşa koşa gelirsin küçüklüğünden beri. Ayakkabılar düzenli, kapı önü süpürülmüş ve yıkanmış olur. Bilirsin, kolay kolay ertesi güne iş bırakmam. Annemin “Aman kızım çalış, yorulmaktan korkma, en iyi tedavi çalışmaktır.” sözünü her gün kendime tekrarlar, babanın yokluğundan duyduğum acıyı çalışarak, vaktimi doldurarak bastırırım. Gelen misafiri Allah’tan bir lütuf olarak görür, onların ağızlarından çıkan hayır dualarının eve gelecek kaza belaya siper olduğunu bilirim.
Sevgi ışıl ışıl gözlerle annesini seyrediyor, ona sahip olduğu için şükrediyordu. Annesinin boynuna doladı kollarını. Hatice Hanım usulca geriye doğru çekilerek kızının gözlerine derin derin baktı:
-Baban senin üzerine titrer; “Çok dikkat et Sevgi’mize kız evlat nazenin olur, kız evladın ipekten görünmez kanatları vardır; sen de üzerine titre ki onlara zarar gelmesin hanım.” diye sıkı sıkı tembih ederdi.
Muhabbetlerinin sevginin efsunuyla tomurcuklandığı bu demde zilin çalışıyla kendilerine geldiler. İkisi de tatlı bir tebessümle sofraya baktı. Sevgi;
-Şükür ki bu gün de misafirimiz geldi annem. Bereket ve huzuru Ege güneşi gibi doğacak soframıza, dedi.