Makale

Ey Bahar Topla Bizi!

SÖZÜN YANKISI

Ey Bahar Topla Bizi!

Fatma BALCI YÜRÜR

BİR hüzne değince dağılıyor insan, yokuşlarda batan güneş gibi… Kaybedince dengeyi bulanıyor zihin, solan gülün remzi… Sahiplendikçe yaban, verdikçe “benim!” sırrını karartan kim? Aynada tek, surette çift görünen kim? Kendi yalazıyla başkalarının cehenneminde yanan kim? Buhran dehlizlerinde çırpınan kim?
Soruların ardı arkası kesilmez, lakin cevaplar asırlar öncesinden gelir. Deva gibi, şifa gibi… Günümüzün dağılan, bulanan zihinlerine ab-ı hayat bahşeder. Eşyanın kölesi olmuşlara eşyanın hakikatini, hürriyetlerinin esaretinde prangalar eskitenlere kulluktaki saadeti gösterir. Karanlıkları mağaralarla kurtuluşa erdirir, bir güvercin kanadında esenliği bütün dünyaya gönderir. Zorlu yollardan korkanlara yıldız olur. Şehirlerin kalbine, ülkelerin gönlüne ve ruhun derinliklerine hicret eder. Buhran çıkmazlarını, tamah çukurlarını, kibir dağlarını, öfke hırsızlarını, cimrilik kuyularını tek tek anlatır. Üzerine sekine inen, selamı yayan, huzuru çoğaltan Rasul-i Zişan, çokları birlemeye gelir, şerikleri yok etmeye… Bedevi nefislere hitap etmeye... Medeni çöllerin bedevi insanlarına da… En çok da ahir zamanda yaşayan kardeşlerine… Günahın cezbesinin arttırdığı, sevabın uzaklaştırıldığı devirlere…
Kutlu şehrin banisi, medeniyetin mimarı, insanlığın süruru Yüce Peygamberimiz, hem mekâna hem de zihinlere düzen getirir. Zamanın ruhunu, zeminin bedeninden ayırmaz. Zahiri ve batını dengede tutar. Temizliği hem bedene hem de ruha mahsus kılar. Kördüğüm sevdaların, eş muhabbetinin sırlarını can aynasında temaşa eder. Körpe gülüşlerin, çocuk kalbinin hamisi olur. Mütebessim çehresiyle huzurun timsali, mütevazı yürüyüşü ile selametin koruyucusu, merhametin adaletle yoğrulan vicdanıdır. Mazlumun ve masumun yanında, yetim ve öksüzün hizmetindedir. Fakirin azığı, garibin yoldaşıdır. En çok da kardeşlerini özler. Çetin yollarda, kızgın kumlarda, engebeli arazilerde yorulacaklarını, hırpalanacaklarını hisseder. Din bölünmüş, ruhlar parçalanmış, kardeşlik dağılmış bir haldeyken ayakta kalmaya çalışanları müjdeler. Bir dirlik çağrısı gibi onları selamlar. Daraldıklarında yüreklerini serinletecek ayetleri okur, İnşirah vakitlerinin nasıl tazeleyeceğini fısıldar.
İşte seher yeli bu ferahlıkla gelir. Nisan ayı bu esenliği muştular. Tomurcuklar, yapraklar, kuşlar bu muhabbetle baharı karşılar. Ağaçlar Kubbe-i Hadra’ya özenir, güller Ravza-i Mutahhara’nın kokusuyla bezenir. Nasıl bir şenliktir canda, tende? Hilkatin cemali, ahlakın kemali baharda neşvünema bulur. Bahar nisanda saadete erer. Billur yağmurlar, beyaz çiçekler nasıl haber verirse güzel günlerin gelişini, işte onun örnek davranışları ve tavsiyeleri de ruh iklimimize baharı bildirir. Hazan gibi dökülen ümitleri, fırtına görmüş iyi niyetleri, kar altında kalmış güzel huyları canlandırır. Nasıl bir hayat bağışlar yaşayan ölülere? Nasıl bir hikmetle kuşatır çalkantılı gönülleri?
Nereden başlayacağını bilemez insan veya nerede bitireceğini. Kötülükleri yok etmeden, noksanları tamamlamadan rahat yoktur beşere. Huzursuzluk kuyularında debelenirken, hırs çukurlarında boğuşurken bir ay daha geçecek. Bir ay, bir ay daha… Bir mevsim, bir yıl daha… İki yılı, iki mevsimi, iki ayı hatta iki günü eşit olan ziyandaysa neden umursamazca geçsin yıllar, mevsimler, aylar ve günler? Sermayesi hızla tükenenin bu israfı niye? Korkuyor mu peki savaşmaktan, usanmamaktan? Emek sarf etmekten, gayret göstermekten, çaba harcamaktan? Sorumluluğun bilinci değil mi yoksa bu kalabalıklar? İradesinin farkında değil mi bunca insan? Neden üşenir bir iyiliğe, neden koşar hızla kötülüğe? Bu vurdumduymazlık, bu hercailik nereye kadar? Sonu gelir mi hazların, nihayete erer mi nefsin pervasızlıkları? Ne kadar dağıtıyor kendini insan? Ne kadar parçalıyor olur olmadık şeylere? Nasıl da bölünüyor umarsızca? Fani zevklerin, bitimli dertlerin pençesinde sıkıldıkça sıkılan bir ruh var ortada… Daha kötü bir cendere olabilir mi? Ruh daralır, can sıkılır. Ulvi gayesini ve o gayeye ulaştıracak rehberi unutmuştur çünkü. Parça, bütüne meyyalken önüne çıkar engeller… Ruh birlemek ister, Bir’i ister. Nefis çokları, çoklukları arzular. Ruh toparlar, nefis dağıtır. Bu dağınık zihinler, bu keşmekeş duygular, bu parçalanmış gönüller işte o Rasul-i Kibriya’yı anlayamamaktan, onu kendimize örnek almayışımızdan… Sözü güzel, özü güzel, hali güzel o rehberi hayatımıza katamayışımızdan… Ah, nasıl yanıyor içimiz? Nedamet ateşleri kavuruyor bedenimizi, keşkeler yalın atıyor yüzümüze yüzümüze, ümitsizlik kör bıçak gibi dağlıyor hayallerimizi, çaresizlik deli gömleği gibi bağlıyor elimizi kolumuzu…
Gelin, bu pişmanlıklarımızı en derinde hissedelim. Bir daha aynı hataları yapmamaya azmedelim. Şevk ile gayret ile yola çıkalım. Yol olalım. Yolda olalım. Yollar dikenli, yollar sarp, yollar engebeli… Olsun bizim yıldızlardan parlak rehberimiz var, gecemizi aydınlatır. Güneşten sıcak kılavuzumuz var, buz tutmuş, ayaz vurmuş yüreğimiz çözülür hemen. Gelin, bildiğimiz bütün çoklukları, sayıları unutalım. Dağıtan, parçalayan, bulandıran ne varsa… Bir’i bilelim, Bir’de olalım. Toplayan, derleyen, düzenleyen Bir’de…
Gelin canlar bir olalım… Gelin canlar yeniden doğalım… Nisanı sağanak sağanak hissettiğimiz şu günlerde kutlu doğumu tekrar yaşayalım. Sancılarımız dinsin, bir başlangıç gelsin “Ya Medet” diyen çağlara! İstifleyelim iyilikleri kat kat… İkiyüzlülüklerimizi, yalan dolanlarımızı gömelim. Aza kanaat edişlerimizi müjdeleyelim. Doğalım yeniden kutlu vakitlere… Sırça saraylarımız yıkılsın, iç yangınlarımız sönsün, önyargılarımız parçalansın, şüphelerimiz dağılsın, zanlarımız hep iyi olsun, kutlu zamanlar gelsin, şerler defolsun, hayırlar fetholsun!