Makale

İhtilafını Rahmete Dönüştüren ÜmmetinVAHDET İLE İMTİHANI

DİN DÜŞÜNCE YORUM

İhtilafını Rahmete Dönüştüren ÜmmetinVAHDET İLE İMTİHANI

Doç. Dr. Abdurrrahman CANDAN
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

ALLAH’IN rahmetinin tecellisi olan varlık âlemi vahdet üzerine bina edilmiştir. Bütün varlık türlerinde vahdetin göstergesi de işbirliği içinde olmaları ve yardımlaşmalarıdır. Her bir varlık diğerinin tamamlayıcısı mesabesindedir. Bu da her birinin dirlik, esenlik ve uyumu için bir gerekli bir durumdur.
Allah’ın zatı bir olduğu gibi her konuda bir ve bütün olmayı teşvik etmiş, dağınıklık ve kopukluğu yermiştir. Bu gerçeği hem âlemin yaratılışında (tekvin) hem de yarattıkları arasındaki ilahi kanunda uygulamıştır
Vahdet şuurunun zıttı da tefrikadır. Ayrılık ve dağınıklıktır. Bu da cehalet, taassup ve kör taklitten kaynaklanmaktadır. İslam tarihinin en aşırı akımı olan Haricilik, ilmî gelenek, kardeşlik ve aklıselimden yüz çevirenler arasında ortaya çıkmıştır.
Vahdet, dengeli ve ölçülü ihtilafın zıttı değildir. Dinin temel esasları dışına çıkılmadan, meşru özgürlük alanlarında farklılık bir zenginliktir. Ulema, tarih boyunca ölçülü, dengeli ihtilafı hoş görmüştür. Sadece vahdeti zedeleyen tefrikayı yermiştir. Muhatabını hor ve hakir görmeyen, ötekileştirmeyen, kendi içinde bütünlüğü ve ilkesi olan görüşler makbul karşılanmıştır. İslam ilim tarihinde mezheplerin gelişip saygı görmesi, ihtiyaç hâlinde birinin diğerinin görüşünü esas alması, kendi görüşünü makbul ve doğru görmekle birlikte muhatabının da doğru olduğunu ifade etmesi bu anlayışın somut tezahürüdür.
Mezhep anlayışı, Müslümanlar arasında derin kökleri bulunan eşsiz bir zenginlik hâlini almıştır. Mezheplerin ortaya çıkış gayesi; temel esasları en iyi şekilde anlayıp uygulama arayışı olduğu için Allah’ın rızasını kazanmaya matuf bir çalışma olarak görülmüştür. Bunun için Ömer b. Abdülaziz bir sözünde şöyle demiştir: “Ashabın fikir tartışmalarındaki sevindirici husus, olgunlaşmış kaliteli ürünleridir. Şayet tek bir görüş olsaydı, halk her bakımdan darboğaz içerisinde olurdu.” (Şatibi, el-Muvafakat, 4/124; el-İ’tisam, 2/197.)
İslam medeniyet tarihinde farklı mezheplerin bulunması ilmi rekabete yol açmış, neticede muhteşem zengin bir ilim ve kültür mirası oluşmuştur. Mezheplerin çokluğu İslam’ın değişik kültür, ekol ve mektepleri olarak görülmüştür. Ebu Yezid el-Bestami şöyle demiştir: “Otuz sene nefis terbiyesi ile uğraştım. Ama ilimden daha ağır bir şey bilmiyorum. Eğer âlimlerin farklı görüşleri (ihtilaf) olmasa muhakkak yorulurdum. Evet, âlimlerin ihtilafı rahmettir; ama tevhit (hususundaki ihtilaf) dışında!” (Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 6/131.) Çok başlılık hoş karşılanmadığı hâlde çokluk güç ve kudret olarak anlaşılmıştır. Bu anlamda çok olmanın vahdeti bozmadığı hatta vahdetin bir bileşeni olduğu anlamında da “çokluk birle sayılandır” önermesinin kullanılması buna işaret etmektedir.
İnsanlar belirli bir toplum ve kültür içinde hayatlarını idame ettirirler. Toplumsal ve bireysel anlamda her birini diğerinden ayıran pek çok karakteristik özelliği vardır. İnsanın yapısında rahmet, merhamet, ünsiyet, yardımlaşma gibi olumlu temayül potansiyeli bulunmakla birlikte nefis, kibir, aşırı dünya tutkusundan neşet eden sapma durumu da bulunabilmektedir. Kur’an-ı Kerim, hem insanın yapısından kaynaklanabilecek ayrışmayı hem de ontolojik olarak kendini özdeş bulduğu dil, kültür, cinsiyet, kabile ve ırktan kaynaklanan farklılığı aşkın değerler vasıtasıyla vahdete dönüştürmektedir. Bunlar da temelde iman, binada ise İslami esaslardır. İman ve İslam bağı farklı bireyler ve toplumlar arasını bir anne-babanın çocukları arasındaki ilişki düzeyine çıkarır. “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 49/110.) ayeti buna işaret buyurmaktadır.
İslam’ın tüm emir ve yasakları, kardeşlik ve vahdeti sağlamayı hedef alır. “Allah’la bir olmak için ibadet (namaz), insanlarla bir olmak için zekât, ümmetle bir olmak için hac, hem aç olanların hâlini ve hem Allah’ı hatırlamak için oruç. Bu direkler Allah’ın ve insanların hizmetine hasredilmiş bir hayata kuvvet verirler. Onlar böyle bir gayenin böyle bir hayatın gerçekleşmesine yarayan vasıtalardır. (Roger Garaudy, Entegrizm, s. 102–103.) Bu şekilde yetişen müminler birlik ve vahdet şuurunun zirvesine ulaşır. Hz. Peygamber bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhari, Edeb 27.) Bu şekilde tek bir insan uzvunun diğerlerinin ağrısına hassas olması tek bir can mesabesinde olmalarından dolayıdır. Eğer Müslümanlar tek bir can şuuruna erişirlerse aynı durum söz konusu olur. Şirazlı Sadi de bu hakikati şu şekilde ifade etmektedir:
“Âdemoğulları bir vücudun uzuvları gibidir,
Çünkü bir cevherden yaratılmıştır hepsi.
Ne zaman ki, bir uzva bir dert erişse,
Diğer uzuvların da kalmaz huzuru.
Ey sen ki başkalarının mihnetinden elem duymazsın,
Sana adam demek hiç layık olur mu?”
(Şirazi, Sadi, Bostan ve Gülistan, s. 13. Bedir Yay, İst. 2000.)
Hz. Peygamber, risaleti boyunca bunu temin etmek için uğraşmış, vahdet ve bütünleşmenin önüne geçebilecek engelleri kaldırmıştır. Müslümanların omuz omuza gelmelerini engellediği gerekçesiyle; sütunlar arasında namaz kılmayı yasaklamıştır. (Tirmizi, Salat 169, No: 229; Ebu Davud, Salat 94, No: 674.) Vahdet, kardeşlik, Allah’ın bir lütfudur, dolayısıyla ona engel olabilecek her maninin önüne geçilmelidir. Allah Rasulü (s.a.s.) ihtilaftan korkulduğu an, Kur’an okumayı bile yasaklamıştır. Bu yasaklama, İslam’ın ayrılık ve tefrikayı hoş görmeyişi sebebiyledir. “Rasulüllah (s.a.s.) müteşabih nasslara tabi olanları gördüğünüzde onlardan sakınınız.” buyurmuştur.” (Buhari, Müslim, el-Lü’lüü ve’l-Mercan, İlim 1, No: 1705.) Kur’an’ın kıraatı üzerine tartışanlara, Peygamberimiz (s.a.s.)’in kızarak söylediği şu hadis de pek anlamlıdır: “…İhtilafa düşmeyiniz! Şüphesiz sizden öncekiler ihtilafa düştüler de helak oldular.” (Buhari, Enbiya 54, No: 3476; Müslim, İlim 2, No: 2666.) “Kur’an üzerinde gönülleriniz birleştiği müddetçe Kur’an okuyunuz. Kur’an hakkında ihtilaf edince de artık kalkıp dağılın.” (Buhari, Müslim, el-Lü’lüü vel-Mercan, İlim 1, No: 1706.)
Tarihî hakikatler Müslümanların vahdet hâlinde olmaları dışında bir alternatiflerinin olmadığını göstermiştir. Bu gerçekleştirilemediği sürece mevcut hâl devam edecektir. Merhum Akif’in dile getirdiği hakikat bugün anokronik bir durum oluşturmadan hakikatini korumaktadır. Baş döndüren bunca değişime rağmen yitirilen vahdete olan ihtiyaçta bir değişiklik olmamıştır. Merhum şairimiz tespitinde şöyle demişti: “Allah ve Rasulüne itaatle aranızda her türlü nizaı, çekişmeyi terk ediniz. Siz bütün müminler kardeşsiniz, kardeş gibi geçininiz. Eğer niza’ eder, kavgaya tutuşursanız, sonra rüzgârınız esmez olur. Yeryüzünde bir hükmünüz kalmaz, düşmanlarınızın zulüm ve kahrı altında mahv olur gidersiniz… Bunun için aranızda fitneyi, fenalığı kaldırmaya çalışınız. Beladan azaptan çok korkunuz. Zira bela gelince yalnız fenalara, zalimlere erişmekle kalmaz, iyilere de zararı dokunur, birkaçınızın uğruna bütün ümmet mahv olur. İyi biliniz ki Allah’ın azabı şiddetlidir, gelince cümlenizi perişan eder.” (Ersoy, Mehmet Akif, Tefsir Yazıları, s. 179–180.)