Makale

Yol

HAYATIN İÇİNDEN
Yol
Selma Maşlak / K.K.Ö - Keçiören Müftülüğü
İ ki yanı ahşap evlerle sıralanmış taş sokak, köyün meydanına inen ana yola açılır. Yoldan gelen her ses bir haber gibidir. Yaşmaklarını ağızlarına kadar çeken yaşlı nineler ağır aksak sese doğru yürür, sokağın başında beklerler haberi. İçlerinden biri var ki, zaman onun için şu dut ağacının altında durmuştur, acelesi yoktur. Kimse ilişmez ona, hayatın gailesine ağyar, öylece bekler yolu, elindeki kahverengi tespihiyle. Tespihten aldığı her taşta yol buğulanır, başka başka zamanlara, başka başka mekânlara götürür onu.
Yol bazen davullu zurnalı bir düğün alayına çıkar, önde asker gibi sıralanmış erkekler, arkada üçetekleriyle gelini almanın mağrurluğu yüzlerinden okunan kadınlar. Gelin yürür, etrafındaki kalabalığa inat yalnızlığıyla yürür. Bir adımı hayaldir, bir adımı gerçek, bir adımı annedir, bir adımı genç kız…
Yol bazen kiraz ağaçlarıyla dolu büyük ve mutlu bir bahçeye çıkar. Bahçenin kenarındaki beton arktan kuvvetli bir şekilde akan suyun sesi insanların konuşmalarına karışır. Ağaç diplerine kimisi dolu, kimisi dolmayı bekleyen sepetler serpilmiştir. Bayram yeri gibidir etraf. Dolan sepetlerini iplerle aşağı sarkıtan, alınları boncuk boncuk terlemiş birkaç kadın, ağaçların doruklarında kocaman açılmış ağzıyla rüzgârı yutmaya çalışan muzır bir çocuk, “Maşallah, yaprak yerine kiraz bitmiş bu yıl mübarek.” diyerek bahçeyi bir uçtan diğer uca elleri arkasında gezen babaanne, papatyalardan taç, kirazlardan küpe yapan sakin kız çocuğu… Herkes hâlinden memnundur, huzurludur. Alıyla, moruyla, sarısıyla insanlar gibi çeşit çeşit kirazlar toplanır, ikindi sonuna kadar. İşler biter. Yol sakinlerinin göz hakkı ayrıldıktan sonra, kalan sepetlerin ağzı çatılır ve batıya kaymış güneşin kızıllığında, bu bereketli bahçeye veda edilir.
Yol bazen müjdeli bir doğum haberini bekleyen tedirgin bir kalabalığa çıkar. Bakışları endişe dolu, bir oturup bir kalkan, durduğu yerde duramayan, volta atan bir kalabalığa. Uzun yol yorgunu, efsunlu âlemin sırlarının kokusu üzerinde, mucizevi bir yolcu beklenir. Yeni bir nefes, yeni bir can, bir günahsız, bir emanet… Hava sıcaktır, rüzgâr esmiyor, ağızları bıçak açmıyordur. Çatıda serçeler, merdivenin başında kıvrılmış kızıl kedi de yolcudan haberdar gibi sessizce bekler. İnsanların az, ağaçların çok olduğu, sözlerin kısa, susmaların uzun olduğu, varlığın kıymetinin iç huzuruyla idrak edildiği zamanlardır. Kokular gerçek, özlemler gerçek, insanlar gerçektir.
Hafif bir rüzgâr eser. Dut ağacının yaprakları sallanır, serçeler uçar. Nane kokuları reyhanlara karışır. Kızıl kedi dört ayağının üstüne kalkar, kulaklarını diker, dikkat kesilir. Ve sessizliği delen bir bebek çığlığı… Bekleşen kalabalık rahat bir nefes alır, konuşmaya gülüşmeye başlar. Kimileri sevinçten birbirine sarılır, yumak olur. Gökyüzünde pamuk gibi dolaşan birkaç bulut da eğilir, selamlar kalabalığı. Yeniden dirilme gününde yükünü atan yeryüzü gibi atmıştır anne yükünü. Canına candaş, yoluna yoldaş gönderilmiştir, Yüce Yaradan’dan. Bebek ağlamaya devam eder. Tanıdık ve sıcak anne kucağına gömülene kadar susmaz. Bu vakitten sonra artık o da yola revan olmuş bir yolcudur.
Yol bazen ıslak ve serin bir sonbahar sabahına uyanır. Etraf sessizdir, bir hızlanan bir yavaşlayan yağmurun çıtırtısından başka ses işitilmez. Ceketinin yakasını boynuna kadar çekmiş bir adam adımlarını sıklaştırarak dut ağacını geçip yolun kenarındaki geniş avlulu eve girer. Bir vakit sonra evin bacasından dumanlar tüter buğulu gökyüzüne doğru. Evin sobası yanmaya başlamıştır, üstünde tıngırdayan ıhlamur demliğiyle, içi yağlanmış nokul ekmeğiyle… Gök homurdandıkça bu ev gibi diğer evler de içine kapanır, sofralar, sohbetler içerde kalır. Kapılar, pencereler açılmaz. Evlerin yaşadığını gösteren tek şey tüten dumanlardır.
Yolun başındaki dut ağacı da homurdanan gökten nasibini almış, çoktan vazgeçmiştir yapraklarından. Dallarını kendine ev yapan sarı saçlı, karakaşlı neşeli kız çocuğundan, meyve dolu yaz akşamlarından, göğe merdiven kuran tahta salıncağından vazgeçtiği gibi. Mevsim vazgeçme mevsimidir. Yağmura karışan sırlı toprak kokusunda evler, insanlar, ağaçlar bir bir vazgeçer alışkanlıklarından.
Kahverengi tespih şıkırdar…
Yol, sabah ezanıyla inler, akşam ezanıyla kendine kapanır. Yol bir bayram sabahındadır, bir cenaze alayında, üşengeç kelimelerde, susmayan gülüşlerde. Yol bazen nefessiz kalmış, yalnızlığı sokaklara taşmış kırık dökük evlerde, bazen bir hengâmeyle serilen ekinlerde… Velhasıl; yol, takdir edilen ömürdür, yol haber vermeden gidenin haberidir. Yol çocukluk, yol gençlik, yol yaşlılıktır. Yol hakikatin peşinde debelenmekten yorgun, o dut ağacının dibinde bekleyen bir çift gözdür.