Makale

Cennet Çiçekleri

GÜNCE
Cennet Çiçekleri
Sema Uslu
Bugün Kur’an’ı öğrenmeme vesile olan dedemi, hocamın duasıyla uğurladığımız ve yıllar evvel hepimizin kaderlerinin denk düştüğü en güzel yerdeydim. Dedemi kaybetmenin verdiği acıyla, hüznün en ağırının kalbime değmesine karşın yol aradığım yerdeydim.
İnsan sevdiği birini kaybedince ne söyler, ne düşer ki kaleminden. Hayat işte… Bir varmış ama en çok da yokmuş. İnsan, canı içinde bir kuşmuş. Bugün varmış, yarın yokmuş. Kelimeler de salınırmış varlık ve yokluk sarkacında.. Art arda dizilir masal olurmuş. El ele tutuşur acıya katık edilirmiş. Hayat nasıl tanımlanır, nasıl lisana dökülür duygular? Pek bilmem, süslü püslü cümleler kuramam bir çırpıda, tumturaklı laflar edemem. Ömür dediğin yazıldığı anda azalan, yaşandıkça tükenen, adına gün denen vakitler toplamı olsa gerek.
Dünya seferimde zaman, benim için bir temmuz ayında, Kırşehir’in küçük bir köyünde tomurcuklanmaya başlamıştı. Bozkırın en cilveli sarısı ile gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliği arasında var olmuştu çocukluğum. Şehrin, çocuk ruhuna dokunacak pek bir yanı da olmadığı için çocukluğumun en unutulmaz anıları bu mavi ile sarının gönle huzur veren ahenkli yerinde canlanırdı. Yaz bizim için köy demekti, doyasıya oynadığımız ama bir yandan da yokluğun düğümüyle bağlı hayal dünyamızın en arî yeriydi. Toprağın, taşın, odun parçalarının belki bulursak bir parça kumaşın bile kıymeti paha biçilmezdi. Çünkü hepsi oynanacak oyunların elinden tutar, hayallerimizin harcına karışırdı. Yokluğun öze döndürdüğü, gerçekten çocuk kıldığı en güzel vakitlerdi.
Birinci sınıfı bitirdiğim o yaz da her yaz olduğu gibi tatil için köye gitmiştik. Ben sonsuz oyun hayalleri kurarken dedemin geri çevrilmesi imkânsız sözüyle camiye yani Kur’an öğrenmeye yollanacaktım. Ertesi sabah bin bir mazeret üretsem de bu durum annemin beni en güzel kıyafetlerimi giydirip başıma taktığı beyaz yazmayla camiyle yollamasına mani olmamıştı. Köydeki camimiz yeniydi ve İmam Efendi’nin de ilk görev yeriydi. Şimdi düşünüyorum da ikimiz de benzer heyecanları yaşamış olmalıydık, benim ilk talebeliğim onun ilk öğretmenliği ve ikimiz için de ilk ders.
Cami evimizin ilerisinde bulunuyordu, ilk gün yol arkadaşım dedem olmuştu. Dedem elimden tutup beni camiye doğru götürürken gözlerindeki o sevinç ışığıyla “Cami,” demişti “Allah’ın evi, Allah’ı seven, Allah’a gönlünü açan tüm Müslümanların evi. Kızım! Camiye git ki gönlün açılsın, ne zaman yolunu bulamaz ve gönlün daralırsa hemen bir cami bul. Rabb’ine el aç. O zaman gönlünün nasıl huzura ereceğini göreceksin.” Bugün her kelimesi ruhuma işleyen o sözleri, o yaşta pek anlamayarak da olsa bellemiştim. “Kızım bir gün ben ölünce bana burada Kur’an oku olur mu?” deyip beni hocamıza emanet etmişti. İlk gün, benimle birlikte yaklaşık on kadar çocuk vardı. Herkes camiyi benimseyip oyun alanı edinmişti sanki.
Hocamızın “Cennet Çiçekleri haydi toplanın!” ikazıyla daire şeklinde etrafına sıralanmıştık. İlk sözü “Allah’ın evine hoş geldiniz.” olmuştu. Sırayla ve kısacık kendimizi tanıttıktan sonra söz yine hocamıza gelmişti. “Çocuklar bu caminin sahibi Allah, emanetçisi sizlersiniz, Allah onu anan herkesi çok sever ama onu seven çocukları daha çok sever ve sizlerin duası cennete asılan güneşler gibidir.” demişti. Hani bazı anlar, bazı sözler vardır, yıllar üzerine tozlarını kondursa da asla unutulmayan, bir küçük üfleyişle ilk günkü tazeliğini koruyan. İşte hocamın cümleleri de aynı böyleydi benim için. Ve kutlu kelam her hayrın başlangıcı; besmele ile bizlere camimizi gezdirip mihrap, minber gibi yerleri anlatmıştı. Günün sonunda ise elifba cüzlerimizi verip evimize yollamıştı.
Bir aya yakın zamanda en küçük olmama rağmen Kur’an’a ilk geçen ben olmuştum. İçimde tarifsiz bir mutluluk vardı. Eve gelip bu durumu dedeme ve babaanneme anlatınca onlar da çok sevinmişlerdi.
Zaman… Ah o masum çocukluk. Tek yaşadığım hissin sevinç ve mutluluk olduğunu sandığım kocaman kalpli günler. Babaannem; insan büyüdükçe kalbi küçülür derdi hep. 20 yıl öncesi anımsadığım o anlar… Yaz bitmiş, Ankara’ya dönmüştük, hocamız ise kızının rahatsızlığı nedeniyle başka bir şehre tayin aldırmıştı.
Onca yıldan sonra dedemin vefatında bir kez daha kesişti yolumuz. Kader ilmek ilmek işlenen ilahi bir sır. 20 yıl sonra bana Kur’an’ı öğreten hocamla yine aynı caminin avlusunda karşılaştık bugün. Dedemin elimden tutup hocama emanet ettiği beyaz minareli Allah’ın evinde. Elimde hocam sayesinde öğrendiğim gönle şifa Kur’an’ım. Dedemi hak divanına uğurlarken dünyadaki son durak. Sanki dedem bugünü bilip yıllar evvel fısıldamıştı kulağıma: “Bir gün yüreğin daralırsa camiye gel ve ben ölünce arkamdan Kur’an oku.”