Makale

Yolun Son Kıvrımı: İhtiyarlık

DİN VE HAYAT
Yolun Son Kıvrımı: İHTİYARLIK
Hilal KOÇ HANCI
Y aşı 50’yi henüz aşmamış olanlara, yaşlılık çok uzak gelir. Sanki daha çok zaman varmış gibi. Oysaki zaman su gibi akıp gider. İhtiyarlık pek istemesek de zahmetleri ve zorluklarıyla birçoğumuzun kapısını çalar bir gün: “Âdemoğlu, kendisini kuşatan ölümcül tehlikelerle birlikte var edilmiştir; bu tehlikeleri atlatsa bile ihtiyarlığa yakalanır ve neticede ölür.” (Tirmizî, Kader, 14.)
Bugün her ne kadar güç ve kuvvete sahipsek de o gün geldiğinde yapıp edebildiklerimiz sınırlanmaya başlayacak. Evin içinde cıvıltılarını duyduğumuz yavrularımız yuvadan uçup gidecek. Bizi anlamadığını düşündüğümüz büyüklerimiz çoktan vadelerini tamamlamış olacak ve onların yakındıkları hâller ile baş başa kalacağız.
Yaradan insanlığa ayetlerini apaçık anlatır ki akıl sahipleri düşünüp ibret alsınlar. Kâinatın düzeni, yaratılmışların durumu, insanoğlunun yaratılışı ve varlığının çeşitli evreleri tafsilatlı bir biçimde Kur’an-ı Kerim’de yerini bulur: “O, sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra ‘alaka’dan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar.” (Mü’min, 40/67.) Bu ayet ömrün mertebelerini veciz bir şekilde ortaya koyan birçok ayetten biridir. Genel itibarıyla hayatın evreleri dörde ayrılır: Büyüyüp gelişme çağı (doğum ve ilk çocukluk), duraklama çağı (gençlik), gerileme çağı (olgunluk) ve hızlı bir biçimde düşüş (inhitât) çağı yani ihtiyarlık. Duraklama ve olgunluk çağlarında insan ömrün en hareketli, yararlı dönemini yaşar. Yetkinlikleri fazla, iş kabiliyeti yüksek, duygu yönetimi düzene oturmuştur bu dönemde. Çocukluk çağı ve ihtiyarlık çağı ise birçok yönden birbirine benzeyen evrelerdir. Çocuklar büyüklerinin yardımı olmadan en basit eylemleri bile gerçekleştiremezler. İhtiyarlık çağına ermiş olanlar da bir nevi çocukluk zamanlarına dönerler. Allah, ihtiyarlığı “erzel-i umur” olarak ifade ediyor. (Nahl,16/70.) Ömrün en düşkün hâli. Bildiklerini bilmez hâle gelme, yaptıklarını yapamaz olma... İnsanın ne kadar âciz ve zayıf bir varlık olduğunu hatırladığı, geride bıraktığı zamana hayıflandığı dönem.
Yaşlılık sürecinde insan hem fiziksel hem de zihinsel faaliyetlerinde yavaşlamalarla karşı karşıya kalır. İş gücü azalır, algı zayıflar, buna bir de çeşitli hastalıklar eklenince yaşlı bireyler kendini kötü hissetmeye başlar. Bir şeyler başaran ve dolayısıyla başka insanlar tarafından gereksinim duyulan insan mutlu olurken, yaşlılar kendilerini bir iş yapamaz görmekten ötürü mutsuz olurlar. Emekli olup bir köşeye çekilmek, ev işlerinde eskisi gibi mahir olamamak, istediği yere istediği zaman başkalarına ihtiyaç duymadan gidememek, akranlarının vefat haberlerini duymak, yaşlılarımızın ruhunda darlığa sebep olur. Buna bir de aile bireyleri ve arkadaşlarla geçirilen vaktin sınırlı olması eklenince hayattan memnun olmama hâli baş gösterir. Durumu olduğu gibi kabullenme ve sorunlarla baş edebilme kabiliyeti yüksek bireyler, yaşlılığı da hayatın vazgeçilmez bir gerçeği olarak kabul ederler. Böylece hoşnutluklarını kaybetmezler. Ancak hayatı olduğu gibi kabullenip yaşanılan her sıkıntıya göğüs gerebilmek çok da kolay değildir çoğu zaman. Bu durumda yaşlı bireylerle yolları keşisen toplumun her ferdine çeşitli sorumluluklar düşer.
Birçoğumuz kendi penceremizden hayata baktığımızdan kimsenin ihtiyacını fark edemez olduk. Fakat küçükler büyüklere muhtaç olduğu kadar, büyükler de küçüklere muhtaç. Sadece anne babalarımız, kan bağı olan yakınlarımız değil; aynı apartmanda komşuluk ettiğimiz, aynı sokağı paylaştığımız, yakından uzağa yolumuzun kesiştiği her büyüğün bize ihtiyacı var.
Büyüklerimizin gereksinimlerini karşılamak hem onların memnuniyetine sebep olacak hem de kendi açımızdan tecrübe imkânı sağlayacak. Yaşlılıkla beraber ortaya çıkan sorunları gençken fark etmek insanın kendi yaşlılığına hazırlık yapmasına vesile olacak. Dinimiz toplumsal ilişkilerin her boyutunda bize tavsiyelerde bulunmuş, gözden kaçırma durumumuz olabilecek hususları bizlere hatırlatmıştır. İhtiyarlarımıza ihtimam göstermemizin gerekliği de bu bağlamda kaynaklarda yerini alır. “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15.) hadisi konu ile ilgili rivayetlerden en dikkat çekenidir. Buna göre, İslam toplumunun bir parçası kabul edilmenin şartlarından biri büyüklerin saygınlığını kabul etmektir. Bunu davranışlarımıza da yansıtıp bizden sonrakilere gerektiği şekilde aktarmalı, sorumluluğumuzu tam manasıyla yerine getirmeliyiz. Özellikle evlatlarımızı yetiştirirken bu hususu göz ardı etmemeliyiz. Çocukların kulaktan ziyade gözden eğitildiği, söyleneni yapmaktan çok gördüğünü benimsediği tecrübelerle sabittir. Bizler bir önceki nesle davranışlarımızla kendimizden sonraki nesli de terbiye etmiş oluyoruz. Gelenek ve göreneklerimiz yaşlılarımıza ve çocuklarımıza ihtimam göstermemizi salık veren örneklerle dolu. Birey olarak ihmallerimizin zararı sadece bize dokunmuyor bilakis kültür aktarımı da sekteye uğruyor. Bu konunun önemini kavramış biri, hayatında var olan hangi büyüğe veya küçüğe karşı bigâne kalabilir ki?
“Allah’ın, insanı insana muhtaç yaratmış olması, unutanlara tavsiyelerde bulunarak bunu hatırlatması, bize olan rahmetinin tecellisi olsa gerek: “Merhametliler(var ya!)… Rahmân işte onlara merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb,58.) Peygamberimizin merhametin kapsamını geniş çerçevede sunduğu bu sözleri üzerine kendimizi sorgulamalıyız belki. Büyüklerimize karşı ne kadar saygılı ve merhametliyiz? Ne kadar sıklıkla onları ziyaret ediyoruz? Hemhâl olabiliyor muyuz yakınlarımızla? Yaşlılarımız, sıkıntıları olduğunda bizden yardım talep etmekte zorluk yaşıyorlar mı? Onların, değişen yaşam şartlarına uyum sağlayabilmelerini kolaylaştıracak tedbirler alıyor muyuz?
Bu soruları her birimiz kendi durumumuza göre çoğaltabiliriz. Belki bu sorulara verdiğimiz cevaplar ihmal ettiğimiz konular olduğunu gösterecek bizlere. Henüz fırsat varken farkına varmadan boş verdiğimiz hususları tespit edip onları düzeltebilecek adımlar atmak bizim elimizde.