Makale

Kıraat Âlimi Bir Astronom: Uluğ Bey

İZ BIRAKANLAR
Kıraat Âlimi Bir Astronom: Uluğ Bey
Uğur Ünal
Timur, Mardin’i teslim alışının ertesi günü 22 Mart 1394’te, eşi Saray Mülk Hanım’ın ulağının getirdiği haberle kılıcını kınına sokar. Bu haber Timur’u öylesine sevindirir ki Mardin Meliki İsa Bey’i affetmekle kalmaz, harp tazminatı almaktan vazgeçerek şehri ahâlisine bağışlar. Timur’u bu kadar sevindiren hadise, Uluğ Bey’in doğumundan başkası değildir. Oğlu Şahruh’un ilk çocuğu olan Uluğ Bey’e Mehmet Taragay ismi konulur. Ancak bu isimle hiç anılmadığı ve çocukluk döneminden itibaren özellikle dedesi Timur tarafından “Ulu Bey” anlamında Uluğ Bey ismiyle çağrıldığı için bu adla meşhur olmuştur. Uluğ Bey’in annesi, Çağatay asilzadelerinden İyaseddin’in kızı Gevher Şad’dır.
Uluğ Bey, dedesi Timur’un 1405 yılında vefatından sonra babası Şahruh tarafından Semerkant merkezli Maveraünnehir genel valisi olarak görevlendirilir. 1411’den 1447’ye kadar Maveraünnehir’i idare etmiştir.
Uluğ Bey, savaşcı bir karaktere sahip değildir. Hükümdarlığı süresince çok az seyahat etmiş, babası Şahruh’un seferlerine kendisi katılmayıp elçilerini göndermiş, hatta kendi ülkesi yakınındaki savaşlara bile iştirak etmekten kaçınmıştır. Bu sebeplerle savaş ve siyaset konularında kendini geliştirememiş, idareyi büyük ölçüde babasının nezaretinde yürütmüştür. Uluğ Bey küçük yaştan itibaren bütün gücünü ve ilgisini astronomiye vermiş bilgin bir hükümdardır. Uluğ Bey döneminde Semerkant naklî ve akli ilimlerin, sanat ve edebiyatın en parlak günlerini yaşadığı bir merkez hâline gelmiştir. Tarih sahnesinde Uluğ Bey’e gelinceye kadar bilim ve sanata destek veren birçok hükümdar gelmişse de bilim adamı olan bir hükümdar görülmemiştir. (Lütfi Göker, Astronomi Tarihinde Bir Türk: Uluğ Bey ve Rasathanesi, Ankara, 1992.)
Timurluların geleneklerine uygun olarak sarayda dönemin en büyük âlimleri tarafından yetiştirilen Şehzade Uluğ Bey, iyi derecede Arapça ve Farsça bilmektedir. Daha 10 yaşındayken tefsirleri orijinal metinlerinden okuyarak mukayese edecek seviyeye erişmiştir.
Uluğ Bey’in astronomi, matematik ve mantık gibi ilimlere merakının, Timur devrinde Semerkant’a getirilen İranlı bilginlerden mülhem olduğu söylenebilir. Çünkü onun aldığı eğitim Timurluların diğer çocuklarından farklı değildir. Kaynaklarda Uluğ Bey’le ilgili her ne kadar çocukluk döneminde zekâsının parlaklığı ve öğrenme iştiyakına ilişkin örnekler anlatılsa da ilmî çalışmalarına hükümdarlığı döneminde Semerkant’ta başlamıştır. Bu sebeple astronomi, matematik ve mantık gibi ilmî alanlara ilgisini Maveraünnehir’deki hükümdarlığı döneminde keşfetmiş olması muhtemeldir.
Onun en büyük eserleri Semerkant ve Buhara Medreseleri ile Semerkant Rasathanesi’dir. Buhara Medresesi’nin girişine, “İlim tahsil etmek kadın ve erkek herkese farzdır.” hadis-i şerifini nakşettirmiştir. XV. asırda tüm aydınların yeteneklerini değerlendirdikleri bir merkez hâline gelen Semerkant Medresesi ise onun çok yönlü ilmî kişiliğini yansıtan abide bir yapıttır. O; astronomi, matematik, mantık ve geometri alanında onlarca yıl sonrasına ışık tutmuş bir bilim adamıdır. Her ne kadar astronomi alanında yaptıkları öne çıkmakta ise de aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’i yedi vecih üzere okuyabilen bir kıraat âlimidir. Mamafih bütün bu çalışmaların içerisinde bir bilim adamı olarak yer almakla kalmamış, elinde bulundurduğu hükmetme gücü sayesinde ilim ve sanatın hamisi ve yol göstericisi olmuştur. Semerkant Medresesi, modern anlamda üniversite yapısını içinde barındıran bir eğitim kurumu olarak dikkat çeker. Eğitim sadece bir müderrisin takriri ile yapılmaz. Öğrenciler dersi takip etmekte, konular tartışılmaktadır. Zengin bir kütüphaneye sahip medresede, dersler kaynaklara dayanılarak, deney ve gözlem yapılarak işlenir. (Hüsnü Y. Lıvatyalı, Uluğ Bey ve Çevresi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Uluğ Bey Zamanında Eğitim ve Öğretim Hayatı, Ankara Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1996.) O, Semerkant Medresesi Başmüderrisi (Rektörü) ve hocası Kadızâde-i Rûmi ile medresenin yönetimine ilişkin ihtilaf yaşadığında, hükümdarlığını bir tarafa bırakıp hocasının tavsiyelerini derhâl tatbik eden bir ilmî terbiyeye sahiptir.
Semerkant Medresesi ve Rasathanesi birçok âlimin yetişmesine vesile olmuş bir merkezdir. Fatih Sultan Mehmet’in daveti üzerine İstanbul’a gelen ve Ayasofya’da müderrislik yapan Ali Kuşçu da Semerkant Medresesi müderrislerindendir. Ali Kuşçu aynı zamanda Uluğ Bey’in derslerine katılmış ve onun adıyla müsemma Ziyc-i Uluğ Bey’in (Ziyc-i Gürgani ve Ziyc-i Cedid-i Sultani adıyla da bilinmektedir.) hazırlanmasında Gıyasüddin Cemşid ve Kadızâde ile birlikte çalışmıştır.
Astronomi tarihinde, hazırlanan yıldız kataloglarının en büyüklerinden biri Ziyc-i Uluğ Bey’dir. Bilim dünyasındaki etkinliği XX. asır başlarına kadar süren bu çalışma ile Güney yarımküredeki 48 takımyıldızı içerisinde bulunan 1018 yıldızın koordinatları en doğru şekilde tespit edilmiştir. Bu eser, teleskop bulununcaya yani Galileo’ya kadar hazırlanmış en mükemmel yıldız kataloğudur.
Hükümdarlığını ilmî çalışmaları için bir vesile olarak gören Uluğ Bey, Semerkant yakınındaki Afrasiyab Rasathanesi’nin (Semerkant veya Uluğ Bey Rasathanesi adıyla da anılmaktadır.) inşaatı için Sudan’dan onlarca fil getirtmiş, binlerce kişinin çalışması ile bu eseri yaptırmıştır. Rasathane dönemin en ileri teknolojisi ile donatılmıştır. Rasathanede gerçekleştirilen birçok ölçüm ve cetveller bizzat Uluğ Bey tarafından yapılmıştır. Ona göre dünyanın kendi ekseni çevresindeki dönüşü 365 gün, 6 saat, 10 dakika ve 8 saniye iken bugünkü ölçümler bunun 365 gün, 6 saat, 9 dakika ve 6 saniye olduğunu göstermektedir. 56 saniyelik bir sapma ile XV. asırda dünyanın dönüş hızını hesaplamıştır.
Uluğ Bey sadece ilmî müesseseler yaptırmakla kalmamış, dönemin şehircilik anlayışını geliştiren bir perspektifle cami, türbe, hamam ve güzel bahçeler inşa ettirmiştir. Onun yaptırdığı eserler sağlamlık, hacim ve estetik itibarıyla öncekilerden daha mükemmeldir. Yaptığı eserlere ve uygulamalara bakıldığında bir bilim adamı olarak onun medeniyet tasavvuru bilim, sanat ve şehircilik gibi alanlarda topyekûn bir gelişmeyi öngörmektedir.
XV. asır, İslam bilim ve düşünce dünyasının son parlak dönemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Çağ’da, Avrupa bilimini oldukça aşmış olan astronomi çalışmaları Uluğ Bey’in 25 Ekim 1449’da vefatıyla sekteye uğramıştır. Avrupa’da skolastik düşüncenin yerini deneysel bilginin almasıyla makası hızla kapatan Batı, Uluğ Bey’in ölümünden sonra Doğu-Batı rekabetinde öne geçecektir. Uluğ Bey’in vefatı bu anlamda bir miladı da temsil etmektedir. (Wilhelm Barthold, Uluğ Bey ve Zamanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.)