Makale

Engellinin AİLE HAYATI

Engellinin
AİLE HAYATI

İsmail Çakıcı

İnsan sosyal bir varlıktır. Tek başına başarılı ve mutlu bir hayat sürdürmesi pek mümkün değildir. Aile toplumun çekirdeği ve asıl yapı taşıdır. Aile içerisinde bireyler farklı ruhsal, fiziksel ve fonksiyonel niteliklere sahiptir. Üyelerinin bu farklı özelliklerini doğru olarak kavrayıp, uygun ortamı sağlayan aileler, beklenen verimi ve uyumu elde edebilirler.
En son tespitlere göre ülkemiz nüfusunun yaklaşık %12’sini özürlüler oluşturmaktadır. Her özürlü bir aile içerisinde bulunduğuna göre, belki halkımızın 1/3’ü özürlülerle doğrudan ilişkilidir. Ailedeki rolü ne olursa olsun, özürlünün diğer üyelerle iletişimde bazı problemler yaşaması kaçınılmazdır. Ben bu yazımda toplumda karşılaşılanların prototipi sayılabilecek, aile içi sorunların bir özetini sunmaya çalışacağım. Konuyu özürlü ve ailesi açılarından değerlendirmek daha isabetli olur kanaatindeyim.
Özürlü üyesi bulunan ailenin geliştirebileceği davranış biçimleri.
Kabullenme: Herhangi bir nedenle bir ferdi özürlü hâle gelen ailenin, diğer üyeleri niçin böyle bir durumla karşılaştıklarını düşünüp muhtelif tepkiler koyabilmektedirler. Özürle ilk karşılaşma günlerinde şaşkınlıkla karamsarlığa veya depresyona düşen ebeveyn ve çocuklar sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Kimi bunun Allah’ın bir cezalandırması olduğunu farzederek utanç duymakta, hatta içten içe sakat bireye nefret duyup onu başkalarının dikkatini çekmemesi için âdeta hapsetmekte ve ev ile ilgili konularda hiç işe yaramaz, belki de engel görmektedir. Kimi de madem ki Allah, bizi bu şekilde deniyor, öyleyse sakat çocuğumuza şefkat ve merhamet gösterelim düşüncesiyle imkânları ölçüsünde onun her isteğini yerine getirmekte, deyim yerindeyse elini sıcak sudan soğuğa sokmamaktadır. Akraba ve tanıdıklarının özürlü çocuğu ile ilgili soru ve yorumlarından kurtulmak ve çocuk ile daha yakından ilgilenmek maksadıyla evine kapananlar pek çoktur. Yine toplumun geneli, sakatın küçük başarılarını abartarak övgüler düzmekte, güya onu onore etmiş olmaktadır.
Sakat ferdi görünce yardımseverlik ve acıma dürtüleri canlanan, üç-beş kuruş vererek veya yazık, Allah sabır versin gibi ifadelerle, güya onun derdiyle dertleniyormuş gibi görünen, aslında kendi vicdanlarını tatmin edenler yaygındır. Bütün bu davranış kalıpları, özürlü üzerinde menfî tesirler bırakmaktadır. İleriki yıllarda eğitim ve rehabilitasyon yolu ile olumsuzlukların nispeten giderilmesi mümkün ise de, kanıksanmış huy ve şartlanılmış yargılar varlığını sürdürmektedir.
Katılım ve intibak: Ailede iş bölümü ve yardımlaşma esastır. Özürlü üyenin görevlerini ifa ederken desteğe ve durumuna uygun paylaşıma ihtiyaç duyacağı muhakkaktır.
Arzu edilen bilinçlenmeyi sağlayamayan ailelerde, bahsedilen destek verilemediği için kolayca aşılabilecek problemler bir türlü aşılama- makta, aksine gittikçe dağ gibi büyümektedir. Böyle olunca özürlü dışlanmakta, ikincil bir konuma itilmektedir. Genel itibarıyla ailenin hayatiyetini sürdürme ve statüsünü yükseltme çabalarına, özürlü üye istenilen seviyede katkıda bulunamıyor diye düşünüldüğü için alınacak kararlarda reyine pek baş vurulmamaktadır. Zaten çoğu ebeveyn onu bakıma muhtaç, korunup gözetilmesi gereken varlık olarak telâkki ettiğinden, ciddî işlerde yok farzedilmektedir. Kendisini fazlalık ve yük şeklinde algılayan özürlüde zamanla çevreye ve kendine güven kaybolarak tepkili, agresif veya vurdumduymaz, uyuşuk davranışlar gelişmektedir.
Anlaşılamama: Her insanın olduğu gibi özürlünün de sevinçleri, tasaları, beklentileri, anlaşılma ve takdir edilme duyguları vardır. Karşılaştığı olaylar, aile üyelerinin tavırları onun ruh gelişimi ve hayat felsefesi üzerinde belirleyici etkiler yapar. İnsan bilmediğinin düşmanıdır. En azından onunla doğru iletişimin nasıl kurulabileceğini, sorunların hangi yöntemlerle kolayca çözülebileceğini bilemez. Bu ise ya uzlaşmaya veya yanlış temelde diyalog geliştirmeye zemin hazırlar. Kendini ifade edemeyen, yeterince anlaşıldığını dü- şünemeyen insanların mutlu ve rahat olması güçtür. Bir şeyi gerçekten anlayabilmek için yaşamak veya kendini samimiyetle onun yerine koyabilmek gerekir. Öyle ise özürlüyü anlama iddiasında olanların, olaylara özürlünün penceresinden bakmayı becerebilmesi, onun hâleti ruhiye- sini tahayyül edebilmesi şarttır.
Sonuç olarak, fiziken aynı ortamı paylaşan insanların, aynı hazzı alabilmesi, bir yığın etkene bağlıdır. Ailede huzur ve güven, bireylerin karşılıklı sevgi, saygı, anlayış, özveri ve berraklık gibi yüksek ahlâkî değerlerin korunup yaşanmasıyla sağlanabilir. Unutulmamalıdır ki çıkarcı, içten pazarlıklı ve tutarsız kimselere, en yakınımız da olsalar güvenilemez. Kendisi için istediğini, kardeşi ve yakını için de arzu edebilenler, mutlaka güven ve saadeti yakalayabilirler. Ailede herkes, kendi görev ve sorumluluklarını elinden geldiğince yerine getirirse, ortaya çıkabilecek aksaklıklar bir şekilde çözüme kavuşturulabilir. Yeter ki, iyi niyet ve İslam’ın öngördüğü huzur ortamı kaybedilmesin.
Ailesinde özürlü üye bulunan kimseler, başa çıkamadıkları veya nasıl çözüleceğini bilemedikleri sorunlar için rehberlik ve danışma merkezlerinden, özel eğitim veren kurumlardan yardım almalı, özürlülerle ilgili dernek ve vakıflarla diyalog kurmalıdır. Böylece aynı problemlerle karşılaşıp, kafa yormuş insanların birikimlerinden faydalanma imkânı bulabilir. Bilinçlenme düzeyi arttıkça, özür artık problem olmaktan çıkacak, ailede manevî bağı ayakta tutan öğelerden biri olacaktır. Yüce Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklememiştir. Öyle ise kararlı ve kulluk şuurunun idrakinde olanlar, bu badireleri fazla bunalıma düşmeden aşabilirler. Yalnız neyi, niçin yapması gerektiğini bilmek çok önemlidir.