Makale

ONUN ADIMLARININ İZİNDE

ONUN ADIMLARININ İZİNDE

Dr. Ravza CİHAN

Kocaeli Müftü Yardımcısı

Huzurundayım. Gurbetim sona erdi.
’Lâ terfe’û esvâteküm’ (Hucurat, 49/2.) ayetini virt edinerek düştüm yoluna. Lakin adım atamıyorum. Ayaklarım mermerlerin sıcaklığını hissetmesine rağmen, yeşil kubbene yaklaşmak için ilerleyemiyor. Düşlüyorum; tam şu anda durduğum yerde durduğunu. Edep ediyorum, hemen bir adım geriye çekiliyorum. Mescidin şemsiyeleri kapanıyor o esnada, gökyüzüne bakıyorum. Bir bulut görünce ’gamame’yi hayal ediyorum. Senin (s.a.s.) peşin sıra gelen ’gamame’yi. Gamame Mescidi tarafına dönüyorum; ne kadar mesafeleri var diye hesap ediyorum. Masmavi gökyüzünde yalnız bir bulutun nasıl olup da fark edilmediğini düşünüp şaşıyorum. Bulutu gören gözlerin perdesi hatırıma geliyor. Üzülüyorum.
Mermer de görmedin, halı da. Ben mermerlere de halılara da kademinin sırlandığı kumlarmış gibi bakıyorum. İz bırakmam mümkün değil şimdi burada. Ama izlerini tecessüsle takip etmek en kıymetli iz bizler için.
Kubbene nazar ederek yürüyorum; istikâmet neresi olursa olsun kubbene mücavir yürüyorum. Sana (s.a.s.) yürümenin, seninle (s.a.s.) yürümenin talim ettiği yürüyüş şekliyle yürüyorum. Sıcağı, gölgesizliği, susuzluğu ve acizliği fısıldıyor her adımım.
“Esselâmü aleyküm ya ehle’l-kubûr.” diyerek musahafa ediyorum cennetin duvarlarıyla. Senin (s.a.s.) peşinde varıyorum bu sessiz bahçeye. Kimlere selâm verdiğini tahayyül etmeye çalıyorum. “Göz yaşarır, gönül hüzünlenir…” sözünü gönlüme nakşediyorum. Göz yaşarır ve gönül mahzun olur. Benim gözüm yaşlı ve kalbim mahzun, bil istiyorum.
Halılara takılıyor gözlerim, yeşili nerededir, diye. Yeşil kubbenin altında ’yeşil’ halı... Beklerken tüm kırmızı halılar mahşerin medarı oluyor gönlümde. Mahşeri yaşıyorum. Senin (s.a.s.) himayende, Senin (s.a.s.) gölgende, seninle... Gözyaşı ile nedamet ile tövbe ile ama iştiyak ile duruyorum namaza. Hasret nasıl yakarsa bir gönlü, o yangınla tutuşuyor ellerim...
Hutbe okunuyor. Minberini düşlüyorum. Minberlerini. Sana (s.a.s.) duyduğu hasretinden gözyaşı döken minberini. Senin yanındayken, sesini duyabiliyorken seni özleyen minberini. Özlemeyi ondan öğrenmeyi diliyorum. Onun gibi hüzünleneyim istiyorum. Ki yalnızca seninle (s.a.s.) teselli bulayım.
“Hâlim nice olacak, onların hâliyle hâllendiğimde?” sualinin titrettiği kalbimi takdim etmek istiyorum Uhut’a. Sevmeyi, sevdiğini söylemeyi sen öğrettin bize. Bir dağın da sevebileceğini. “Uhut bizi sever, biz Uhut’u severiz!” Sahi nasıl sever Uhut, nasıl sevdi? Bağrına basarak mı; Hamza’yı, Mus’ab’ı? Münevver kıldığın şehir de seni (s.a.s.) öyle sevdi. Öyle sevdi de bağrına bastı. Çok sevdi. Beni de sever mi öyle? Bağrında bana da yer açar mı?
“İlk günden takva üzerine kurulan mescit.” (Tevbe, 9/108.); Kuba. Zira sen (s.a.s.) taşıdın tuğlalarını. Sen yükselttin hem duvarını hem makamını. İlk oldu, özel oldu, güzel oldu. Senin ellerini aradım, ellerimi gezdirdiğim her taşta.
Ellerime bakıyorum, seni bulmak için. Nafile... Masum bir başı okşamayınca ellerim, bir mahzun kalbin elini tutmayınca seninle olamıyor. Münker karşısında kalkmayınca senin yanına varamıyor. Kalbin ahdini tutmayınca senin biatına el veremiyor...
Dünyaya doğdun. Nurlandırdığın şehre doğdun. Ahirete doğdun. Sen hep doğdun. Güneş gibi doğdun; ziya oldun. Ay gibi doğdun; nur oldun. Sen hem gündüze hem geceye doğdun. Sen doğdun. Ziyanın damlası, nurunun katresi olmak için tüm uykularım. Uykularımdan sonraki doğumlarım. Senin ziyana, senin nuruna gark olmak için hep...
Göklere bakıyorum. Senin (s.a.s.) baktığın, bakarken özlediğin, bakarken beklediğin gibi. ’Yüzümü göğe doğru çevirip durduğum.’ (Bakara, 2/144.) görülsün diye. Aynı gökyüzünün altında ayaklarım bir mukaddes beldede olsun, gönlüm bir diğerine kanatlansın diye. Miracım olsun, bakışlarım. Burak’ım yok. Basamak basamak yükseltsin beni; sana yönelttiğim her nazar...
Bir çocuk arıyorum. Sesini duyup yanına gideyim. Saçlarını okşayayım, o da sesiyle mukabele etsin. Sesini ezanın ile süslesin istiyorum.
Bir dost arıyorum. ’Belki sana bir yoldaş verilir.’ dediğimde teskin olsun, yola çıkma hayali kuran gönlü. Beklesin seni (s.a.s.), bineğini, azığımı en mühimi refakatini hazır etsin. Ben onun (r.a.) koluna girip düşeyim yollara istiyorum.
Bir evlat arıyorum. ’Babasının annesi’ olsun. Alnından öpeyim. Abamın üzerine buyur edeyim geldiğinde. Elleri buğday öğütmekten nasır tutmuş olsun. Sana (s.a.s.) ebedî huzurda ilk kavuşan olsun.
Bu bir deveran... Huzurundayım. Gurbetim sona erdi.
Şimdi gözlerimi kapatıyorum ve dinliyorum; her müezzini Bilâl’inmiş gibi...
Her an ama her an Kubbe-i Hadra’ya hasret dolu gözlerle bakıyorum ve diliyorum: “Ya Rabbi, beni Rasül’üne, beni Habib’ine, beni Mescit’ine hâdim eyle!