Makale

Kişinin Kendini Yeniden Tanımlaması Olarak Tövbe

KİŞİNİN KENDİNİ YENİDEN TANIMLAMASI OLARAK TÖVBE

Prof. Dr. Asım Yapıcı
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


“Tövbe kişinin kendisini yeniden tanımlaması mıdır?” sorusuna cevap aramak için tövbeyi harekete geçiren güdülere ve tövbe hadisesinin bireyin iç dünyasında nasıl gerçekleştiğine temas etmek gerekir. Bu da bizi “birey/insan”, “günah”, “suçluluk hissi” ve “arınma arzusu” gibi kavramlarla ilgilenmeye götürür.
Modern bilimsel anlayış, seküler bir bakış açısıyla insanın biyo-psiko-sosyal bir canlı olduğunda ısrar eder. Bu durum akıl-kalp, madde-mana, şekil-öz ve ruh-beden ayrımından beslenen bir yaklaşımdır. Esasen böyle bir yaklaşım, insanı vahdet temelli ele alan İslami anlayışa uygun değildir. Çünkü insan, biyo-psiko-sosyal bir varlık olmanın ötesinde tefekkür, tezekkür, ibadet, dua ve tövbe başta olmak üzere farklı vasıtaları kullanarak metafizik âlemle ilişki kurabilen bir varlıktır. Buna göre insan, eğer inandığı değerlerle uyumlu bir hayat sürerse ruhsal açıdan dingin ve huzurlu olur. Dahası o, zaman zaman kusur, hata ve günah olarak isimlendirilen davranışlarda bulunabilir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden birisi olan tövbe de burada devreye girer.
Şüphesiz her din, mensuplarından kendi belirlediği ölçü ve kaidelere göre yaşamalarını talep eder. İnanan bir insanın Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı hareket etmesi, O’nun taleplerine uygun olmayan fiillerde bulunması yahut kişinin benimsediği inanç ve değerlerle çatışan davranışlar sergilemesine günah adı verilir. (Köse, A. Günah, Psikoloji. TDV İslam Ansiklopedisi 14, 285-286.) Bununla birlikte günah, bir açıdan insanın ruhsal hayatında meydana gelen noksanlık ve tatminsizlikleri yansıtırken, diğer açıdan insana hatalı olduğunu ve bunları düzeltmesi gerektiğini gösteren psikolojik bir sürece işaret eder.
Bu noktada şunu sormak gerekir: Dinin bir davranışı günah kategorisinde değerlendirmesiyle kişinin kendi eylemlerini günah olarak kabul etmesi arasında nasıl bir ilişki vardır? Şüphesiz inanan ve inancının etkisini ruhunun derinliklerinde hisseden bir insan, içselleştirdiği değer yargılarıyla uyumlu davranmadığını düşünürse suçluluk duygusu yaşayabilir. Çünkü günahkârlık hissi, ruhen beraber olunan Allah’tan uzaklaşma tecrübesidir. Gazali bu süreci, Yaratıcı ile yaratılan veya Allah ile insan arasında meydana gelen bir perdelenme olarak değerlendirir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Günah sonucu dinî ve ahlaki değerlerden kopuşla birlikte ruhen Allah’tan uzaklaşma durumu ortaya çıkar. Bu durum bireyin iç dünyasında kaygı, endişe, kirlenmişlik; nihayet kendine ve çevresine yabancılaşma duygu ve düşüncesini harekete geçirir. Hz. Peygamber’in günahı "kalbinde rahatsızlık ve huzursuzluk oluşturan, seni tereddüde düşüren, insanların bilmesinden hoşlanmadığın şeylerdir. (Müslim, Birr, 14; Tirmizi, Zühd, 52; Dârimî, Büyu, 2.) şeklinde açıklaması hassaten dikkat çekicidir. Buna göre şayet bir insan yaptığı fiili günah olarak değerlendirmezse suçluluk duygusu ve bunun beraberinde getirdiği psikolojik hâlleri yaşamaz. Çünkü o kişinin günah algısı, bilişsel şemalarında dengesizlik oluşturmamaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber’in “Tövbe pişmanlıktır.” (İbn Mace, Zühd, 30.) hadisi günah-tövbe ilişkisinde merkezi öneme sahiptir. Bunun anlamı şudur: Pişmanlık yoksa tövbeden söz edilemez. Ayrıca belirtmek gerekir ki pişmanlık, kalbin iştirak etmediği sadece dil ucuyla gerçekleşen “pişman oldum” yahut “özür dilerim” demek değildir. Duyuşsal (kalbî) alanla ilgili olan pişmanlık, öncelikle kişinin kendini kınamasıyla ortaya çıkar. Bu süreci besleyen çatışma ve gerilimin başında kişinin “ideal ben”i ile “mevcut ben”i arasındaki uyumsuzluk gelmektedir. Bununla birlikte bireyin “baskın ben”i ile “çekinik “ben”i arasındaki ahenksizliği de hatırlatmak gerekir. Nihayet günah işlemeye elverişli haz odaklı tarafımız, yani “id”imiz ile din, kültür, ahlak ve değerlerin içselleşmesinden oluşan yasaklayıcı yönümüz yani “süperego”muz arasındaki gerilimin “ego”da suçluluk şeklinde tezahür ettiğini ifade etmek de mümkündür. Her hâlükârda birey iç dünyasında yaşadığı çatışmalarla yıpranan, hatta bölünme düzeyine gelen kişilik yapısını tövbe ile yeniden inşa etmeye çalışır.
Günahtan sonra birey, şayet “suçluluk duygusu”, “pişmanlık”, “utanma”, “kendisini kınama”, “huzursuzluk hissi”, “yaptığı eylemi hatırladıkça kalben daralma ve sıkışma”, “arınma ve kurtuluş arayışı”, nihayet “inanç ve değerlerle barışık ve uyumlu olma isteği” gibi hâller yaşarsa tövbe hadisesi psikolojik olarak gerçekleşiyor demektir. Bu süreçte dil ile istiğfar devreye girsin veya girmesin, kişinin yaşadığı içsel süreçler onun Allah’la ruhsal ilişkisini yeniden tesis etme arzusunu ortaya koymaktadır. Bu arzu, acizlik ve çaresizlik hissiyle birlikte kişisel zaaflar, korkular, kaygılar, nihayet geleceğe yönelik umut ve beklentilerle harmanlanır. Böylece kişinin kendisiyle yüzleşmesi ve öz-bilinç kazanması denilen durum tezahür eder.
İnsan çok çeşitli nedenlerle tövbe etmeye yönelebilir. Bunların başında inançlarını içselleştirme ve dinî kimliğiyle özdeşleşme düzeyi gelir. Ayrıca Allah tasavvuru, Allah sevgisi ve korkusu, ölüm duygu ve düşüncesi, ahiret inancı, cennet ve cehennem algısı bu hususta oldukça etkilidir. Kişinin ahlaki motivasyonu, sosyal uyum beklentisi, farkındalık yaşama ve kendisiyle buluşma arzusu, nihayet anlam arayışı ve yaşadığı ruhsal sorunlara çözüm beklentisi, kısaca yeniden ruhsal ve sosyal dengesini sağlama yönünde güdülenmesi tövbeyi harekete geçiren psikolojik faktörler olarak karşımıza çıkar. Burada bahsedilen söz konusu duygu ve düşünceler belli bir sıra içinde tezahür etmez. Bunların sırası ve yoğunluğu kişiden kişiye farklılık arz edebilir. Bu durum ferdin yaşadığı psikolojik hâllerin farklı faktörlerin etkileşimiyle oluştuğu anlamına gelir. Son tahlilde günahkârlık hissine kapılan kişinin yoğun bir iç mücadele yaşayarak tövbeye yöneldiğini söylemek mümkündür.
Günahkârı tövbeye sevk eden duygu ve düşünceler ister bilinç düzeyinden, ister bilinç dışından isterse toplumdan beslenmiş olsun tövbenin cereyanı daima şuur düzeyinde gerçekleşir. İradesini tövbe etmeye yönlendiren ve bu hususta kesin bir karara varan günahkârın ruhsal dönüşümüne çoğunlukla istiğfar duaları eşlik edebilir. Allah’ın yüceliğini ve affediciliğini ihtiva eden ifadelerin ardından kendisini kınayarak işlediği suçu/günahı yaratıcısına itiraf eder. Pişman olduğunu belirtir ve bir daha işlemeyeceğine dair söz verir. Burada özellikle vurgulamamız gereken husus, tövbe hadisesinin doğrudan ve vasıtasız bir şekilde iç dünyada yaşanıyor olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Tövbe anında kişi mahrem benliği ile aşkın varlık arasındaki ruhsal ilişkiyi bizzat kendisi kurmaktadır. (Fırat, E. Şahsiyetin Gelişmesinde Tövbenin Fonksiyonu, 1982 Ankara: s. 111.) Bu ilişki, bireyin hayatını ilahî iradenin talepleri doğrultusunda yeniden inşa etme çabasıyla sonuçlanır.
Tövbe anında iç dünyasını Yaratıcısına açan insanın bilincini utanma duygusu, arınma arzusu ve Allah inancı meşgul etmektedir. Bu durumda o, zihnindeki dünyevi arzularından, hazlarından, günaha ilişkin düşüncelerinden ve ruhsal sıkıntılarından uzaklaşarak kaybettiği şeyleri yeniden elde etmek ister. Günahının manevi ağırlığından kurtularak dinî inancı ve içselleştirdiği değerler sistemiyle yeniden bütünleşip kucaklaşmak azim ve kararlılığıyla Allah’ın yardımını ve bağışlamasını talep eder. Bu nedenle günahın iç dünyasında bıraktığı etkileri silmek için çabalar. Eksikliklerini, ihmalkârlıklarını, hatalarını ve bunların ruhunda meydana getirdiği yaralanmayı onarma ve giderme arzusuyla doludur. (Hökelekli, H. Din Psikolojisi, 2005 Ankara: DİB Yayınları, s. 106.) Bu noktada onun, bütün psişik enerjisini inandığı varlığa yönelttiğini söyleyebiliriz. Öyle ki bu süreçte günahkâr kişi kendini Allah’ın huzurunda hissetmeye başlar. Kâinatın tek hâkimi, biricik bağışlayıcısı ve yegâne yaratıcısı olan Allah’ın huzurunda olduğunu düşündükçe onu bazen bir heyecan bazen bir titreme bazen de sevgi ve korkunun birleşiminden neşet eden yeniden buluşma hoşnutluğu ya da buluşamama tedirginliği sarar. Kişi o an çaresizliğini, acizliğini ve güçsüzlüğünü derinden yaşamaktadır. Tam bu noktada kelime manası itibarıyla “dönmek” (rücu) anlamına gelen tövbenin psikolojik muhtevasıyla karşılaşmaktayız. Bu da bir insanın işlemiş olduğu günahını itiraf etmesi, pişman olması, bir daha yapmamaya kesin karar vermesi yani günah olan eylemle ilişkisini kesme konusunda irade göstermesi ve yeniden Allah’a itaate dönmesidir. Mevcut hâlinden memnun olmayan kişi, kendisine yeni bir yol çizmektedir. Bu da onun kendini yeniden tanımlamasıyla mümkündür. Öz-tanımlamada ise bireyin önceliklerini yeniden belirlemesi, uzaklaştığı değerler sistemiyle tekrar barışması söz konusudur.
Birey, tövbe ile yeniden Allah’a dönüşü yaşadıkça duygusal, düşünsel ve davranışsal açıdan yeni bir oluşum içine girer. Bu durum aslında günah işleyerek Allah’tan uzaklaşan bir insanın mevcut hâlinden hoşnutsuzluk duyarak yeni bir duruma geçme çabasının yansımasıdır. Bu anlamda tövbe yeni bir hayata başlamanın ilk adımıdır. Nitekim “Şüphe yok ki ben, tövbe eden, inanan, salih amel işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.” (Taha, 20/82.) ayeti doğru yola kılavuzlanmanın ilk adımı olarak tövbeye işaret etmektedir. Ancak günahtan uzak durma ve iyi insan olma irade ve niyeti tek başına yeterli değildir. Tövbede bireyin kararlılık, süreklilik ve samimiyet göstermesi, tövbekârın günahla kirlenmiş eski hayatını tamamen terk etmesiyle mümkün olur. Aksi hâlde yaşanan pişmanlık, öz-kınama, arınma arzusu ve içsel çatışmalardan kurtulma isteği, bireyi istenen ve beklenen düzeyde dönüştürmez. Şayet tövbe eden kişi duygu, düşünce ve davranışlarını muhasebeden geçirir (öz-yargılama), daha sonra nasıl yaşaması gerektiğine karar verirse (öz-düzenleme), dahası bu kararında mümkün olduğu ölçüde sebat gösterirse hem Rabb’iyle hem kendisiyle hem de toplumsal değerlerle barışma sürecine girer. Vergote bu durumu şöyle ifade ediyor: Tövbe eden kişide öncelikle umut hâli ortaya çıkar. Bu durum onu güvenlikte olma hissine götürür. Bu da bireyi kurtuluşa ermiş olmanın huzuruyla doldurur. Bu arada birey, iç dünyasında yaşadığı arınma ve yenilenme duygusunun kazandırdığı öz-farkındalıkla duygu, düşünce ve davranışlarını yeniden organize eder. İç huzuruna kavuşur ve sükûnet bulur. Bu durum ise ruhen sağlıklı olmanın en önemli göstergelerindendir.
Sonuç olarak şunları söylemek mümkün: Hz. Peygamber’in de belirtiği gibi “Her insan hatalı davranabilir. Hata yapanların en hayırlısı ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mace, Zühd, 30.) Bunun anlamı şudur: İnsan farklı nedenlerle günah işleyebildiği gibi tövbe de edebilir. Çünkü o, psikolojik bakımdan hem zayıf hem de güçlü özelliklere sahiptir. Burada önemli olan kişinin yaptığı davranıştan dolayı kendisini kınamaya başlaması, pişmanlık duyması, iç dünyasına rahatsızlık veren duygu ve düşüncelerden kurtulmak istemesidir. Bu anlamda tövbe etmek, kendini tanımaya başlayan bir kişinin geliştirmeye çalıştığı öz-bilinciyle yeni bir hayata “merhaba” diyebilmesidir.