Makale

Tezyini Sanatlarda Hz. Peygamber Sevgisi

Tezyinî Sanatlarda
Hz. Peygamber Sevgisi

Doç. Dr. İnci A. Birol

Buyruluyor ki, "Allah güzeldir, güzelliği sever."(Müslim,"İman" 147) Güzelden maksat aşktır. Aşkın bir dili ise sanattır. Yani sanat, aşkın eserde vücûd bulması, duyguların şekil ve renk kazanarak veya nâmeler hâlinde ifade bulmasıdır. Kısaca sanat eserleri, mânânın maddeye yansıması ile ortaya çıkmaktadır.
Lügat mânâsı, süs, ziynet olan Hilye kelimesinin mecazî mânâsı, yaratılış (hilkat), sûret ve güzel vasıflardır.
Semavî dinler içinde putperestliğe karşı hassasiyetini korumuş olan Islâm inancı, sevgili Peygamberini sûretlerle tasvir etmekten imtina ederek, sözle ifade etmeyi daha uygun bulmuştur. Böylece adına hilye denilen levhalar yapılmıştır. Bu levhâlar müminlerin Allah Rasulüne duydukları sevginin estetik tezahürüdür. Bilhassa Türk-lslâm âlemi bu ifade şeklinde o derece itina göstermiştir ki, hat sanatının en güzel örneklerini ve bu yazıyı güzelleştirecek tezhip sanatının en mükemmel uygulamalarını bu levhalarda seyretmek mümkündür. Geçmişte hemen her evde bulunan ve baş köşelere asılan hilye- ler, hâne içinde bereketin, huzur ve düzenin, kaza ve belâdan korunmanın sembolü kabul edilmiştir. Bu levhalara, hilye-i şerif, hilye-i saadet, hilye-i Nebevî denilmiş, böylece mânâ bakımından takviye edilerek daha yüceltilmiştir. Hatta geçmişte hilyeleri, ufak ebadlarda yazarak göğüs cebinde taşımak bile bir hürmet ifadesiydi.
Sahabiler, Resul-i Ekrem’in vasıflarını kendi ilim ve idraklerine göre tespit etmeye çalıştıklarından ötürü, bu konuda ortaya çeşitli rivayetler çıkmıştır. En çok bahsedilen ve Hz. Ali’ye dayandırılan rivayet, hilye metninin esasını teşkil etmektedir.
Hz. Peygamberin beşerî yönünü ele almış olan hilye metninde, yaratılışı, fizikî görünüşü ve sıfatları anlatılır. Bilhassa Türkler tarafından çok saygı görerek önemsenen hilye-i şerif, Osmanlı dönemi hat ve tezhip sanatında müstesna bir yere sahip olmuştur. Tarihin akışı içinde hilye levhalarında çeşitli düzenlemeler yapılmış ise de, en çok benimsenen ve günümüze kadar gelebilen şekli, XVII. yüzyıl ünlü hattatlarından Hafız Osman (öl. H. 1110 - M. 1698) eliyle yazıldığı kabul edilendir. Hilyeyi bu klâsik şekliyle tanıyalım.
1- Baş makam: Buraya Besmele veya Besmelenin içinde geçtiği ayet (Nemi, 30) yazılır.
2- Göbek (Gövde): Hilye metninin büyük bir kısmının bulunduğu daire veya oval şekilde ve merkezde bulunan bölgedir.
3- Hilâl: Mutlaka her hilyede bulunması şart olmayan ve Hz. Peygamber’in nuru ile âlemi aydınlatmasını sembolize eden, ortada güneş, etrafında hilâl düşünülmüştür.
4- Hulefa-yi Raşidîn isimleri: Göbeğin dört köşesinde yer alan yuvarlak boşluklara, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’den ibaret dört halife ismi yazılır. Bazen buralarda Rasulullah’ın Ahmed, Mahmud, Hâmid, Hamîd isimleri de görülebilir. Bazen de göbeğin etrafına, cennetle müjdelenmiş olanların (aşere-i mübeşşere) isimleri yazılır.
5- Ayet: Bu kısma doğrudan Hz. Peygamberle ilgili ayetlerden biri yazılır. En çok rastlanan, "Biz seni âlemlere ancak rahmet olsun diye gönderdik." (Enbiya, 107) ayetidir. Ayrıca burada,"Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzerindesin." (Kalem, 4), "Muhammed’in Allah Rasulü olduğuna Allah’ın şehadeti yeter." (Fetih, 28-29) gibi ayetlere veya Telime-i Tevhîde de rastlanabilir.
6- Etek: Metnin devamının, dua kısmının ve imzanın yer aldığı dikdörtgen bölgedir.
7- Koltuklar: Etek kısmının iki tarafında ve ayetin altında bulunan boşluklardır. İçleri tamamen tezyin edilerek doldurulur.
8- Ara suyu, 9- Kenar suyu: Hilyenin cazibesini arttırmak için yapılan çerçeve niteliğinde ve farklı büyüklükte bezemelerdir.
Tezyinî sanatlarımızın zengin ve mânâ yüklü geleneklerinden biri de, öğrencinin hocasından icazet almadan eserine imza at- mamasıydı. En yoğun ve emekli tezhipleri bağrında sergileyen hilyeler, tezhip ve hat sanatlarında usta olmanın kabul ölçüsü sayılırdı. Yapmış olduğu hilye hocası tarafından başarılı görülmüşse, o öğrenci icazet almaya hak kazanırdı. Şayet hilye, tezhip icazeti olarak hazırlanıyorsa, etek kısmının altında, koltukların arasında icazet metni için yer ayrılırdı. Bu metinde hocanın ismi zikredilerek, başarısından dolayı talebesine eserlerine imza atma izni verdiği yazılır ve hayır dua ile noktalanırdı. Şayet hilye icazete lâyık görülmemişse, bu boşluk tezyin edilerek doldurulurdu. Hattat imzası ise bu metnin altında yerini alırdı. Bu gelenek bazı hocalar tarafından günümüzde de sürdürülmektedir.
Bu vesile ile yazımıza örnek olarak, zamanımızda yapılmış çok başarılı iki icazet, bir düz hilye-i şerif levhalarını, ilk olarak okuyucularımıza sunarken, bu çalışmaların XXI. Yüzyılda Türk tezhibinin seviyesini göstermesi ve ilgililere örnek teşkil etmesi bakımından faydalı olacağına inanıyoruz.