Makale

Edebiyatımızda Hz. Peygamber Sevgisi

Edebiyatımızda Hz, Peygamber
Sevgisi

Yard. Doç. Dr. Zülfikar Güngör • Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi

Sevgi, aşk, muhabbet gibi kelimeler, tek başlarına bile, duyulduklarında insanların yüzlerini güldüren; gönüllerine ferahlık veren ve onları hayata bağlayan sanki sihirli sözcüklerdir. Bir de bu kelimelerin insanların en değerli varlıkları ile birlikte anıldıklarını düşünelim, işte o zaman hissedilen duyguların coşkunluğunu ifade etmekte kelimelerin yeterli olamayacağını herkes bilmektedir. Allah sevgisi; Peygamber sevgisi; vatan, millet, bayrak sevgisi; anne ve baba sevgisi; kardeş sevgisi vb. duygular, çocukluğumuzdan itibaren hepimizin gönüllerinde yeşermesi ve gelişmesi için büyüklerimizin öğretmeye çalıştığı güzelliklerin başında gelmektedir. Biz bu yazımızda yukarıda saydığımız sevgilerden birisinin, Peygamber sevgisinin, edebiyatımızdaki yansımasından bazı örnekler üzerinde duracağız.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ona duyulan sevgi, Müslüman şâirler için en önemli ilham kaynaklarından birisi olmuş; şâirlerimiz onun hayatının her safhasını şiir diliyle anlatmış ve ona olan sevgilerini dile getirmişlerdir. Allah Rasulünün sağlığında, Hassan b. Sabit, Abdullah b. Revaha, Ka’b b. Züheyr gibi şâir sahabelerin şiirleriyle başlayan mümin gönüllerde Peygamber sevgisini canlandırma gayreti, Türk Edebiyatı’nda Ahmet Yesevî, Mevlâna, Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Fuzulî, Baki, Nabî, Şeyh Galip vb. isimlerini sayamayacağımız kadar çok şairimizin yazdıkları na’t, mevlit, gibi örneklerle devam ettirilmiştir.
Yunus Emre ona olan sevgisini:
"Arayı arayı bulsam izini izinin tozuna sürsem yüzümü Hak nasib eylese görsem yüzünü Ya Muhammd canım arzular seni" dizeleriyle ifade etmeye çalışmıştır.
Hz. Muhammed’e duyulan sevginin zirve örneklerinden birini oluşturan ve asırlardır en çok okunan metinlerden birisi olan, Süleyman Çelebi’nin Vesile- tü’n-Necat (Kurtuluş Sebebi) isimli mevlidinde ise Peygamber sevgisi şöyle dile getirilmiştir:
"Ol idi cân içre bizüm cânumuz Ol idi her derde hem dermânumuz Bize onsuz dahi ne dirlik gerek Badezin bize ölümdür yiğirek Geliniz ol Mustafâ’ya gidelüm Mustafâ’suz bu cihânı nidelim"
Türk Edebiyatı’nın en büyük şâirlerinden birisi olan Fuzulî ise Hz. Peygambere duyduğu sevgiyi, Su Kasidesi adlı na’tında şöyle belirtmiştir:
"Yâ Habîballah ya hayre’l-beşer müştâkınım Eyle kim leb-teşneler yanıp diler hemvâre su" Şairlerimizin hemen tamamı, Hz. Muhammed’e olan sevgilerini ifadede kelimelerin yetersiz kaldığını; Allah tarafından Kur’an’da övülmüş olan Hz. Muhammed’in övgüsünü hiçbir beşerin tam olarak yapamayacağını ifade etmişlerdir. Yine de kalpteki duyguların tercümanı olan dil, sevginin ve aşkın fazlalığı sebebiyle suskun kalamamış; tercümanlık görevini yerine getirmeye devam etmiştir.
Nurullah Genç, Peygamberimize özlemini, dilimizde bir adı da rahmet olan yağmura teşbihle şöyle dile getirmiştir:
"Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahîra’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım"