Makale

SEVGİLİ İLE HASBİHÂL

SEVGİLİ İLE HASBİHÂL

Ayşeli POLAT Isparta İl Vaizi

Ey Kur’an-ı Azimüşşan’da “âlemlere rahmet olarak” (Enbiya, 21/107.) gönderildiği ifade edilen sevgili… Ey “yüce bir ahlak üzere” (Kalem, 68/4.) olan sevgili… Ey “ümmetine çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli.” (Tevbe, 9/128.) olan sevgili… Ey “üsve-i hasene, en güzel örnek.” (Ahzab, 33/21.) olan sevgili…
Hani, Hira’da aldığın mesajı insanlara tebliğ etmek için indiğinde Mekke’nin gençleri çepeçevre kuşatmıştı ya seni… Gerek Mekke’nin nüfuzlu ailelerine mensup gerekse köle, fakir, kimsesiz ve zayıf olan gençler, İslam’ın yayılmasında senin en büyük destekçin ve yardımcın olmuşlardı ya… Hani sen hayatta olduğun sürece, sana olan sevgileri bir lahza olsun eksilmeyen, bilakis ziyadeleşen gençlerin vardı arkanda dağ gibi…
En sevgili dostun olma şerefiyle şerefyap olmuş (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 5.), Kur’ani ifade ile “ikinin ikincisi”, (Tevbe, 9/40.) canıyla, malıyla ve ailesiyle etrafında pervane, ömrünü ve bütün varlığını İslam’ın muhafazası ve neşri için vakfeden Ebubekir’in (r.a.) vardı senin… Sadakatin bir zirvesi varsa kendisinde tecelli eden, Tebük Seferi’nde, yardım çağrısına, dört bin dirhem getirerek mukabelede bulunan, “Aile fertleri için ne bıraktın?" diye sorulunca; "Onlara Allah ve Rasulü’nü bıraktım." diye cevap veren biricik yârenin vardı senin…
Amcası Hakem İbn-i Ebi’l-Âs tarafından sıkıca bağlanarak hapsedilen ve dininden dönmesi istenen, dininden kesinlikle dönmeyeceği anlaşılınca da serbest bırakılan, hayâ ve edep timsali Osman’ın vardı senin… Senin dinine hizmet için malını son kuruşuna kadar feda etmiş, cömertliği ile dillere destan olmuştu. Bu cömertliğe sebep olan sevda nasıl bir sevdaydı Efendim!
Daha İslam’ın ilk gününden itibaren, henüz on yaşında iken Müslüman olan, Hz. Hatice’den (r.a.) sonra İslam’ın ilk mensubu olma şerefini kazanan, senin ulvi terbiyen altında, ilimde, irfanda, idarede yani her alanda zirve bir şahsiyet olarak yetişen, kızına damat olarak uygun gördüğün Ali’n (r.a.) vardı. “Allah, beni yaratırken Ebu Talib’e sormadı ki, ben de ona ibadet etmek için gidip kendisine danışayım!” diyerek iman etmişti. (İbn Kesir, Sîre, 1/428.) Daha küçücük bir çocukken senin yolundan gitmeyi tercih ettiren ahlakın ne güzelmiş Efendim!
Bir Mus’ab’ın vardı hani… Mekke’de, en lüks ve gösterişli giyinen, kokular sürünen, Kureyş gençleri arasında en müreffeh hayat süren, İslam’ı hiç itirazsız kabul eden Mus’ab… Müslüman olduğunu öğrenince ailesinin yakalayıp hapsettiği, Uhut Savaşı’nda şehit olduğu zaman da üzerine örtülecek kısa bir gömleğinden başka bir şeyi bulunmayan, başı örtülünce ayakları, ayakları örtülünce de başı açıkta kalan Mus’ab. (Buhârî, Cenâiz 25, 26.) I. Akabe Biatı’ndan sonra 25 yaşında bir genç iken Medine’ye öğretmen olarak gönderdiğin, sayesinde pek çok Medinelinin Müslüman olduğu Mus’ab. Ne yapmıştın da her şeyi elinin tersiyle itip senin civarında olmayı tercih etmişti. İslam’ın güzelliğini nasıl aksettirdin de aileden, zenginlikten bir çırpıda vazgeçip Müslüman olmuştu?
Sonra sana evini tahsis eden ve 17 yaşında İslam’ı kabul etmiş olan Erkam b. Ebu’l-Erkam’ın (r.a.) vardı bir de… Evi, Kâbe haremi dâhilinde Safa Tepesi’nin eteğinde bulunduğu için hac ve umre maksadıyla dışarıdan gelenlerle dikkat çekmeden temas kurma imkânı sağlıyor, bu evde bir yandan ashabına dinî bilgiler öğretiyor; diğer yandan İslam’a davet görevini yerine getiriyordun. Hani buradaki faaliyetler sonucunda pek çok kişi İslam’a girmişti. (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye.) O kadar tehlikeyi göze alıp evini senin için seferber ettiren sevginin sebebi neydi Efendim?
Esir düşüp köle olarak satılan ve Hz. Hatice’nin (r.a.) satın alıp emrine verdiği Zeyd bin Harise’n vardı sonra. Hidayete erdiğinde 15 yaşındaydı daha. Babası yerini öğrenip senden isteyince serbest bıraktığın hâlde, babası ile gitmemiş, seni tercih etmişti. Taif’te sana atılan taşlara karşı vücudunu hiç çekinmeden korkusuzca siper eden, genç ve yiğit bir delikanlıydı. Bir insan babası dururken niçin başkasını tercih eder? Anlat bize Efendim…
Habeşistan’da, Necaşi’nin huzurunda, Müslümanları temsilen, ilim, hikmet ve cesaretle konuştuğunda 17 yaşlarında bir genç olan Cafer bin Ebi Talip ile aralarında Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.) ve Ebu Ubeyde (r.a.) gibi muhacirlerin de yer aldığı binlerce askerden oluşan birliğin sancağını teslim ettiğin ve daha 18 yaşında olan Üsame b. Zeyd’in vardı senin…
Medine-i Münevvere’ye teşrif ettiğinde validesi Ümm-i Süleym’in “Ya Rasulallah! Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kalmadı. Bu oğlumdan başka sana, hediye verecek bir şeyim yok. Bunu al, sana hizmet etsin.” diyerek huzuruna getirdiği, daha 9-10 yaşlarında olan Enes’in var bir de… “Hazarda ve seferde (on sene) hizmetini gördüm. Vallahi işlediğim bir kusurdan dolayı: ‘Niçin böyle yaptın?’ veya yerine getirmediğim bir vazifeden ötürü: ‘Bunu niçin yapmadın?’ dememiştir.” diyen Enes!
Hani, kıyamet gününde arşın gölgesi altında mutlu olacaklar arasında, gönlü Allah’a bağlı, severek Allah’a ibadet eden gençleri de zikretmiştin ya… (Buhârî, Zekât, 16; Müslim, Zekât, 91.) Ya da vahiy kâtiplerini genellikle gençler arasından seçmiş; gençlerin fetva vermesine müsaade etmiş, ayrıca onlardan öğretmenler tayin etmiştin ya... İslam’a davet mektuplarını gençlere yazdırmış, bazı gençleri o gün çok ihtiyaç duyulan yabancı dilleri öğrenmeye teşvik etmiş ve “Gençliğinde ilim öğrenen, taştaki damga gibi, yaşlılığında öğrenen ise su üzerine yazı yazan gibidir.” buyurmuştun ya bu yüzden mi çok sevdiler seni gençler?
Yoksa hayatlarının en fırtınalı, en hararetli dönemini yaşayan gençlerde gördüğün hataları, kırmadan, incitmeden düzelterek tavsiyelerde bulunduğun için mi seni her şeyden çok sevdiler?
Hani bir keresinde Huneyn’den dönerken müezzin namaz için ezan okumaya başlayınca Mekkeli 10 kişilik bir grup ezanla alay etmişti. Ezan bittikten sonra “Şunların içinde güzel sesli biri var.” diyerek onları huzuruna almış, “Gür sesli olan hanginiz?” diye sormuş ve Ebu Mahsure’ye “Haydi, bir ezan oku!” diye emretmiştin ya… Ezanı okuyup bitirdiğinde gümüş para bulunan bir kese vererek alnını ve göğsünü sıvazlamış, “Mübarek olsun.” demiştin. Bu davranışınla Ebu Mahsure’nin gönlüne taht kurmuştun. O andan itibaren dünyada en sevgili kimse sen olmuştun ya… Ezanla alay eden birine, ezan okutacak kadar hoşgörüyü nasıl kazanırız? Öğret bize Efendim!
Ey ahlak-ı hamidesiyle herkesi kendine hayran bırakan sevgili! Çağımızda da var güzel ahlaklı, güzel yüzlü, güzel sözlü gençler… Lakin gündemlerini dünyalık gaileler meşgul edenler de var. Dilleri seni söylemiyor. Gönülleri sana kilitli değil. Çağın girdabı gençlerimizi hızla içine çekiyor. Bizler de kurtaramıyoruz onları oradan. Çünkü senin gibi zirvede değil ihlas ve samimiyetimiz. Senin kadar azimli değiliz ümmetin evlatlarının ahiretini kurtarma hususunda. Senin gibi hoşgörü kapılarını sonuna kadar açmıyoruz, öteliyoruz gençlerimizi. Elimizle bozuyor, dilimizle üzüyor, bakışlarımızla eziyoruz. Aslında geleceğin büyüklerini kendi ellerimizle mahvediyoruz. Kendi elimizde, kendi evimizde büyüyen yavrularımıza bile söz geçiremez olduk artık. Kuşak çatışmasını, en çok bugün yaşıyoruz. Ve en önemlisi, duayı çıkardık hayatımızdan. Nefsimize ve kudretimize o kadar güvendik ki, Rabb’in yardımını arkamıza almayı akledemedik. Gençlerimizi dualarımızla kötülükten koruyamadık. Gençlerden taşkınlık gördükçe Yaradan’ı insanlara şikâyet ettik. Hatayı kendimizde aramadık. Kur’an’ın boyasıyla boyanıp sünneti hayatımızın merkezine koyamadık. Her şeye rağmen umudumuzu koruyoruz. Gençlerimizi çağın tuzaklarından sakındırmak için gecesini gündüzüne katarak çalışan din görevlilerimiz var. Bütün gençlere, kendi evladı gibi şefkat duyan ve dua dua yalvaran annelerimiz, kardeşlerimiz var. Belki senin sahabelerin gibi yetiştiremeyeceğiz ama biz de karınca misali yolunda ölmeye sevdalıyız Efendim!