Makale

İFADE

İFADE

F. Nevsun Duman
Uzm. Psikolog

Çocukluktan itibaren bize sürekli verilen komutların başında; konuşmamamız, susmamız gerektiği anlatılır. Hatta anlatmanın ötesinde bu konuda kesin kararlar tebliğ edilir. Neden konuşmama! Neden susma!
Elbette her ikisinin de uygulanacak zamanı var. işte o zamanı bulmak, soruların sorunların kaynağını teşkil etmekte. Özellikle okul sıralarında aileler ve öğretmenler çocukların parmak kaldırıp söz almadığını, konuyu bildiği halde bilgisini yeterli oranda dışa vuramadığını ifade ederler.
Emekleme, konuşmanın başlaması ile dokunarak, elleyerek bebek dış dünyaya keşif yolculuğuna çıkar. Keşif esnasında da ilk "hayır"ları yaşamaya başlar. Tabii ki bu "hayır"ların pek çoğu onu hayatî tehlikelerden korumak adına söylenir. Kendini gerçekleştirme, yaşadığı dünyayı anlama gezisi esnasında 2, B, 4, 5, 6... yaşlarda oldukça sert hatta acımasız tepkiler almaya başlar. Gittikçe de "hayırların sayısı artmaya başlar. Yaşamsal tehlike arz eden "hayır"lar zaman içinde sadece yasaklayan bir zihniyete dönüşür. Çoğunlukla kendini birey olarak hissetme dönemine geldiğinde de "hayır"lar tersine döner. Çocuk bu sefer aileye başkaldırı anlamında "hayır"larına başlar. Bizim hayır dediğimiz dönemde onun boyun eğmesini kabullenmesini beklemekteyiz, işte onun "hayır"ları döneminde de bizim sabır gösterip "hayır"ları anlayışla karşılamamamız gerekir.
Bu dönemde sürekli bastırılmayı ve çatışmayı yaşayan bireyde genellikle iki davranış boyutu egemen olmakta. Ya tamamen içine kapanmakta, ya da tamamen asileşmekte.Daha sonraki dönemlerde söz hakkı verildiğinde, fikrini söylemesi istenildiğinde ise konuşamaz duruma gelmekte. Tam tersi bazen de söz hakkı başkalarında olduğu halde üstelikte kendisi hakkını kullanmışken başkalarının haklarına saldırdığı onlara hak tanımadığı gözlenmektedir.
Toplumumuz, hasletlerinden, "söz gümüş ise sükut altın" diyerek susmayı ön plâna çıkarır. Susmayı teşvik eder. Susmayı özellik, meziyet sayar. Susmayı ödüllendirir, prim verir. Yazarın dediği gibi ’konuşacakken susmak!’ Asıl kayıp bu anlamda bu noktada başlamakta. Hiçbir gün nezaketsizliği teşvik, büyükleri, diğer insanları yok farz etmek anlamında konuşmak, talebimiz, amacımız, yahut hedefimiz değil.
Gelişen ve değişen dünya şartlarında üzerinde durulması gereken, fikirlerin özellikle yeni düşüncelerin açığa çıkması önem arz etmekte. Belki küçücük bir kıvılcım büyük bir ateşin nedeni olacak, belki bir su damlası da ateşin büyümesine engel olacak. Belki de suskun bireylerin oluşturduğu topluluklarda zaman içinde hiç uygun olmayan koşullarda volkan olup patlayacak.
Hedefimiz; sınırlarımız içinde terbiye, âdâp, nezaket kuralları içinde fikir ifadesi, söylemde bulunma ya da dertlerimizi dile getirme. Atalarımız zorla güzellik olmaz demişler. Siz zorbalıkla, şiddetle, hiddetle öfkeyle ne demek istediğinizi anlatmaya çalışsanız bile, duygularınızın yoğunluğundan karşı taraf ne demek istediğinizi anlamayacaktır. Sadece geride kırılan kalpler, gereksiz sürtüşmeler ve inatlaşmalar kalacaktır. Oysa amacımız üzüm yemek. Biraz sabır, biraz nezaket, biraz gülümseme ama önce dinleme sonra söyleme diyoruz.