Makale

Dr. Yahya TURAN: Kurban Teslimiyet ve Fedakârlıktır

Dr. Yahya TURAN: Kurban Teslimiyet ve Fedakârlıktır

Söyleşi: Mustafa BERK


Hocam, Ramazan Bayramı’nın ardından Kurban Bayramı’na erişmek üzereyiz. Asli manası bakımından değerlendirecek olursak kurban ne demektir?
Arapçadaki kullanımının yanında İbranice ve Aramice dillerinde de aynı kök anlamda kullanılan kurban, dinî bir terim olarak kulun Yaratan’a yakınlaşma arzusunu ifade eder. Aynı şekilde hediye verme, adak sunma gibi anlamları da bünyesinde barındıran kurban Allah’ın emri üzerine Allah’a yakınlaşmak için kesilen ve eti yenen hayvandır. Kurban, kulu Rabbine yaklaştıran bir ‘‘sungu’’dur. İslam’da ve ilahî olmayan dinlerin geleneklerinde kurban, değerli olan şeyin verilmesi yönünde gerçekleşmiştir. Çünkü Rabb’imiz bizden kurbanda en değerli şeylerimizden feda etmemizi istemiştir.
Rabbimiz yaptığımız ibadetlere türlü hikmetler gizlemiştir. Bundan dolayıdır ki kullar olarak ibadetlerimizi bu bilinçle eda etmeye çalışırız. Peki diğer ibadetlerdeki gibi kurbanda da elbet hikmetlerin olduğunu bize bildiren Rabbimiz kurbana bizim için ne gibi hikmetler, anlamlar yüklemiştir?
Allah Teala’nın emretmiş olduğu hiçbir şeyin hikmetten uzak olması mümkün değildir. Kurban ibadetinin de bireysel ve toplumsal olarak elbette birtakım hikmetleri vardır. Bu anlamda öncelikle kurban bir can fedasıdır, bir canın feda edilmesi olayıdır. Bir kişi, kurban kesmeyle beraber bir canı Allah’a sunmayı, tecrübe edecektir. Bunu, İslam dinindeki gelenekler bağlamında değerlendirirsek aslında kurbanı bizzat kurban eden kişinin kesmesi arzu edilir. Eğer bunu başaramayacaksa bile en azından kurban kesim esnasında orada olması, besmeleye ve tekbire iştiraki tercih edilir. Ancak şehir hayatında bu eskisi kadar mümkün olamayacağı için -mali yönü olan ibadetlerde vekalet mümkün olduğundan- kurban da vekalet yoluyla kestirilebilir. Kurban ibadetinin hikmetlerinden bahsederken şunu da söylemek gerekir. Peygamberimizin vermiş olduğu bilgilere bakınca İslam geleneğinde kurban etinin üçte birinin akraba ve misafirlere ikramı, üçte birinin fakir fukaraya dağıtımı ve kalan kısmının da ev için kullanılmak üzere saklanması yönünde bir tasarrufla karşılaşıyoruz. Bir sofra etrafında akraba, eş-dost, komşu ile bir araya gelip kurban etini tüketebiliyorsak bu aramızda kardeşlik, birlik-beraberlik duygularımızı artırır. Diğer yandan fakirlere dağıtılan kısmı da toplumda birlik-beraberlik, merhamet gibi duyguların pekişmesine vesile olur. Bu yönüyle de bakınca kurbanın sosyal hikmetini görüyoruz.
Bireysel ve toplumsal açıdan değerlendirecek olursak Rabbimiz kurban ibadeti vasıtasıyla bize neler öğretmiştir?
Dinin asıl amacı, bireyin dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmesini sağlamaktır. Allah’ın inanç, ibadet ve ahlakla ilgili emirlerinin hepsi buna hizmet eder. İslam anlayışında da tüm ibadetlerin insana ve topluma kattığı bir değer vardır. Bu açıdan değerlendirecek olursak kurban ibadetinin de Allah’a sunulan bir can fedasının yanında insana ve topluma olan katkılarını düşünmek zorundayız. Rabbimiz Hac suresinde, ‘‘Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz, fakat O’na sizin takvanız ulaşır.’’ (Hac, 22/37.) buyurmak suretiyle kurban ibadetinin gayesini bizlere bildirirken takva kavramıyla da kendisinin yüceliğini ve gücünü kabul etme, ona saygı gösterme ve o güce sığınmayı ifade eder. Demek ki kurban ibadetinin insana ve topluma kazandırması istenen birtakım özellikleri vardır. Bireyin, canın ne kadar kıymetli olduğunu öğrenmesi isteniyor. Aynı zamanda, günlük hayatta bizim için çok da değeri olmayan sıradan bir hayvanın Allah’a sunulduğunda nasıl bir kutsiyet kazandığına da şahit oluyoruz. Bu sayede, insanın ve toplumun yaratılmış tüm varlıklara karşı bir sorumluluğunun olduğu, tabiattaki canlı ya da cansız tüm varlıların aslında Rabbimiz tarafından mutlak derecede değerli kılındığının bilincine varması bekleniyor. Dolayısıyla, bunu öğrenen insanın tabiata ve diğer canlılara karşı ne kadar müşfik ve merhamet sahibi bir yaklaşım sergilediğini, kurbanın da buna vesilelerden biri olduğunu müşahede ediyoruz. Kurban ibadetinin topluma katmış olduğu paylaşma, yardımlaşma duygularının özelde insana verdiği huzuru da görüyoruz. Bu vesileyle Türkiye Diyanet Vakfı tarafından her yıl dünyanın farklı bölgelerinde ifa edilen kurban organizasyonunu da hatırlatmakta yarar görüyorum. Afrika’daki ya da bizden çok uzaktaki bir mümin kardeşimize bizim elimizi, emeğimizi ve dolayısıyla sevgimizi ulaştırması kurbanın kattığı değerlerden birisidir.
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in teslimiyeti açısından kurbanı nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?
Kurban bir teslimiyettir. Bunu bariz bir biçimde Hz. İbrahim kıssasında okuyoruz. Hz. İbrahim, Rabbimizden kendisine salih bir evlat vermesini istemişti. Cenab-ı Hak onun bu isteğini Hz. İsmail gibi halim bir evlat vererek kabul etmişti. Hepimizin malumu olduğu üzere Rabbimiz, Hz. İbrahim’den en değerli varlığını kurban etmesini istemiş ve o da buna karşılık vererek oğlunu kurban etmek istemişti. Cebrail (a.s.) vasıtasıyla kendisine bir koç indirilerek imtihanı kazandığı, iyi ve yararlı işler yapanların böylece mükâfatlandırıldığı bildirilmişti. (Saffat, 37/106-110.) Unutmamak gerekir ki Hz. İbrahim’in teslimiyetinin yanında Hz. İsmail’inkinin de zirveye çıktığını söylemek mümkündür. Çünkü o, ‘‘Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.’’ (Saffat, 37/102.) demişti. Hac suresinde yer alan ayetteki takva kavramını teslimiyet olarak görebiliriz. Bizleri yaratıp yaşatan, mülkün sahibi olan Allah, bizden kendisine olan kulluğumuzu, bağlılığımızı sınamak üzere bazı şeyler ister. "Gücü yeten kurban kessin" diyen Rabb’inin emrini sorgulamadan emre boyun eğerek yerine getiren kul, bu hareketiyle teslimiyetini ortaya koyar. İslam geleneğine baktığımız zaman teslimiyetin farklı örnekleriyle de karşılaşmaktayız. Mekkeli müşriklerin İslam davasından vazgeçmesi koşuluyla sundukları bütün dünyalıkları elinin tersiyle iterek sadece hak mücadelesi veren Hz. Peygamber’in teslimiyeti, sahabenin, "Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah!’’ diyerek ona tabi oluşu, Mute Savaşı’nda üç komutanın da peş peşe şehit olacaklarını bilerek bu görevi yapmaları, İstanbul’un fethinde Fatih’in askerlerinin, "Şehit olma sırası bizde.’’ diyerek hücum etmeleri, Çanakkale Savaşı’nda sıranın kendilerine doğru geldiğini gördükleri hâlde yerlerinden kımıldamayan ana kuzuları ve nihayetinde 15 Temmuz’da tankların önüne yatıp kurşuna göğüs geren vatan evlatlarının bu eylemlerini öyle zannediyorum ki en iyi anlatacak olan teslimiyettir. İşte, tatlı olan canın, değerli olan şeyin Rabb’in emri karşısında sual etmeksizin verilmesi son derece güçlü bir imanın varlığıyla ve ona olan bağlılıkla, teslimiyetle açıklanabilir. Çünkü insanın tabiatında bir ölümsüzlük arzusu vardır. Yani ölüm, insan için korkulan, buna dair çareler, çözümler aranan bir olgu iken bu korkunun hiçe sayılması ancak teslim olmakla izah edilebilir.
Hocam, son olarak şunu sormak isterim. Bayram nedir, nasıl kutlanmalıdır? Kurban Bayramı vesilesiyle neler söylemek istersiniz?
Bayramlar ortak sevinç günleridir. Sevinç hâli öncelikle insanın kendi içinde yaşadığı bir durumu ifade eder. Bayramlarda ise bu hâl, insandan topluma sirayet eder. Tüm İslam âlemi bayrama kavuştuğu için sevinçlidir, çünkü Rabb’inin emrini yerine getirmiş olmanın, ona yakınlaşma isteğinin gereğini yapmış olmanın verdiği bir sevinci yaşamaktadır. Mümin kişi, hem Ramazan’da hem de Kurban’da sevdiği şeylerden vererek Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın mutluluğu içindedir. Bir arada olmanın, birbirine koşulsuz sevgiyle yaklaşmanın adıdır bayram. Zaten geleneğimizi incelersek, bayramlarda birlik ve beraberliği, küçüklerin büyüklere ve büyüklerin de küçüklere olan candan yaklaşımını, hasta ziyaretlerini, insanların birbirlerine olan iyilik temennilerini, gülen yüzleri görürüz. Bayram boyunca âdeta mistik bir altyapıya sahip bu gelenekler hep sürdürülür. Yine küslerin barıştırılması, insanların birbirine ikramda bulunması, çocukların ve özellikle yetim, öksüz çocukların sevindirilmesi, büyüklerin ziyaret edilmesi gibi ögelerden oluşan çok daha kapsamlı bir gelenektir. Bu uygulamaların amacı, toplumda birliğin ve huzurun sağlanmasıdır. Çünkü bayramlarda sevinç ve hüzün paylaşılır, insanlar birbirlerini anlama yolunu tercih ederler ve bu da tabii olarak sevinçlerin artmasını hüzünlerin de azalmasını beraberinde getirir. Bunların yanında, son yıllara baktığımızda üzülerek belirtmek gerekir ki bayram anlayışımızda pek de bayramın ruhuna uygun olmayan uygulamalarla karşılaşıyoruz. Modern insanı esir alan farklı yaklaşımlar bizim bu güzel geleneğimize de zarar vermiş gibi görünüyor. Ama bize düşen, bundan yakınmak yerine en yakınımızdan yani ailemizden başlayarak geleneğe sahip çıkmak, çocuklarımızı ve neslimizi gelenekten haberdar etmektir. Kültür ve gelenek aktarımını sağlıklı bir biçimde yapabilmeliyiz. Yani bizler bayramlarda bayramın gereğini yerine getirmiyorsak çocuklarımızdan ve sonraki nesillerden bayram gelince bir beklenti içine girmemiz anlamsız olacaktır.

Dr. Yahya Turan 1971 yılında Balıkesir-Gönen’de doğdu. 1995 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olarak lisans eğitimini tamamlayıp mezuniyeti akabinde öğretmen olarak atandı. 1999 yılında “Psikolojik ve Sosyal Yönleriyle Kurban” isimli tez çalışması ile yüksek lisansını, “Kişilik Özellikleri ve Dinsel Yönelimler Üzerine Bir Araştırma” isimli çalışması ile doktorasını Marmara Üniversitesinde tamamladı. 1995 – 2016 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak çeşitli okullarda öğretmen, merkez ve taşra teşkilatında yönetici olarak görev yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünde Grup Başkanı olarak görevine devam ederken 2016 yılında Ordu Üniversitesi İlahiyat Fakültesine Din Psikolojisi alanında Öğretim Üyesi olarak atandı. Hâlen bu görevde olan Yahya Turan evli ve iki çocuk babasıdır.