Makale

İNSANDA İRADE VE EYLEM ÖZGÜRLÜĞÜ

İNSANDA İRADE VE
EYLEM ÖZGÜRLÜĞÜ

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Dekanı

Yüce Allah insanı sorumlu bir varlık olarak yaratmıştır. Bunun en belirgin özelliği insana irade özgürlüğünün verilmesidir. “İstemek ve dilemek” manalarına gelen irade, öznenin dilediği bir şeyi yapma ya da yapmama kudretidir. Kişinin dilediğini yapıp yapmaması kendi bireysel tercihi olarak tanımlanır. Bir başka ifade ile irade, bir zorunluluk söz konusu olmaksızın yapılması veya yapılmaması mümkün olan bir hususta iki taraftan birini tercih etmeyi gerektiren niteliktir şeklinde de tanımlanır.
Yaratıklar arasında seçme özgürlüğü, sadece insana verilmiştir. İhtiyarın varlığını idrak etmeyen insan idraksizdir. Hayvanlar akıl taşımamalarına rağmen hisleriyle hareket ederek yaşamlarını sürdürür. Özlerine konan bu hisle; kendilerine zarar ve fayda verecek şeyleri algılarlar ve buna göre tavır takınırlar. Örneğin, “Deveci, bir deveyi dövse o deve, dövene kasteder. Devecinin değneğine kızmaz.” Görüldüğü gibi bir deve bile ihtiyardan bir kokuya sahiptir. (Mevlana, Mesnevi, (çev. Veled İzbudak), İstanbul 2004, V, 260.) Hayvanlarda bile tepkide bulunma hissi varken Allah’ın akıl verdiği insan nasıl olur da kendisini her türlü tepkide bulunma özgürlüğü elinden alınmış bir robot gibi tanımlar? Özgürlük, insana verilen ilahi bir lütuftur. Çünkü insan inanç seçimini de irade özgürlüğüyle gerçekleştirir. Bilindiği gibi din, akıl sahiplerinin kendi irade ve istekleriyle tercih ettiği bizzat hayrolan ve peygamber tarafından tebliğ edilen şeylere götüren ilahî kurallar bütünüdür. (Cürcani, Seyyid Şerif, et-Ta’rîfât, Kahire 1987, s. 141.) Bu tanımdan da anlaşıldığına göre inanç seçimi doğrudan kişinin kendi özgür iradesiyle ilgilidir. Bu anlamda bir bütün olarak din, insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve varlıkla olan ilişkilerini düzenleyen değerler manzumesidir. Dinin kabul cihetiyle vicdan işi olduğunu, iman ya da inkârda zorlamanın olmadığını bize en iyi anlatan şu ayettir: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara, 2/256.)
Bu ayete göre insanları din seçimi konusunda zorlamak İslami bir yöntem değildir. İman, tamamen hür irade ile gönülden gelen bir kabullenmeye dayalı sevgi işidir. Çünkü temelinde sevgi olmayan hiçbir eğitim modeli başarıya ulaşamayacağı gibi sevgiyi esas almayan hiçbir din de geniş halk kitleleri arasında yaygınlaşma ve benimsenme imkânına sahip değildir. Sevgi, kalbin sevilen varlığa yönelmesi ve ona tüm varlığı ile bağlanması şeklinde tanımlanabilir. Gerçek sevgi, benlik ve egodan sıyrılmış, kısıtlayıcı olmak yerine, genişletici ve kucaklayıcı olan, almak yerine vermeyi tercih eden, pasif bir duygu yerine etkinliği önceleyen bir özellik taşır. Zira iyi niyete, sevgiye, iradenin tercihine dayanmayan ve gönülden benimsenmemiş bir dindarlık, din açısından inkârla eşit tutulan ikiyüzlülük anlamına gelir ve fertte kişilik parçalanmasına yol açar. İslam hiçbir zaman böylesi bir sonuca hoşgörü ile bakmaz.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel farklılık: Akıl, beyan, anlama, irade ve eylem özgürlüğüne sahip olmaktır. Çünkü sorumlu tutulma; zihinsel, düşünsel ve fiziksel yeterliliği beraberinde gerektirir. Bütün bu yeterliliklerden sonra ancak insan özgür bir şekilde eylemde bulunabilir ve yapıp-ettiklerinden de sorumlu olur. İnsanın iradesini kullanabilmesi için fiziksel yeterlilik dediğimiz kudret önemli bir etmendir. Kudret olmadan, salt iradenin varlığı yeterli değildir. Yapılan işin ahlaki değer kazanması için kudretin eylemden önce bulunması gerekir. Sorumlu varlık olan insan, kudret sayesinde iradesini istediği eyleme yönlendirme hakkını elde eder. Çünkü eylemin iki yönü vardır. Eylem; yaratma yönüyle Allah’tan, onu kendisine mal etme yönüyle insandadır. İşte, iman ve küfürden birisini tercihte insanın irade ve eylem özgürlüğü büyük rol oynamaktadır. Zihinsel, düşünsel ve fiziksel yeterliliğe sahip olan her insan Allah’ı bilmek zorundadır. Metafiziki bilgiler ve ahlaki ilkeler, duyu-ötesi varlığı vasıtalarla, duyularla bilinebilenleri deney ve gözlemle algılayan akıldan çıkar. Çünkü akıl, tabiatı birbirine uygun olanları bir arada toplayan, tabiatı birbirine aykırı olan şeyleri birbirinden ayıran ya da ahlaki anlamda güzel ve çirkin olanı birbirinden temyiz eden bir melekedir. İşte insanı diğer canlılardan ayıran akıl melekesi, düşünme, beyan ve bilgi üretme yeteneğidir. Varlık düzleminde bulunan hiçbir şey hikmetsiz ve abes olarak yaratılmamıştır. Eğer insan irade ve eylem özgürlüğüne sahipse varlıktan hareketle var edenin bilgisine ulaşabilir.
Netice olarak, Kur’an’ın ortaya koyduğu insan, irade ve eylem özgürlüğüne sahiptir. Zihinsel yetenekleri yerinde olan (akıl-bilgi), düşünsel yetenekleri sağlam (irade), fiziksel yetenekleri sağlıklı olan bir kimse eylemlerini özgür bir şekilde gerçekleştirebilir. Nasıl ki bir toprağa atılan bir tohum, oluşum şartlarını (ısı, ışık, hava, hastalıklara karşı tedbir ilaçlama, gübreleme vb.) taşıdığı zaman filiz verirse insan da yukarıdaki özelliklere sahip olduğu zaman özgür kararlar verebilir. İnsan değiştirilmesi imkân dışı (külli irade alanıyla sınırlı) zorunluluğun dışında, değiştirilmesi imkân dâhilinde olan (külli irade alanında) konularda self-determinizm hakkına sahiptir. Eğer böyle olmasaydı, teklifte bulunmanın, günah ve sevabın, ceza ve ödülün, cennet ve cehennemin bir anlamı kalmazdı. Bütün bunlar insanın sorumluluk alanında kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkına sahip olduğunu göstermektedir.