Makale

ZOR ZAMANLARDA DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİNİN KUR’AN KURSU HİZMETLERİ

ZOR ZAMANLARDA DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİNİN
KUR’AN KURSU HİZMETLERİ

Dr. Mehmet BULUT DİB Başkanlık Müşaviri


“Diyanet Arşivi” üst başlığı altında bu köşemizde daha çok Reisliğin zor yıllarına; yani 1950 öncesi dönemine ait yazılar kaleme aldığımız malumdur. Bu makale de öyle olacaktır.
Öncelikle, bu yazının özeti de sayılabilecek iki tespitte bulunmak isterim. Birincisi; nasıl ki bu ülkenin semalarında Ezan-ı Muhammedî hiçbir zaman susmamışsa kerim kitabımız Kur’an’ın öğretimi de hiçbir zaman tamamen sekteye uğramamıştır; bu, ele aldığımız süreç için de geçerlidir. Ancak Kur’an öğretimi çok kısıtlı olmuş, resmî veya gayriresmî, ücretli veya fahri yapılmış; bunlar ayrı bir konudur. Bu zor zamanlarda bazı hizmet ehlinin, imamet ve hitabet vazifesi yanında camilerde veya camilere bitişik odalarda, evlerde, bütün zorluk ve sıkıntılara rağmen insanımıza Kur’an öğrettikleri, hafız yetiştirdikleri, klasik medrese tahsili yaptırdıkları, hatta -tevhid-i tedrisattan sonra verilenler mesleki tahsil belgesi olarak sayılmamış olsa da- mürettep dersleri tamamlayanlara icazetname bile verdikleri bir vakıadır. İmamet ve hitabet görevi olmayan bazı hocalar da bu hizmeti fahri olarak icra edebilmişlerdir. Bir de, Reisliğin bütçe kadrolarında yer almış, çok az sayıdaki hıfz muallimlerinin camilerde verdikleri Kur’an eğitimi ve hıfz çalışmaları vardır ki, bu yazıda biz daha çok bu konu üzerinde duracağız.
İkincisi, 1950 öncesi yıllarda Reislik hizmetleri çerçevesinde verilen Kur’an öğretimi hizmetlerini, bugünkü anlamda öyle Kur’an kursu adıyla açılmış mekânlarda verilen kapsamlı bir kurs hizmeti olarak anlamak hatalı, en azından eksik olur. Bir defa bu süreçte “Kur’an Kursu” diye bir eğitim kurumu açmak, “ahval dolayısıyla” söz konusu değildi. Yapılabilen şey, Meclis tarafından kabul edilen bir önerge ile Reisliğe tahsis edilmiş çok az sayıdaki ücretli muallim kadrolarına tayin edilen hocalar tarafından, kabul edilen önergeye uygun olarak öncelikle hafız yetiştirmek üzere bazı camilerde sınırlı sayıda kursların açılmış olmasıdır. Nitekim tahsis edilen kadrolar, “Kur’an kursu muallimi/hocası” değil, “hıfz muallimi” ve daha sonraları “Kur’an öğreticileri” adını taşımıştır. Açılan bu kurslarda daha sonra isteyenlere yüzünden Kur’an okuması öğretilmiş, bazı dinî bilgiler de verilmiştir. Bu hocalar, hizmetlerini camilerde, önceden belirlenmiş saatlerde ve sıkı bir murakabe altında yerine getirmeye çalışmışlardı. Camilerde verilen bu derslere devam edeceklerin ilkokulu bitirmiş olmalarına bilhassa hassasiyet gösterilmişti. Reisliğe ait bazı belgeler çerçevesinde aşağıda sunacağımız malumatın bu çerçevede değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Camilerde Kur’an öğretme
faaliyetinin yasal dayanağı
2 Nisan 1925’te, 1925 yılı Evkaf Müdüriyet-i Umumiyesi bütçesi Meclis’te görüşülürken, Antalya Mebusu Rasih Efendi (Kaplan) ve 49 arkadaşının imzasını taşıyan bir takrirle “Hafız-ı Kur’an yetiştirmek” üzere Evkaf bütçesine “Hafız yetiştirecek zevat ücretleri” adı altında bir ödenek konulması istenmiş, takriri değerlendiren ilgili encümen, arzu edilen ödeneğin Vakıflar değil de “Huffaz Muallimleri Ücüratı” adı altında aynı yılın Diyanet İşleri Reisliği bütçesine ilavesini önermiş, Meclis de bunu kabul etmişti.
İşte, Reislikçe camilerde Kur’an öğretimi hizmeti verilmesinin kanuni dayanağı Meclis’in bu kararı olmuş, takip eden yıllarda da bu ödeneğin Reislik bütçelerine konmasına devam edilmiştir.
Kur’an kursu hizmetlerinin tarihî süreçte mahiyeti
Süreçte Reislikçe verilen Kur’an öğretim hizmetlerinin mahiyetini ve bu hizmetler sırasında karşılaşılan zorlukları, Reisliğin/Müşavere Heyetinin iki ayrı yazısından takip ederek izaha çalışacağım.
Basında Kur’an öğreticileri aleyhinde haberler üzerine, 1944 yılında Başvekâletten gönderilmiş olan bir yazıya, dönemin Diyanet İşleri Reisi M. Şerafettin Yaltkaya imzasıyla verilen cevap, öteden beri verile gelen bu hizmetlerin mahiyetini ortaya koyması açısından son derece öğreticidir.
Eskiden beri coğrafyamızda Kur’an öğretimine ve hafız yetiştirilmesine son derece önem verildiği, memleketin her tarafında şöhretli hafızların yetiştiği, bu eğitimin, başta camilerin imamları veya hafızlar olmak üzere alanında yetkin hocalar tarafından gerçekleştirildiği, bu hizmetlerin genelde camilerde verildiği için bu meyanda Kur’an’ı yalnız yüzünden okumayı bellemek veya sadece namaz surelerini öğrenmek isteyenler olursa, onların da okutulduğu hatırlatıldıktan sonra yazıda şöyle deniyordu:
“Bu maksatla büyük camilerin hepsinde sabah ve öğle namazlarından sonra imamın çevresinde muhtelif yaşta birçok kimseler toplanır ve böylece hem Kur’an talimi yaptırılır, hem de hafız olmak isteyenlerin ezberledikleri sahifeler dinlenirdi. Birkaç büyük şehirde ‘Darülhuffaz’ adı ile resmî ve hocası maaşlı müesseseler de vardı. Şu izahattan da anlaşılacağına göre, bu usul, ne bir tedris, ne de bugünkü manasıyla bir kurs olmayıp, belki bir Müslümanın namaz ve ibadetlere ait öğrenilmesini zaruri gördüğü şeyleri, daha iyi bilen birinden gidip öğrenmesinden ibarettir.”
Reisliğin kuruluşuna kadar devam ede gelmiş bu usulün daha sonra da devam ettiği belirtilen yazıda, aradaki fark şöyle izah edilmiştir: “Evvelce bir kayda tabi olmayarak her hafızın veya iyi Kur’an okuyanın fahri olarak, istediği zaman ve istediği yerde yapageldiği bu vazife, Reisliğimiz tarafından tahdit edilmiş ve mahallindeki ihtiyaçları tebarüz ettiren müracaatlar üzerine, bu vazifeyi görmek isteyenlere, önceden bulundukları yerin müftülükleriyle idare amirleri tarafından hüviyetleri tetkik ve muvafakatleri alındıktan sonra izin verilmiş ve aynı zamanda hafız olacak ve Kur’an okuyacak olanların ilkokulu bitirmiş veyahut ilkokul çağını geçmiş olmalarını da şart koşmuştur. Bu vazife bugün de yine ekseriyetle camilerde ve herkesin gözü önünde ve muayyen saatlerde yapılmakta ve arzu eden Müslümanlar bundan yararlanmaktadır.”
Bu açıklamalardan sonra, basında Kur’an öğreticileriyle ilgili yer alan haberleri maksatlı; değilse bilgisizlik eseri ve sorumsuzca bir hareket olarak niteleyen Reislik, Başvekâlet’ten, gazetelerin “yazılarında daha dikkatli olmaları ve memleketin en muhtaç olduğu huzur ve sükûnu ihlal ve millî vahdet üzerine menfi tesirler yapmaktan hâli kalmayan bu gibi asılsız yazılara meydan verilmemesi” için ilgili makamlara emir verilmesini talep etmişti.
Temas etmek istediğim Reisliğin diğer yazısına gelince;
Camilerde resmî öğreticiler tarafından verilen Kur’an öğretimi faaliyetlerinin bile kolluk kuvvetlerince sıkı bir takip ve murakabeye tabi tutulduğu bir vakıadır. Ancak 1940’lı yılların ortalarından itibaren Reislik, artık bu alandaki birtakım yanlış uygulamalara karşı çıkmaya başlamıştı. Örneğimizden takip edelim: İçişleri Bakanlığından valiliklere gönderilen 10 Mayıs 1945 tarihli genelgede, Kur’an kurslarında sadece Kur’an öğretilip ezberletileceği, bu kurslarda Arap harflerinin okutulmasının ve din dersi verilmesinin 1353 sayılı kanun ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince söz konusu olamayacağı; Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından müftülüklere gönderilen özel mahiyetteki talimatnameye riayetle, sadece ilk tahsil çağında olmayan çocuklara Kur’an ezberletilebileceği bildirilmişti.
Reislik, 10 Temmuz 1945 tarih ve 194 sayılı yazısı ile bu genelge hakkında maddeler hâlinde özetle şu değerlendirme ve itirazlarda bulundu:
1. Harf devrimiyle ilgili 1353 sayılı kanunun birinci ve dokuzuncu maddelerinde Türk harflerinin kullanımı yalnız Türkçe için mecburidir; bu maddeler Arapça için Arap harflerinin kullanılmasına mani değildir. Arap harflerini bilmeden Kur’an-ı Kerim’i ezberlemenin imkânı yoktur. Her lisanı, o lisana mahsus harflerle okumak kanunen caizdir.
2. Tevhid-i Tedrisat Kanununun ilgili maddeleri gereğince öğretim ve okul küşadı Milli Eğitim Bakanlığına ait olmakla beraber, anayasa ve kanunlar kişilere dinî ihtiyaçların gerektirdiği eğitim ve öğretim hakkını vermektedir. Ayrıca çocuğun dinî terbiyesini tayin etmekte ana babanın hürriyeti tahdit edilemez. “Bu kanuni icapların ilcasıyla Büyük Millet Meclisi Kur’an kursları için bütçeye lazım gelen tahsisatı kabul etmiş ve çocuklarına dinî terbiye vermek, din ve mezhebini öğretmek ve Kur’an’ı iyice talim etmek isteyenlerin dinî ihtiyaçları için muktezi vesait sağlanmıştır.” Bu kursları düzenlemek ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığına yasal olarak verilmiş bir görevdir.
3. “Mecburi ilk tahsilini ikmal edenlerin usul ve kaidesi veçhile Kur’an okumasını öğrenmek, imam-hatip ve müezzinlerin asli vazifelerindeki esaslı rükünleri öğrenmeleri, Türkçe hutbe, ezan ve kameti ve Kur’an ayetlerini güzel okumalarını sağlamaları bir dereceye kadar bu suretle imkân altına girebilmektedir. İçişleri Bakanlığı yazısında bu gaye ve maksat ifade edilmiştir. ‘Arap harflerinin okunması mevzubahis olmayacaktır’ denilmesi (ile), Arap harfleriyle Türkçe okutmanın memnuiyeti bildirilmiş, ‘din dersi okunmayacaktır’ denilmesi (ile) de, program dâhilinde ve muayyen kitaptan sıra dersi verilmeyeceği” bildirilmiştir. Yoksa inanç ve ibadetlere dair hükümlerin öğretilmesi memnu olmak şöyle dursun, kanuni vazifelerimiz cümlesindendir.”
Şunu da ilave edelim ki, bütçe kanunlarında yer verilmiş olmakla yasal bir hâl kazanmış olmasına rağmen, bazı yerlerde camilerde kurs açılması teşebbüsü, yukarıdaki Reislik yazısından da anlaşılacağı gibi, bir mektep, muntazam bir öğretim işi telakki edilerek mahalli yetkililerce engellenmeye çalışılmıştır. Reisliğin, bu tür engellemeler karşısında bir hayli mücadele verdiği arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
1940’lı yılların ortalarına doğru geldiğimizde, memleketimizin artık her tarafından Kur’an öğretimi başta olmak üzere, çocuklara din eğitimi verilmesi doğrultusunda yoğun talepler Diyanet İşleri Reisliğine de gönderilmektedir. Reislik, bu taleplere cevap olarak, dinin icaplarını yerine getirmek üzere gerekli dini bilgi alma hususunda her şahsın birtakım hak ve hürriyete sahip olduğunu ve bunları kullanabileceğini hatırlatmış, din eğitimi verecek müesseselerin açılmasına gelince, bunun bir kanun ve teşkilat meselesi olduğuna işaret ederek, Reisliğin bu konuda gerekli teşebbüslerde bulunduğunu bildirmiştir.
1940-1950 arası yıllarda
Kur’an öğreticileri kadroları
Kur’an Öğreticileri kadroları, Reisliğin/Başkanlığın vilayetler barem dışı ücretli kadroları arasında yer almıştır. Örnek olarak 1940-1950 yılları arasında bütçelerin (D) cetvellerinde yer verilen Kur’an öğreticileri kadroları, sayı ve ücret olarak şöyledir:
1940: 30 ilâ 25 lira ücretli toplam kadro sayısı: 17
1941: 40 ilâ 25 lira ücretli toplam kadro sayısı: 28
1942: 40 ilâ 25 lira ücretli toplam kadro sayısı: 28
1943: 40 ilâ 15 lira ücretli toplam kadro sayısı: 38
1944: 40 ilâ 15 lira ücretli toplam kadro sayısı: 38
1945: 40 ilâ 25 lira ücretli toplam kadro sayısı: 28
1946: 60 ilâ 25 lira ücretli toplam kadro sayısı: 150
1947: 100 ilâ 55 lira ücretli toplam kadro sayısı: 131
1948: 100 ilâ 55 lira ücretli toplam kadro sayısı: 131
1949: 100 ilâ 55 lira ücretli toplam kadro sayısı: 131
1950: 100 ilâ 55 lira ücretli toplam kadro sayısı: 131
Görüldüğü gibi, özellikle 1940-1945 ve 1947-1950 yılları arasında Kur’an öğreticileri kadro sayıları ve bunları aldıkları ücretler hemen hemen değişmemiştir. Ayrıca hatırlatmam gerekir ki, bu kadroların tamamı her zaman kullanılmış değildir; yani bu rakamlar fiili olarak görev yapanların sayısını tam olarak ifade etmez. Nitekim 1944 yılında Reislikten Başvekâlete yazılan bir yazıda, bu kadroların pek azının kullanıldığı ifade edilmişti. Mesela. Recep Akakuş hocamızın verdiği bilgiye göre, 1935 yılı itibarıyla, İstanbul’da ücretli kadroda iki hıfz muallimi görev yapmakta idi; bunlardan Hafız Hasan Akkuş, Yeni, Beyazıt ve Nuru Osmaniye camilerinde Kur’an-ı Kerim okutmakla görevliydi. Bu bilgi, bu kadroda görev yapan hocaların birden fazla camide kurs düzenlediklerini de ortaya koymaktadır. Muhtemelen bu kadroların hiç kullanılamadığı, dolayısıyla bu kadrolar marifetiyle, başta hafız yetiştirmek olmak üzere Kur’an eğitiminin yapılamadığı yıllar da olabilmiştir.
Öte yandan, 1940’lı yıllarda, “ilm-i kıraat ve fenn-i tecvidde ihtisas sahiplerinden” uygun görülenlerin müftülük tarafından seçilip kaymakam veya valilerin inhası ve Reisliğin tasdikiyle fahri “Kur’an-ı Kerim Öğretmeni” tayini de yapılmaktaydı. Nitekim müftülüklerin, camilerde kurs açılmak üzere öğretici kadrosu verilmesi taleplerine karşılık Reislik, münhal bir Kur’an öğreticisi kadrosu varsa bu isteklerin karşılanması, yoksa fahri bir Kur’an öğreticisinin tayininin uygun olacağı şeklinde yol göstermekteydi.
Özetle…
Süreci gözden geçirdiğimizde, 1925’te Büyük Millet Meclisinde kabul edilen takrire uygun olarak, başlangıçta camilerde özellikle hafız yetiştirilmek üzere kurslar açılmış, bilahare buralarda verilen eğitimle kısmen cami görevlisi de yetiştirilmeye çalışılmış, ayrıca okul çağında olmayan isteklilerin Kur’an öğretimi ve dinî bilgi ihtiyaçları da karşılanmıştır.
Yukarıda verdiğimiz tablo ile gönümüzde Kur’an kurslarıyla ilgili istatistik verileri yan yana getirelim; sonra da sahip olduğumuz nimetlerin şükrünü eda etmenin yollarını araştıralım derim, vesselam.