Makale

İSTENMEYE DEĞER OLAN…

İSTENMEYE DEĞER OLAN…

Meral Günel | İstanbul Maltepe Vaizi

“Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim.”
(Müslim, Zikir, 72; Tirmizi, Daavat, 72; İbn Mace, Dua, 2.)

Bir hadis-i şerife göre “kulluğun özüdür” dua. (Tirmizi, Deavat, 1.) Kulluğun yani insana değer kazandıran en yüce makamın özü, can damarı ve o damarı besleyen abıhayattır. İnsana kendi ihtirasları ve benliği dâhil Allah’tan başka hiçbir nihai iltica makamı olamayacağını öğreten bir eylemdir. Dua, insana yüce yaratıcı karşısında, konumunu bilmeyi büyük bir letafetle öğretir. Kibir ve gururun kör edici serabından korur. Ardında nice bereketler barındıran merhamet kapısına vardırır dua. (“Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmıştır.” Tirmizi, Deavat,101.) Bu açıdan bakıldığında dua edebilmek nimetlerin en büyüklerindendir.
Dua, hayatın tüm katmanlarında –darlıkta ve bollukta, üzüntü ve kederde- insanı maddi manevi tehlikelerden koruyacak en güçlü silahtır. Mümine güven membaı, azmin, gayretin itici gücü, ümitvar olmanın olmazsa olmazıdır. Kulluğu diri tutma çabası, Elest bezmindeki ahde vefa göstermektir dua.
Kadim medeniyetlerin tamamında özel zaman ve mekânlarla ilişkilendirilen duanın adabı Hz. Peygamber ile farklı bir boyut kazanır. Bütün kayıtlardan azade olarak hayatın her anını, mekânın her türünü kuşatır. Dua, O’nun dilinde çoğunlukla bir eylemin öncülü ya da ardılı olsa da tespihat etmeye dönüşerek eylemin sınırlarından da koparır kendini. Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerdeki zaman ve mekân çerçevesi duada bulunmadığı için duanın kulluk bilincini oluşturma ve pekiştirmedeki etkisi pek büyüktür.
İnsanın bağlanma, sığınma, iletişim kurma gibi temel duygusal ihtiyaçlarının bir yansıması olarak dua, Âdem’den (a.s.) beri bütün varlık sahnesinde kendine yer bulur. Yüce rabbimiz ve sevgili efendimizin öğretileri, insanoğlunun fıtratında mevcut bu iltica arzusunu hak ve hakikat ölçüsünde yeniden şekillendirir, elimizden tutar ve doğru adrese yönlendirir. Zihin ve gönül dünyamızın yüzeyselliğinden bizi kurtarır, ufkumuzu açar; nelerin, kimden, nasıl ve ne zaman isteneceğini öğretir. Böylelikle dua mümini terbiye eder.
Dua, söz, niyet ve eylem bütünlüğü içinde olmalıdır. Gerçekleşmesi istenen şey için samimi bir arzu ve bu arzunun harekete geçirdiği davranışlar duanın kalbî ve amelî boyutunu ifade eder. İnananlar için en önemli prensiplerden olan denge ve tutarlılığın dua açısından yorumu işte bu dil-kalp ve amel birlikteliğidir. Halis bir niyetle, doğru ve düzgün ifadelerle ama mutlaka eyleme de geçerek talebimizi yüceler katına iletmektir dua. Böylelikle insan hayattan kopmaz, önüne bir hedef koyar ve çabalamaya devam eder.
Bu hadisi şerifte Efendimiz, Rabb’inden dört hususta niyazda bulunuyor: hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği.
Dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak yolu gösterme anlamındaki hidayet kavramını el-İsfahani “lütufla kılavuzluk etme”, yani ilk bakışta fark edilmeyen yollarla bütün yaratıklara ve özellikle ilahî emirlere muhatap olan insana yol gösterme şeklinde tanımlar. Buna göre tüm varlık âlemi gibi hidayetin de gerçek sahibi Allah’tır ve hidayet yalnızca O’ndan talep edilmelidir.
Hayatı Allah’ın koruması altında olan Efendimizin bu hadisindeki hidayet talebi, ayağı kayma tehlikesiyle her an karşı karşıya olan biz ümmeti için daha büyük bir önem arz eder. Yolunu bulamayanlar kadar bulduğu yolu kaybetmekten korkanlar veya yoldan çıkıp rotasını şaşıranların da kılavuzluğa (hidayete) ihtiyacı daima olacaktır. Mümin bu nedenle hidayet talebinden geri duramaz. Aynı şekilde hidayetin engelleri olan bağnazlık, gaflet, nefis ve şeytanın tahrikleri gibi güçlü çeldiriciler karşısında dirençli olabilmek için de ısrarla hidayet talep edilmelidir.
Efendimizin bu duasındaki sıralama, üzerinde ayrıca düşünmeye değer niteliktedir. Hidayet talebinin hemen peşinden talep edilen takva, haram ve günahlardan kaçınma hususunda gösterilen titizlik anlamıyla dinimizin en temel kavramlarından biridir. Maddi ve manevi tüm edimlerimizin ayarı, Allah karşısında değerimizin ölçütü olan ve bilince dayalı saygı/korku diye de tanımlanabilen bu kavram, insanın imanından beslenerek kişiliğini tuğla tuğla örer. Ahlak ve ibadet hayatına nitelik katarak yeniden yapılandırır, topluma faydalı olacak kıvama getirir. Eline, beline, diline hâkim oldurarak Mümini yanlışa düşmekten korur. Unutmayalım ki elimizin, haksızlık için kalkmaması, zulmün ve isyanın kirli planlarını çizmemesi için takvaya ihtiyacı var. Dilimizin, beddua, kahır ve isyanla değil zikir ve şükürle güzelleşmesi, akıttıklarının ağu değil billur gibi dupduru su olup gönülleri ferahlatması için takvaya ihtiyacı var. Belimizin, hayâsızlığın her türüne direnip Yusuf misali dimdik durabilmesi, Meryem misali Rabb’inden gelecek her imtihana onurluca razı olabilmesi için takvaya ihtiyacı var. Takva yani kulu Rabb’inden asla koparmayacak bu en kuvvetli bağ ile kul, dünyanın türlü sıkıntılarından korunacak, hayatla baş etme becerisi kazanacak, ahiret sıkıntılarını da onunla bertaraf edecektir. Nasıl mı?
Enfal, 29: “Ey iman edenler! Allah’a saygıda (takva) kusur etmezseniz, O size bir temyiz kabiliyeti verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.”
Talak, 2-3: “…Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir…”
Hidayet ve takva talebinden sonra Müslüman ahlakını temsil eden iffet niyazı alıyor sırayı.
İnsanın bedenî ve maddi hazlara aşırı düşkünlüğünü kontrol altına alıp dinin ve aklın buyruğu altına vermek suretiyle kazanılan bir erdem olan iffet, erkek-kadın tüm Müslümanlar için gereklidir. İffet, insanı bedeninin arzularına esir olmaktan koruyan bir zırhtır. Bu zırhın koruyucu vasfını kaybetmemesi ise sahibinin göstereceği ihtimama bağlıdır. Ancak belli periyotlarla bakım yapılan, zayıflayan, paslanan, çürümeye yüz tutan noktaları sık sık gözden geçirilen zırh işlevselliğini korur. “İffet” duygusunu / zırhını besleyip güçlendirecek olan yegâne güç kaynağı hidayet ve takvadır; helal dairesinden çıkmamaya azami gayret göstermektir.
İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve sünnetin kendi bütünlüğü içinde gerçekleştirmek istediği en önemli hususlardan biri de zihniyetlerdeki değişimdir. Peygamberimizin pek çok defa ashabına “…nedir biliyor musunuz?” şeklinde sorular sorması insanları sık sık doğru bildiklerini Kur’an ve hadis ölçeğinde yeniden sorgulamaya davet eder. Hadisimizdeki “ğina / zenginlik” kavramı da bu çerçevede değerlendirilebilir. Aslolan zenginlik elbette gönül zenginliğidir; dünyaya ve dünyalığa değer vermemektir. Ancak bu hiçbir zaman sonsuz zenginlik sahibi olan Allah’tan güç ve kudret anlamında maddi zenginliğin talep edilemeyeceği anlamına gelmez. Tasavvuf erbabının el kârda gönül yarda anlayışı aslında Müslüman’ın durması gereken noktayı çok güzel özetlemektedir. Allah’tan başkasına muhtaç olmayacak durumda olmak için çaba göstermek, şerefli bir hayat ve etkili bir tebliğ hizmeti bakımından son derece önemlidir.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
• Hz. Peygamber, bizlere erdem ve ahlaki faziletler kazanmak için Allah’a (c.c.) dua edilebileceğini öğretmiştir.
• Hidâyet, takva, iffet ve gönül zenginliği insanın sahip olabileceği yüce erdemlerdendir.