Makale

HAFIZLIK EĞİTİMİNDE YENİLİK İHTİYACI VE BİR ÖNERİ

HAFIZLIK EĞİTİMİNDE
YENİLİK İHTİYACI VE BİR ÖNERİ

Prof. Dr. Suat CEBECİ

Kur’an-ı Kerim’in tamamını ilk ezberleyen Hz. Peygamber olduğundan hafızlık öncelikle peygamberî bir eylemdir. Kur’an’ın ramazanda camide hafız tarafından ezbere okunup Müslümanlar tarafından mushaftan takip edilmesi (mukabele) de Hz. Peygamber’in Cebrail ile birlikte gerçekleştirdiği ezberi kontrol etme hadisesine dayanır. Son ilahî kitap olan Kur’an-ı Kerim’in lafzının harfi harfine kıyamete kadar korunmasını güvence altına almak için bu ezberleme ve ezberin bizzat Cebrail tarafından kontrol edilmesi oldukça önemlidir. Hz. Peygamber Kur’an’ın kalıcılığına önem verdiği için her gelen ayeti yazma bilen ashaba yazdırır ve onların ezberlenmesini teşvik ederdi. Zira yazılan sayfada kalır ama ezberlenen zihne kaydedilir. Bir veciz sözde “el-ilmu fissudur la fissutur (ilim satırlarda olan değil göğüste olandır.)” denilmiştir.
Hz. Peygamber’in Kur’an’ı yazdırırken bir taraftan da ezberlenmesini teşvik etmesi, Kur’an’ın manasının zihinlere nakşedilmesini sağlamak içindi. Şüphesiz ki insanlığın kurtuluşunun yegâne reçetesi Kur’an-ı Kerim’in lafzının en ufak bir değişikliğe uğramadan asırlar ötesine taşınması ne kadar önemli idiyse onun anlamının zihinlere yerleşmesi ve insan hayatına yansıması da o kadar önemli ve gerekliydi. Zira Kur’an’ın kalıcılığının ve toplum hayatını tanzim etmesinin sağlanması sadece lafzının muhafaza edilmesiyle gerçekleşemezdi.
Kur’an’ın nazil olduğu yıllarda yazı malzemesinin elverişli olmamasına, yazma becerisine sahip kişilerin son derece az olmasına rağmen Hz. Peygamber’in nazil olan her ayeti birden çok vahiy kâtibine yazdırmış olması çok anlamlıdır. Ancak 114 sure ve 6236 ayet ve 604 sayfa tutarındaki büyük hacmine rağmen Kur’an’ın tamamının çok sayıda sahabiye ezberletilmiş olması çok daha anlamlıdır. Hicretten sonra İslam toplumu istiklalini elde edip egemen bir yapıya kavuşunca Müslümanlardan Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberleyenlerin sayısının hızla artmaya başladığı görülmüştür.
Sahabe, büyük bir iştiyakla Kur’an’ın lafzını ezberlemeye devam ederken onun manasını da aynı şekilde büyük bir titizlikle ihata ediyordu. Yani Kur’an’ı ezberleyenler aynı zamanda onun bilgisine de sahip oluyorlardı. Asr-ı saadette hafız demek aynı zamanda Kur’an’ın mana ve muhtevasını en iyi bilen kişi demekti. Nitekim hicretten önce Medinelilerin İslam’ı kendilerine öğretmek üzere bir muallim göndermesini Hz. Peygamber’den istediklerinde Hz. Peygamber nazil olan her ayeti ezberlemiş olan Mus’ab b. Umeyr’i göndermişti. (İbn Sa’d, 1957.) İslam’a çok büyük hizmetlerde bulunan sahabilerin pek çoğu, Mus’ab b. Umeyr’in davetiyle Müslüman olmuşlardır. (El-İsfehani, 1998.) Medine döneminde civar beldelere İslam’ı anlatıp öğretmek için gönderilenler de yine hafızlardan seçiliyordu. Hz. Osman da çoğalttığı ilk Kur’an nüshalarını civar bölgelere gönderirken yine hafızlarla göndermeyi tercih etmiştir. (Zerkani, 1996.) Nitekim bu hafızlar gittikleri yerlerde Kur’an’ın kıraatına ve anlaşılmasına öncülük etmişlerdir.
Hicretin dördüncü yılında Necidlilere Kur’an’ı ve İslam’ı öğretmek üzere gönderilen 70 hafız sahabi Maune Kuyusu başında şehit edildiği olayı meşhurdur. Bi’r-i Maune Vakası denilen bu olayda bu kadar çok sayıda seçkin hafızın şehit edilmiş olması, hafızlık yok edildiğinde Kur’an bilgisinin korunamayacağı endişesini ortaya çıkarmıştır. Zira Kur’an’ın sahifelere yazılmış olması, Kur’an bilgisinin korunması için yeterli değildi. Kur’an’ın bütün ahkâmıyla hayatta var olmasını sağlayacak olan onun sayfalara yazılmasından ziyade zihinlere nakşedilmesiydi. Hz. Peygamber hayatta iken Kur’an’ı ezberleyenler, ezberlerini Hz. Peygamberden kontrol etme imkânına sahiptiler. Hz. Peygamber vefat edince ezberlerin kontrolüne ölçü olmak üzere Kur’an’ın tamamı yazılı tek kitap hâline getirilmiştir. Hz. Peygamberin vefatından hemen sonra yazılı bir mushafa ihtiyaç duyularak ilk nüsha Hz. Ebubekir’in emriyle meydana getirilmiş, kısa bir süre sonra Hz. Osman tarafından çoğaltılmış olmasına rağmen Kur’an’ın bütünüyle ezberlenmesinden asla vazgeçilmemiş, hafızlık eğitimi, tarih boyunca İslam toplumlarında devam eden köklü bir gelenek hâline gelmiştir.
Kur’an-ı Kerim tarihî süreç içerisinde en çok okunan kitap olarak dünyanın her köşesine yayılmış olsa da ezberleme faaliyetleri kesintiye uğramadan devam etmiş ve günümüzde de devam etmektedir. Konuşulan dil Arapça olsun olmasın bütün İslam beldelerinde hafızlık faaliyeti bir Kur’an öğretim geleneği olarak devam etmektedir. Arap olmayan beldelerde Arapçanın İslami ilimlerin öğretim dili olarak kabul edildiği dönemlerde hafızlık eğitimi, lafzın ezberlenmesinin yanında Kur’an bilgisi de kazandırıyordu. Arap olmayan ülkelerde ulusal diller eğitimde yaygın bir şekilde kullanılmaya ve İslam bilimleri de ulusal dillerde öğretilmeye başlayınca hafızlık Kur’an lafzını ezberlemekle sınırlı kalmaya ve Kur’an muhtevası kazandırmaktan uzaklaşmaya başlamıştır. Buna ek olarak hafızlığa daha küçük yaşlarda başlatılması geleneği (Çelebi, 1976.), hafızlık eğitiminde Kur’an muhtevasını kazandırma amacından iyice uzaklaşıldığı anlamı taşımaktaydı.
Hafızlık çalışmalarının Kur’an muhtevasından kopuk yürütülmesi dili Arapça olmayan beldelere özgü bir durum da değildir. Arap beldelerinde de ilk dönemlerden itibaren aynı yönde gelişmelerin olduğuna dair haberler mevcuttur. Hz. Ömer, Basra Valisi Ebu Musa el-Eş’ari’ye yazdığı mektupta “İnsanların Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olup onun hükümlerini öğrenmeyi terk etmelerinden korkuyorum.” demiştir. (El-Kettani, 1993.)
Asr-ı Saadet’teki Kur’an’ı ezberleme ve ezberletme gayretlerinin temelinde yatan gerekçeye döndüğümüzde bugünkü geleneksel hafızlık eğitiminde muhtevayı kazandırma amacının gözetilmemesi yönündeki yaygın tutumu anlamak ve anlamlı bulmak mümkün değildir. Elbette bir mümin için Kur’an lafzının tamamını ezberleyip hafızaya yerleştirmiş olmak makbul ve mübarek bir iştir; bunu anlamsız ve gereksiz görmek mümkün değildir. Hz. Peygamber’in, Kur’an okuyan kimseye, okuduğu Kur’an’ın her harfi için sevap verileceğini bildirmiş (Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an 16.) olması, ayrıca Kur’an okumanın ve ezberlemenin faziletine dair çok sayıda hadisin mevcudiyeti Kur’an okumayı teşvik etmektedir. Bu sebeple de Müslümanlar tarih boyunca Kur’an’ı evlerinden eksik etmemişler ve ellerinden bırakmamışlardır.
İlk vahyin “Oku!” emri olarak gelmesi ve bu emrin mefulünün (nesnesinin) olmaması ve özellikle de okuma yazma bilmeyen peygambere “Oku!” diye emredilmiş olması oldukça manidardır. Buradaki emir bir metnin, bir yazının okunmasına değil, Allah’ın kâinattaki hikmetlerini, öğütlerini, emir ve yasaklarını kavramaya matuftur. Bilindiği üzere Kur’an’ın müstakil anlam ifade eden en küçük parçalarına ayet denir. Kâinattaki ilahî anlamlara işaret eden ifadelerde sıklıkla ayet kelimesi kullanılmıştır. “Şüphesiz, göklerde ve yerde, müminler için nice ayetler vardır.” (Casiye, 45/2.) Bu bakımdan “Oku!” emri bir yazıyla mukayyet olmamak üzere her Müslüman’ın her an icraya amade olmasını gerektiren, sarfı nazar edilmesi mümkün olmayan bir anlama ve kavrama ameliyesidir. Hz. Peygamber’in “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 21.) hadisi de salt Kur’an metninin okunuşu ile değil, onun mana ve mefhumunun anlaşılması ve kavranması ile ilgilidir. Allah Teala “Şüphesiz bu Kur’an en doğru yola iletir.” (İsra, 17/9.) buyurmuştur. Kur’an’ın ilettiği yola gidebilmek için de onun ne dediğini anlamak ve kavramak gerekir.
Bütün bunlar dikkate alındığında Kur’an’ın öğretimi ile ilgili çalışmalarımızı, özellikle hafızlık eğitimi konusundaki faaliyetlerimizin Kur’an’ın anlamını da kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Günümüzde yaşanmakta olan bilişim çağının zorladığı interaktif sosyalleşme olgusu, bireyi demir kafese hapsetseniz dahi onu çevrelemekte, alıp farklı âlemlere sürükleyip götürmektedir. Buna zihinleri enjekte eden alternatif anlayış ve düşünce enjeksiyonlarının etkisi de katılınca birey zihnini Kur’an’ın getirdiği değerler istikametinde tutabilmenin güçlüğü ortaya çıkmaktadır. İnsanlığa ideal bir medeniyet öneren ve her şartta toplumu iyiye, güzele ve doğruya yöneltme özelliğine sahip olan Kur’an-ı Kerim’e yönelişin onun zarfıyla sınırlı kalması, mazrufuna nüfuz etme konusundaki ilgi ve ihtimamın azalması kabul edilebilir bir durum değildir.
Ülkemizde din eğitimi veren kurumlarımıza baktığımızda ilahiyat fakülteleri de dâhil olmak üzere ne yazık ki Kur’an muhtevasını bütünüyle öğrettiğimiz bir kurumsal yapı, bir program yok. Âdeta tadımlık veya çeşni türünden verilen derslerle çağlara hükmeden ve ideal bir medeniyet inşası öngören yüce bir Kitabın hakkıyla öğretimi mümkün değildir. Kur’an’ın anlam ve muhtevasını genç beyinlere kazandırmak ve zihinlerde geniş bir Kur’an kültürü oluşturmak için şu an hafızlık eğitiminden başka bir imkân da mevcut değildir. Hafızlık eğitimi ve ona yönelik toplumsal ilgi, bunun için iyi bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Kur’an’ın feyzine ve bereketine nail olmak için hafızlığı önemseyen, ona büyük bir ilgi ve itibar gösteren insanların bu iştiyakları değerlendirilerek hafızlık eğitimini bütünüyle Kur’an muhtevasını kazandıracak şekilde düzenlemek pekâlâ mümkündür.
Artık günümüzde kurumsal olarak geliştirilip yürütülen hafızlık eğitiminin sadece sevap kazanma, Kur’an’ın manevi feyzinden istifade etme maksadına yönelik olarak yürütülmesi ile yetinilemez. Hafızlık eğitimini, gençlere güzel bir manevi aksesuar, manevi bir süs kazandırmak gibi kabul etmek yerine onun lafzı ve manasıyla bir Kur’an eğitimi olarak yürütülecek şekilde yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, konuyla ilgilenenler tarafından da yaygın bir şekilde hissedilmektedir. Hafızlık eğitimi ve sorunları konusunda yapılan bir araştırmada Kur’an kursu öğreticilerinin %74,7’sinin mevcut hafızlık eğitiminin statüsünün değiştirilmesi gerektiği kanaatine sahip oldukları tespit edilmiştir. (Cebeci-Ünsal, 2006.) Artık daha etkin, daha güçlü, İslam medeniyetinin yeniden inşasına katkı sağlayacak şekilde hafızlık eğitiminin geliştirilmesine ihtiyaç olduğu açıktır.
Hafızlık eğitimini geliştirme konusunda neler yapılabileceği düşünüldüğünde ilk olarak “Hafızlığı daha küçük yaşlarda ve daha kısa sürede nasıl yaptırabiliriz?” sorusu gelmektedir. Bu soruya en uygun cevap bulunabilse dahi Kur’an muhtevasını da kapsayan bir hafızlık eğitimi geliştirilmedikçe olması gerekenin gerçekleştirilmesi sağlanamaz. Hafızlık eğitimini geliştirme konusunda çalışırken asıl cevabını aramamız gereken soru, “Kur’an lafzını bütün olarak ezberletirken onun muhtevasını da birlikte kazandırmayı nasıl başarabiliriz?” sorusu olmalıdır.
Bu soruya cevap ararken cesaretli davranmalı, alternatif her görüş dikkatle incelenerek değerlendirmeler yapılmalı ve en doğru en verimli ve en gerçekçi yol bulunmalıdır. Bir başlangıç olmak üzere kendi görüşümü özet olarak şöyle ifade edebilirim: Öncelikle hafızlığa başlama çağı, hafızlık yaptırma süresi, hafızlık öncesi hazırlık programı belirlenmeli, ikinci olarak ezberle birlikte takip edilecek dersler bir program bütünlüğünde düzenlenmelidir. Üçüncü olarak da hafızlık eğitimi programıyla kazandırılacak yeterlikler net olarak belirlenmeli, bu yeterlikleri kazandıracak etkinlikler, öğretim durumları ve çalışma düzeni, etkin zaman kullanımı ilkesiyle özgün bir programa bağlanmalıdır.
Hafızlık programında bir yılı hazırlık olmak üzere dört yıllık bir program uygulanmalı, programda ara tatili ve yaz tatili yer almamalı, öğrenci konsantrasyonunu bozmadan kısa ve günlük dinlenmelere yer verilerek program kesintiye uğratılmamalıdır. Programın hazırlık aşamasında seri ve düzgün Kur’an okuma, talim, tecvit, meharic-i huruf, Kur’an kavramları ve orta düzey Arapça bilgisi verilmelidir. Üç yıllık kısmın iki yılında ezber, son yılda ise haslama (pekiştirme) yapılmalıdır. Ezber ve haslama ile birlikte üç yıl boyunca Arapça, İslam İbadet Esasları, İslam İnanç Esasları, Siyer ve Erken Dönem İslam Tarihi gibi dersler okutulmalıdır. Programa öğrenciler yatılı olarak kabul edilmeli; spor, dinlenme, sosyal ve kültürel faaliyetler, gezi ihtiyaçları mutlaka karşılanmalıdır.
Hafızlık eğitimi programı öncelikle Diyanet teşkilatına ve ilahiyat fakültelerine eleman yetiştirmeye yönelik olmalıdır. Din Eğitimi Genel Müdürlüğünün hafızlık eğitimi ile ilgili proje okul uygulamasının sonuçları izlenerek değerlendirilmeli ve yeni düzenlemede dikkate alınmalıdır. Hafızlık eğitimi hem zorunlu öğretimin ikinci dört yıllık dönemine denk gelecek şekilde düzenlenebilir hem de bu eğitimi alanların imam hatip lisesinde farklı bir programa tabi tutularak ilahiyat ve İslami ilimler fakültelerine artı puanla geçişleri sağlanabilir. Artık ilahiyat ve İslami ilimler fakültelerindeki öğretim üyeleri, özellikle İslam Bilimleri Bölümü hocaları mutlaka hafız olmalı, hafızlarımız da sadece Kur’an lafzını değil manasını de zihinlerine yerleştirmiş olmalıdırlar.