Makale

ÜMİT VE KORKU DENGESİ

ÜMİT VE KORKU DENGESİ

Dr. Ahmet Özvarİnlİ
Nevşehir İl Müftü Yardımcısı


Dinimizde iki türlü prensip vardır. Sadece Allah’tan korkmak ve bununla birlikte Allah’ın rahmetini ümit etmek, bu prensipler imanın gereğidir. İnsan hayatı "ümit" ve "korku"nun bir karışımıdır. Ümit ve korku arasındaki hassas dengeyi koruyan insan, hayatın dengesine ulaşmış insan demektir.
Tabiatı itibarıyla insan ruhu hem korku hem de ümitle doludur. Çocuk doğarken bu iki kabiliyetle birlikte doğar, yanyanadır yeni doğan çocukta korku ve ümit. Hem karanlıktan korkar hem de yalnızlıktan, bir yere düşmekten veya bir şeye çarpmaktan korkar. Alışmadığı kimselerden ve görünümlerden korkar... Ve ümit eder... Emin olmak ister, rahat etmek, ısınmak, annesinin kucağında dinlenmek, babasının bağrında dinlenmek ister. (Kutub, Muhammed, İslama Göre İnsan Psikolojisi s. 105.) Anne bebeği beslerse, ona süt verirse, hava koşullarına uygun biçimde giydirirse bebek sürdürdüğü yaşamdan haz duyar. Bunlar yapılmazsa elem ve kaygı duyar, kendini tehdit altında, tehlike içinde sanır, korkar, ağlar, bağırır. İçinde yaşadığı toplumsal çevrede alışmadığı, bilmediği, tanımadığı insanların bebeğe yaklaşması ona dokunması, onu kucağına alması, tutması, okşaması, sevmesi bile korku yaratabilir. (Köknel, Prof. Dr. Özcan, Korkular s. 7-16.)
Ümit, kalbin hoşlandığı bir şeyi beklemesinden rahatlık ve ferahlık duymasıdır. Ömer Nasuhi Bilmen de ümidi şöyle tarif etmektedir: “Ümit; iman ehlinin ilahi affa, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz keremine kavuşma ümidiyle kendini teselli etmesi ve böylece lezzet duymasıdır.”
Korku; istenilmeyen bir şeyin gelecekte meydana geleceği düşüncesiyle kalbin yanması, elem duyması demektir. (Gazali, İhya, c. IV, s. 261.) Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde "ümit" ve "korku"nun insandaki mevkiine işaret ederek diyor ki "İnsan hayatı lezzet ve elemin uğrak yeridir." İnsan ruhu elemden kocunur, lezzetten hoşlanır. Elemin sebepleri karşısında ümitlenir. İnsanda ümit silindiği zaman "ye’s" egemen olur. Faaliyet söner, korku silindiği zaman "tuğyan" başlar, âkibet düşünülemez, faydalı faaliyet yapılamaz. Ümidin içinde bir korku, korkunun içinde de bir ümit yoksa vazife hissi tembelliğe döner. Açları çalıştıran doymak ümidi, tokları çalıştıran açlık korkusudur. (Elmalılı Tefsiri, c. I, s. 101.)
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de "Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir. Ama azabım da çok elem verici bir azaptır." buyurmaktadır. (Hicr, 15/49, 50.) İlk ayet ümit, ikinci ayet korkutma maksadını taşımaktadır. Başka bir deyişle bu iki ayette insanlara, tasavvufi kaynaklarda havf ve reca denilen bir ahlaki ve dinî duyarlılık ve tedbirlik kazandırılması amaçlanmakta, Kur’an’ın bütününde izlenen yöntem burada özetlenmiş bulunmaktadır.
İslam inancına göre Allah, ne acımasız ve adaletsiz ne de insanların her türlü kötülükleri karşısında duyarsız ve ilgisizdir. (Allah, kullarına zulmedici değildir. (Enfal, 8/51.) O bütün doğruluk ve iyilikleri özendirici, yanlışlık ve kötülüklerden caydırıcı mahiyette sıfatlara; celal ve cemal sıfatları diye bilinen niteliklere sahiptir. (Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir III, s. 354.)
Peygamberimiz ümit ve korku arasındaki dengeye işaret eden hadisinde buyururlar ki: "Allah’ın rahmet deryasındaki bunca genişliği kâfir bilseydi, cennetten ümit kesmezdi. Mümin de Allah’ın her türlü azabını bilseydi, cehennemden emin olmazdı." (Mehmet Sofuoğlu, Buhari Tercümesi, c. XIV, s. 6399.)
Abdullah ibn-i Mesud bir gün bir mescide girdiğinde bir vaiz, cehennem ateşinden ve demir halkalardan, zincirlerden anlatıyordu. (İnsan, 76/4.) "Doğrusu biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık." İbn Mesud kalktı ve "Ey vaiz, Allah’ın kullarını niye ümitsiz edip korkutuyorsun? Cenab-ı Hakk’ın şöyle buyurduğunu okumadın mı? (Zümer, 39/53.) ’Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz’." (Mealimuttenzil c. V, s. 22.)
"Bugün kürside bir vaiz haber verir cehennemden
Yok mudur orda bir aşık tutup indirse minberden"
diyen şair, bu gerçeği dile getirmektedir. Yaptığı hatadan, işlediği günahtan dolayı zaten vicdan azabı çeken kimselere bizim suçlamamız ilave edilmemelidir. Bilakis ona ümit vermek önemlidir. Korkuyu öne çıkaran, vaizlere Muini şöyle cevap vermektedir:
"Sırat ile korkutma bizi vaiz lütfu Hak çoktur
Gezenlerden işittik biz ki anda korkuluk yoktur"
Kur’an-ı Kerim’de ümit ve korkuyu birleştiren ayetler çoktur. Sadece korkutmak yanlış bir metoddur. Hz. Peygamber, doksan dokuz kişiyi öldürüp de vicdan azabı çeken bir kişiden bahseder. Bu kişi kurtulmak ümidiyle bir din adamına başvurur. Fakat o din adamı ona ümit verici konuşmaz, hatta hiç kurtuluşu olmadığını söyler, o kişi de tekrar ümitsizliğe düşer ve o din adamını öldürür. Ama vicdanı yine rahatsızdır, kurtulmak ister, bir başka din adamı ona ümit verir, suçlarından kurtulması için, içinde yaşadığı ortamı terketmesini söyler, o da terk eder. Bu Hz. Peygamber’in tavsiye ettiği bir prensiptir. Hz. Peygamber müjdeleme prensibini tavsiye etmekte ve doğru hareketin bu olduğunu söylemektedir. (Kırca, Celal, Prof. Dr. Din Eğitiminin Prensipleri, s. 26.) Mehmet Akif de bir şiirinde ümit kesmemeyi öğütlüyor:
Ye’sin sonu yoktur, ona bir kere düşersen
Hüsrana düşersin çıkmazsın ebediyyen,
Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun
Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun.
Daima korku üzere bulunmak da Allah’ın rahmetinden ümit kesmek demektir ki bu katiyyen caiz olmaz. Cenab-ı Hak: "Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz, çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez." (Yusuf, 12/87.) buyurmuştur.
Hz. Ömer b. Hattab (r.a.) azap korkusu ve sevab ümidi arasında şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde bir kişiden gayri cennete kimse girmeyecek denilse, kendimin olmasını ümit ederim. Şayet cehenneme bir kimseden başka kimse girmeyecek denilse yine o kimsenin ben olmasından korkarım." (Aliyyulkari, Ümit ve Korku Risalesi, lisans tezi, Erzurum ’83, Ahmet Özvarinli, s. 9.)
Kur’an-ı Kerim’de "Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar." (Secde, 32/16.); "Allah’a korkuyla ümitle dua edin. İyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır." (Araf, 7/56.) buyurulur. Ayette geçen korku ve ümit bir taraftan da O’nun rahmetinden ümit kesmemek şeklinde açıklanır. (Kur’an Yolu, c. II, s. 538.)
Sevdiğini anan bir âşıkın nasıl ki derhâl kalbi çarpar, yüzü sararır, gözleri yaşarır. Ya Allah’ını seven, Allah’ın aşk ve sevgisinden dolayı korku içinde kalan bir mümin-i kâmilin Allah’ın ismi anıldığı zaman kalbi heyecanla çarpmaz mı? Yüzü sararmaz mı? Gözlerinden yaşlar akmaz mı? Şair diyor ki:
Her katresi bir cevheri yekta’dan eazdır.
Allah için ol yaş ki akar dide-i terden
Özellikle çağımızda artan korku, ümitsizlik ve çaresizlik karşısında bunalan sıkılan insanlara Kur’an’dan ve hadisten verilecek müjdenin önemi çok büyüktür. İnsan hayatı ümit ve korkunun bir karışımıdır. İnsan daima ümit ve korku arasında bulunmalıdır. Daima ümit üzere bulunmak Allah korkusundan mahrumiyet demektir ki bu asla caiz değildir. Cenab-ı Hak: "Allah’ın azabından emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası Allah’ın böyle mühlet vermesinden emin olmaz." (Araf, 7/99.) buyurmaktadır.