Makale

UNUTULMAYA TERK ETTİĞİMİZ DİNÎ-MESLEKİ KELİME, ISTILAH VE TERKİPLERİMİZ

UNUTULMAYA TERK ETTİĞİMİZ DİNÎ-MESLEKİ KELİME, ISTILAH VE TERKİPLERİMİZ

Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Diyanet İşleri Başkanlığının 1950 öncesiyle ilgili araştırma yaparken Reislik yazışmaları ve Müşavere Heyeti kararlarında sıkça karşılaştığım ve ne yazık ki günümüzde artık kullanmadığımız, lügat kitaplarının sayfalarında unutulmaya terk ettiğimiz kelime, kavram, ıstılah ve terkipler beni son derece cezbetmişti. Bunları her okuyuşumda ayrı bir zevk aldım, tekrar ettikçe her biri âdeta bende bir ünsiyet peyda etti. Bu yazıda, bunlardan bir kısmını okuyucularımızla paylaşmak istedim. Özellikle hatırlatmak isterim ki karşılaştığım ve örneklerini sizinle aşağıda paylaşacağım kelime, kavram ve ıstılahlarımız, bundan 200-300 yıl öncesine ait değil, nihayetinde 70-80 yıl öncesinde kullanılan ve muhataplar tarafından rahatlıkla anlaşılan kelime ve kavramlardı. Kuşkusuz bunlardan bilhassa idari nitelikteki olanların bir kısmı, başta Vakıflar İdaresi olmak üzeri diğer bazı kamu kuruluşlarında da istimal ediliyordu.
Reislikten Başkanlığa,
Heyetten Kurula
Önce bir istitratta bulunarak, Diyanet İşleri Reisliğinin kuruluş kanununun ilk maddesinde geçen “İslâm” kelimesinin yazımında gösterilen ihtirama dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu kelime orada yalın bir şekilde “İslam” veya “İslam dini” olarak değil, en güzel bir hürmet ve tazimin ifadesi olarak “Din-i Mübin-i İslam” şeklinde yazılmıştı. Bu ifade sadece orada da kalmadı; hem Reisliğin karar ve yazışmalarında hem de farklı çevrelerde de bu şekilde kullanılabildi.
Konumuza teşkilatımızın adıyla devam edelim. Daha önceki yazılarımda arz etmeye çalışmıştım; kuruluşunda teşkilatımızın adı “Diyanet İşleri Reisliği” idi. Sözlü ve yazılı ifadelerde bazen tek kelime ile “Riyaset” de deniyordu ve kanaatimce de yerinde ve isabetli bir kullanıştı.
Terkipteki “Reislik” kelimesi bırakılarak kurumumuzun resmî olarak “Diyanet İşleri Başkanlığı” adını alması, Reislik hakkındaki 23 Mart 1950’de kabul edilen 5634 sayılı ek kanunla oldu. Her ne kadar bu kanunun maddeleri arasında “teşkilatın adı ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ olarak değiştirilmiştir” gibi bir kayıt olmasa da, kanun adında ve metninde hep bu terkip kullanılarak zımnen teşkilatın adının Diyanet İşleri Başkanlığı olduğu ortaya konmuştu. Bu kanundaki kavram değişikliği sadece Reisliğin adıyla da sınırlı değildi, mesela Diyanet İşleri Reisi de Diyanet İşleri Başkanı olarak zikredilmişti. Resmî değişiklik böyle olmakla birlikte, bu tarihe gelmeden, 1945 yılından itibaren bazı resmî yayın ve yazışmalarda Diyanet İşleri Başkanlığı adı kullanılmaya başlanmıştı. Sebebine gelince; 1945 tarihli “Anayasaya Dair” kanunla, 1924 Anayasası metnindeki bazı kelime ve kavramlar sadeleştirildi (Kanunda bu tasarrufa “Türkçeleştirmek” denmişti). Anayasa metninde yer alıp da sadeleştirilmiş olan kelime ve kavramlar, bu tarihten itibaren resmî yayınlarda ve resmî kurumların yazışmalarında da kullanılmaya başlandı. 1924 Anayasasında “Diyanet İşleri Reisliği” adı yer almadığı için, bu terkibe bir karşılık bulunması da söz konusu olmamıştı. Ancak karşılık bulunan kelimelerden biri olan “reis”, “başkan” olarak değiştirilmişti. Muhtemelen bu değişiklikten hareketle, mesela 1945 yılı bütçe kanununun yayınlandığı Resmi Gazetede teşkilatımızın adı ilk kez olarak “Diyanet İşleri Başkanlığı” olarak yazılmış ve sonrasında da böyle yazılmaya devam edilmişti. Şu var ki resmî ad değişikliğinden günümüze gelinceye kadar, resmî yazışmalarda olmasa bile şifahi ve yazılı anlatımlarda reislik, riyaset ve reis kavramları kullanıldı ve böylece bu kavramların tamamen unutulmasının önüne geçildi.
“İslam” kavramına gösterilen hürmetin bir örneğine yukarıda yer vermiştik; burada bir de, bir din hizmetleri teşkilatı olması hasebiyle Reisliğe gösterilen saygıya küçük bir örnek vermek istiyorum. 1920’li, 1930’lu yıllarda Reislik makamına bir dilekçe yazmanız gerektiğinde, hitap cümleniz “Riyaset-i Celileye” şeklinde olurdu. Ama bu hitap şekli zamanla terk edilmiş, özellikle 1944’ten itibaren daha çok “Yüksek Başkanlığa” diye yazılmaya başlanmıştı.
Başından beri Reisliğin ana karar ve hizmet birimi olan “Müşavere Heyeti”ne, daha önce Şer’iyye ve Evkaf Vekâletindeki “İfta Heyeti”ne karşılık olmak üzere teşkilatta yer verilmişti. 1924’ten 1929’a kadar “Hey’et-i Müşavere” olan birimin adı, 1929’dan itibaren “Müşavere Heyeti”, l950’den itibaren “Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu” olarak değişti. 1965’te 633 sayılı kanunda ise “Din İşleri Yüksek Kurulu” oldu.
Evet, “Müşavere Heyeti”, “İfta Heyeti” mefhumunun tam karşılığı değildi ve kuşkusuz birtakım mülâhazalarla bu tabir seçilmişti. Bununla birlikte, günümüzdeki adı olan “Din İşleri Yüksek Kurulu” terkibiyle karşılaştırdığımızda (özellikle ‘Din İşleri’ tabirine dikkat çekmek isterim), sizler ne düşünürsünüz bilemeyeceğim; ama “Müşavere Heyeti” adı bana daha munis gelir. Ne var ki söz konusu dönüşümle birlikte bu kavramın kullanılması da büyük ölçüde unutuldu.
Mabetlerimizin adı “cami-i
şerif”, “mescid-i şerif” idi
1950 öncesinde, bir camiden, bir mescitten söz edilirken mesela “Süleymaniye Camii” denmezdi; resmî yazılarda dahi mutlaka bir ihtiram ifadesi ile “Süleymaniye Cami-i Şerifi” olarak yazılırdı. Çoğul kullanımlarında “cevami-i şerife” ve “mesacid-i şerife”; birlikte kullanılmaları hâlinde de bu terkip “cevami’ ve mesacid-i şerife” şeklinde olurdu.
Hademe-i hayrattan
din görevlisine
Cami hizmetlilerinin tamamına şamil bir kavram olarak “Hademe-i Hayrat”, “Hayrat Hademesi” ya da “Cami Hademesi” terkipleri 1965 yılına kadar ağırlıklı olarak kullanıldı. Tabii, ayrıca her bir hizmet erbabı için imam, hatip, müezzin, kayyım tabirleri de kullanılıyordu. Hademe-i hayrat çerçevesinde, idari muameleler bazında çok geniş bir kavram literatürü oluşmuştu. Cami görevleri “cihet (çoğulu cihat)” kavramıyla ifade ediliyordu. İmamet ciheti, hitabet ciheti gibi... Bu bağlamda kullanılan ve günümüzde artık çoğu unutulmuş bulunan kavramlardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Tevcih, tevcih-i cihet, tevcih-i cihat, cihat-i asliyye, cihat-i fer’iyye, evrak-ı tevcihiye, muamele-i tevcihiye, müvecceh hizmetler, gayri müvecceh hizmetler, evlada meşrut cihetler, bâ-berat müvecceh olan cihetler, müvecceh imam ve hatipler, gayri müvecceh imam ve hatipler, müveccehün leh, cihetin bi’l-vekâle ifası, Tevcih-i Cihat Nizamnamesi, Tevcih-i Cihat Komisyonu… Bilindiği gibi zamanla Hayrat Hademesi terkibi yerini, çoğu mensuplarımızca pek de benimsenemeyen “Din Görevlisi”ne bıraktı. Sevindirici olan bir durum var ki o da, son yıllarda Hademe-i Hayrat kavramının da sıkça kullanılır olmasıdır.
Bu yıllarda bir kişinin bir hizmete getirilmesi olayı ifade edilirken de bir hassasiyet gözetiliyordu. Mesela siz, Hacı Bayram Camii imamlığına tayin edilmezdiniz ya da atanmazdınız; Hacı Bayram Cami-i Şerifi imamet ciheti size tevcih edilirdi. Bunda ne fark var diyebilirsiniz. Şöyle bir incelik var: Bu tayin işinde merkezde ve esas olan siz değilsiniz, söz konusu olan görevdir ve bu görev size emanet edilmiştir. Bu muamelenin tersi de öyledir: Siz görevden alınmazdınız, görev sizin uhdenizden alınırdı ve bu işlem de ref’ kelimesi ile ifade edilirdi.
Düne kadar kullanılıyordu
bu kavramlar
Başka bazı örnekler de verip yazımızı bitirelim.
1930’lı yılların sonuna kadar, resmî olanlar dâhil yazılı metinlerde, kavramın doğrusu olan “Müfti” yazılırdı. “Müfti” nasıl “müftü” oldu, doğrusu ben de öğrenemedim. Ayrıca Reislik yazılarında ve Müşavere Heyeti kararlarında aşağıdaki kelime ve kavramlar da sıkça kullanılıyordu ki, artık çoğu lügatimizden çıkartılmış olanlar cümlesindendir:
Bi’l-imtihan, bi’l-imtihan ehliyetin tahakkuku, niyabet, niyabeten tayin, âhar niyabetiyle tayin, bi’l-asale, karar ittihazı, meyyit salâsı, tasdike iktiran etmek, Hey’et-i Müşavereden sudur etmek, Evkat-ı Şer’iyye Cetveli, mahallinden mevrut, muvafık-ı usul ve nizam olmak, tezekkür kılınmak, mutasarrıf-ı sabık, nısıf maaş, mezuniyet-i daimeye sevk, li-mazeretin, müştekâ anh, müsabaka imtihanı icra etmek, iş’ara nazaran, mazeretin zevaline kadar, alelusul müsabaka ilânı, eda ve sadadan tevaffuk eylemek, muvafık-ı nısfet olmak, ehliyet-i râcihası tebeyyün etmek, numunesine muvafık mazbata imlâ ve tanzim etmek, evrak-ı müsbite, mesleki tahsilini müsbit vesika, hatiplik menşuru almak, ispat-ı ehliyet etmek, istinabe suretiyle incelemek… Ayrıca bugün bir karşılığı olmayan; ancak dün din hizmeti alanının ve hizmet erbabının ayrı birer dalını teşkil eden bazı görev ve görev unvanları da bulunuyordu: Kürsü Şeyhliği, Kürsü Şeyhi, Cuma Vaizliği, Cuma Vaizi, Müftü Müsevvidi, Dersiâm… gibi.
Keza müftülerin yetkisine bırakılmış bir muamele olan, köylerde yeni yapılmış camilere “minber vaz’ı” ve buna bağlı olarak “hatip tayini” gibi bir kavramdan da artık söz edemiyoruz; çünkü yapılırken camilere artık minber de konulmuş oluyor; tayin edilen imam, hatiplik görevini de yerine getiriyor.
Teşkilatımızda uzun yıllar kullanılan ama şimdi unutulmaya terk edilmiş daha birçok kelime ve kavrama yer verebilirdim; ancak bu kadarının da meramı ifadeye yeteceği kanaatindeyim. Yalın bir hâlde, peşi peşine sıraladığım bu kelime ve ıstılahlar belki sıkıcı gelmiş olabilir. Şayet cümle ve metin içinde bunların kullanımlarına örnekler verme imkânım olsaydı, güzelliklerini ve cazibelerini sizin de teslim edeceğinizden eminim.
Sonuç yerine
Yahya Kemal, böyle durumlar için “Dillerini kâtiplere bırakıp gittiler.” demişti. Biz ise hizmet alanımıza ait birçok kelime ve kavramı kâtiplere de bırakmadık; onları, artık kapakları da çok fazla açılmayan sözlüklerin satırları arasında unutulmaya terk ettik. Tesellimiz ve şükrümüz odur ki, giden kavramların medlulündeki hizmetler, günümüzde daha kapsamlı olarak ifa ediliyor. Ben bu yazıda sadece, o kapsamlı ve güzel literatüre dikkat çekmek istedim.
Ne demişler? “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.”