Makale

Okuma Toplantılarına Yeniden Hazırmıyız?

Dr. Mehmet Bulut
DİB APK Uzmanı

Okuma toplantılarına
yeniden hazır mıyız?

Yaklaşık 40 yıl önce...
Köyümde ilkokulu bitirdikten sonra, başka bir şehirde oturan amcamın himayesi ile İmam-Hatip Okulu’nda okumaya başlamıştım. Orada başka akrabamız da vardı. Zeliha nine onlardan biriydi. Babamın amcasının eşi olan Zeliha nine yatalak bir hasta idi. Bütün gününü yatağında Kur’an okuyarak, tesbihat yaparak geçiriyordu. Namazlarını da oturarak kılıyordu. Ayrıca kitap okuyordu. "Kitap okuyordu" derken öyle onlarca kitabı vardı da, birini bitirip diğerine başlıyordu şeklinde anlaşılmamalı. Elinin altında harekeli Osmanlıca ile yazılmış, topu topu üç beş kitap bulunuyordu; bitirdikçe onları yeni baştan okumaya başlıyordu. Öyle ki, sırtları renkli ipliklerle sağlamca dikilmiş ve muşamba ile kaplanmış olmalarına rağmen kitaplar elde dolaşa dolaşa bir hayli yıpranmıştı.
Zeliha nine, anne ve babasından ayrı düşerek çok uzaklardan bu şehre yeni gelmiş bir çocuk olarak beni en az kendi torunları kadar seviyordu. Özellikle okumak için bu şehre gelmiş olmam, onu son derece mutlu ediyordu.
Aradan geçen şu kadar zamandan sonra geriye dönüp baktığımda, o yıllara ait zihnimde iz bırakan hatıraların başında, pek de uzun sayılmayacak bir süre yanına gidip geldiğim Zeliha ninenin ağlayarak kitap okuyuşları geliyor, o manzarayı oluşturan kareler öylesine zihnime kazılmış ki...
Zeliha nine, evlerine hemen her uğrayışımda, kitap okuyacak bir muhatap bulmanın mutluluğu içinde ve sevecen bir edayla, "gel hele Hakkı’nın oğlu, bak sene neler okuyacağım..." diyerek yanına çağırıyordu. Eline aldığı kitabı işaret ederek "Bu çok muteber bir kitaptır" diyordu. Dinlemeye istekli olup olmadığıma aldırmadan gözlüklerini takıyor ve kitabından okumaya başlıyordu.
Zeliha ninenin okuduğu kitapların adları ne idi, bunu kendisine sormamıştım; daha doğrusu böyle bir tecessüste bulunacak, soruşturacak yaşta değildim. Kitaplarda ne anlatılıyordu, onları da şimdi pek hatırlamıyorum. Ancak Zeliha ninenin bir Yusuf kıssası okuması vardı ki, onu unutamam: Hem büyük bir heyecanla okuyor, hem de için için ağlıyordu. Öyle içtenlikle okuyordu ki, kitapta anlatılanları sanki yeniden yaşıyordu. "Kardeşleri Yusuf’u kuyuya attılar" dediğinde ağlama son haddine varıyordu. Bu arada "Ağlar Yakup ağlar Yusufum deyu" İlâhisini okuyordu. Yanılmıyorsam aslı mensur olan kitapları da o, belli bir makamla okuyordu, ilginçtir ki, bu ağlayış, hüzünlü veya sevinçli olsun kıssanın her sahnesinin okunmasında aynen devam ediyordu, ihanet içindeki kardeşlerin akşamleyin babalarına varıp "Yusuf’u kurt yedi" dediklerini okuyor ağlıyordu, oradan geçen bir kervan tarafından Yusuf’un kuyudan çıkarılışını okuyor ağlıyordu. Hapse düşüşünü, hapisten kurtuluşunu, hükümdarın sarayına yerleşmesini, vezirliğini ve nihayet babası "gözü yaşlı Yakub"la buluşmasını anlatıyor yine ağlıyordu. Bir taraftan da gözlüğünün altından yazmasının ucuyla gözyaşlarını siliyordu.
(Burada bir istidratta bulunmama izin veriniz. Öteden beri kendi kendime şunu sormuşumdur: Acaba İsmail, ishak, Yakub, Yusuf, Musa, Süleyman, Eyyub, Yunus, İsa... peygamberlerin hayatını, kaç Yahudi ve Hıristiyan, Müslüman Zeliha ninenin içtenliği ve göz yaşı dökerek okur? Bu sorunun cevabı, en azından benim için meçhul; ancak, Zeliha nine gibi milyonlarca Müslüman Türk’ün olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.)
Zeliha ninenin kitaplarına ve okuduklarına ilgi duymuş muydum? Doğrusu pek emin değilim. Zira, çocuk anlayışıma göre ben okulda okuyordum. Okulda okuduğum ders kitaplarının ise, bu kitaplarla fazla bir benzerliği yoktu. Dolayısıyla boş gözlerle, biraz da kadıncağıza acıyarak onu izlediğimi hatırlıyorum.
Zeliha ninenin okuduğu kitapların aslında yüzyıllar boyunca Müslüman Türk halkınca okunduğunu, içeriklerini bugün beğensek de beğenmesek de halkın dini kültürünün oluşmasında bu kitapların önemli bir yere sahip olduğunu, geniş bir coğrafyada halkın dinî duygu ve düşüncesini bu tür eserlerin şekillendirdiğini, bu türden eserlerin önemli bir kısmının içeriğinin bireysel okumalar için değil de bir mecliste bir topluluğa okunmak üzere kurgulandığını, Zeliha ninenin kitap okumak için bir muhatap arayışının bundan kaynaklandığını ve bu tür eserlerin Cumhuriyet’e, hatta günümüze kadar okunduğunu öğrenmem için aradan epey zaman geçmesi gerekecekti.
Geleneksel kültürümüzde okuma toplantıları ve okunan kitaplar
Farklı uygulamalarla geçmişten günümüze kadar sürdürülen ve bir kişinin bir kitabı okuması ve çevresindeki insanların da onu dinlemesi temeline dayanan okuma toplantıları, Türk toplumunun önemli kültürel geleneklerindendir. Bu tür bir kitap okuma eyleminin gerçekleşmesi, kuşkusuz bir topluluk olmayı, bir "meclis" oluşturmayı ve buna bağlı olarak birtakım kuralların oluşmasını da zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla okuma toplantıları, aynı zamanda kültürümüzde önemli bir sosyolojik olgudur. (Kültürümüzdeki okuma toplantılarına ilişkin akademik bir çalışma için bkz. Zehra Öztürk, Eğitim Tarihimizde Okuma Toplantılarının Yeri ve Okunan Kitaplar", Değerler Eğitimi Dergisi, 1 (4), 131-155)
Geleneksel okuma toplantıları, gelişigüzel insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş toplantılar değildir; belli bir disiplin içinde, belli zaman ve mekânlarda belli kurallar dahilinde gerçekleştirilmiştir.
Toplantılarda bir kişi belirli kitaptan yüksek sesle okumakta, diğerleri dinlemektedir. Bu tür okumalara genel olarak "kıraat" denilmektedir.
Tarihi süreç içerisinde okuma toplantıları camilerde, hükümdar saraylarında, konaklarda, âlimlerin evlerinde, kıraathanelerde, evlerde ve aile içinde düzenlenebilmiştir.
Geleneksel kültürümüzdeki okuma toplantılarının tamamı dinî amaçlı değildir kuşkusuz. Bu tür toplantılarda destan, hikâye, masal, şiir gibi edebî eserle de okunup dinlenmiştir. Ancak burada biz daha çok dinî içerikli okuma toplantıları üzerinde durmak istiyoruz.
Cami Dersleri: Osmanlı döneminde, camilerde verilen vaaz ve hutbelerden başka, bazı cami ve mescitlerde belli bir kitap takip edilerek dersler yapılmış ve buna "cami dersleri" denmiştir. Bu dersler, ramazanın dışında bütün aylarda sürdürülebil- miştir. Dersler yüksekçe bir minber üzerine konan bir rahleden "takrir" şeklinde verilmiştir. Bu dersi verenlere "dersiâm" denilmekteydi. Daha çok, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf konuları işlenirdi. (Recep Akakuş, "Sorular-Cevaplar", Diyanet Gazetesi, Sayı: 329 (Temmuz 1986), 7)
Bir kitap okuma etkinliği olarak cami dersleri ve bu derslerde okunan kitaplar, ortalama halkın kendi aralarında düzenlediği okuma toplantıları ve buralarda okunan kitaplardan farklılık arz eder.
Huzur Dersleri: OsmanlIlarda padişah III. Mustafa döneminden itibaren (1759) padişah huzurunda yapıla gelmiş tefsir dersleridir. Bu gelenek 1923 yılına kadar sürdürülmüştür. Huzur dersleri bir protokol dahilinde ramazan aylarında en az 8 kez yapılmıştır. Ayetler padişah huzurunda müna- zaralı olarak takrir ve tefsir olunmuştur. Ders sırasında muhataplar anlatana (mukarrir) soru sorabilmektedirler (Erol Özbilgen, "Huzur Dersleri", Osmanlı Ansiklopedisi, IV/116-117). Huzur derslerinden ayrı olarak yine padişah huzurunda başka tefsir dersleri de yapılabilmiştir.
Halk Kitapları: Geleneksel okuma toplantılarında okunan halk kitaplarının bir kısmının dinî içerikli olduğunu yukarıda belirtmiştik. Dinî amaçlı okuma toplantılarında daha çok ilmihal, Hz. Peygamber’in hayatını konu edinen eserler (siyer), peygamber kıssaları ve ahlâk konularını içeren kitaplar, gazavatnameler okunmuştur. Mızraklı ilmihal; Ibn Hişam’ın Siyeri, Muhammediye, Envâru’l- Âşıkîn; Delâilü’l-Hayrat Şerhi Kara Davud, Molla Cami, Müzekki’n-Nufûs, Tarikat-ı Muhammediye gibi eserler bu kapsamdadır.
Mevlevî dergâhlarında okunup şerh edilen Mesnevî, mevlid cemiyetlerinde okunan Süleyman Çelebi’nin Mevlid (Vesîletü’n-Necat) adlı eseri ve bunların okunması için düzenlenen toplantılar genel okuma toplantılarından biraz farklılık gösterir.
Toplantılarda okunan kitaplardan bir kısmı, periyodik bir okumayı sağlayabilmek için, her toplantıda (meclis) biri okunmak üzere bölümlere ayrılmıştır; başka bir ifade ile özellikle bu tür toplantılarda okunmak üzere dizayn edilmiştir. Her bir bölüm bir toplantıda okunup bitirilmektedir.
Meclislerde okunan kitaplar sade bir dil ile, halkın kolayca anlayabileceği bir üslupla yazılmıştır.
Burada okuma meclislerinde okunan söz konusu kitaplardan sadece bir kısmına, bir iki cümle ile değinmek istiyorum; ancak öncelikle ve altını çizerek belirtmem gerekir ki, tarihimizde geleneksel okuma toplantılarında okunan kitapların içeriklerinin sıhhat yönüyle değerlendirilmesi, bu makalenin konusuna girmemektedir.
Bustânü’l-Ârifîn: Ebu’l-Leys es-Semerkandî’nin (ö. 373/983) ibadet, zühd ve ahlâkla ilgili eseridir. Vaaz ve nasihat üslubuyla yazılmıştır. Aynı müellifin Tenbihü’l-Gâfilîn adlı eseri de aynı mahiyettedir. Her iki kitap da Türkçe’ye çevrilerek okunmuştur.
Kabusnâme: Keykavus b. İskender b. Kabus’a (ö. 1065) ait bir nasihat kitabıdır, insan davranışlarına ait çeşitli problemler; arkadaşlık ve sevgi ilkeleri, evlilik ve aile, eğitim ve meslekler ele alınmıştır. Osmanlı Padişahı II. Murat’ın emriyle Mercimek Ahmed tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Eserde ele alınan konular hikâyelerle süslenmiştir. Bu hikâyeler esere ilgiyi artırmış ve onu bir halk kitabı hüviyetine büründürmüştür.
Muhammediye: Yazıcıoğlu Mehmed Bican (ö. 1451) tarafından kolayca anlaşılabilecek bir dille yazılmış, Hz. Peygamber’i anlatan, Peygamber sevgisini gönüllere yerleştirmeye çalışan, geniş halk kitlelerine dinî kültür kazandıran bir eserdir. İçeriğinin çok çeşitli ve ilgi çekici konulardan oluşması, 15. yüzyıldan günümüze kadar çok geniş bir coğrafyada rağbet edilerek okunmasını sonuçlandırmış ve bu özellikleri ile halkın dinî duyguların beslemiştir.
Envâru’l-Âşıkîn: Adı geçen müellifin "Meğari- bü’z-Zeman" adlı Arapça eserinin, müellifin kardeşi Ahmed Bican tarafından Türkçe’ye yapılan serbest bir tercümesidir. Başka bir ifade ile Muham- mediye’nin nesir halidir. Tıpkı Muhammediye gibi Türk dünyasında ilgi görmüş, günümüze kadar okunmuş bir halk kitabıdır.
Marifetname: Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın (ö. 1780) eseridir. Yüzyıllardan beri okunan hacimli bir kitaptır. Yer yer şiirlerle süslenen eser, son dönem Osman toplumunun düşünce yapısını etkileyen eserlerden biri olmuştur. Eserin son kısımları bir âdâb-ı muaşeret mahiyetindedir (Belirtilen kitaplar hakkında bkz. Mehmet Bulut, "Osmanlı Devletinde Dini Teşkilatlanma ve Yaygın Din Eğitimi", Diyanet İlmi Dergi, c. 35, sayı: 2 (Nisan-Haziran 1999, ss. 113-115).
Sonuç yerine
Okuma toplantıları önemli bir tarihî tecrübemizdir. Yüzyıllar boyu düzenlenen bu toplantıların ve bu toplantılarda okunan kitapların, Türk insanının zihniyet dünyasının oluşmasında, Anadolu insanının ortak bir paydada buluşmasında, toplumda birlik beraberlik, dayanışma, görüşüp buluşma hasletlerinin oluşmasında büyük rol oynadığını söyleyebiliriz.
Geleneksel değerlerimizi, kültürel zenginliklerimizi değersiz, hakir görmemeli; onları zamanı geçmiş basit şeyler olarak değerlendirmemeliyiz. Bilâkis, çağdaş insanın ihtiyaçlarına onların yeni versiyonlarını sunabilmeyiz. Geleneksel değerlerimizin ruhuna nüfuz etmeden insanımızı tanımak, geleceğe yönelik farklı bakış açıları oluşturmak ne kadar sağlıklı olabilir? Mevlid’i, Muhammediye’yi, Yunus Emre Divanı’nı, Mızraklı ilmihal’i, Veysel Ka- rani’yi, Müzekki’n-Nüfus’u, Nefahatü’l-Üns’ü, Ahmed Yesevi’yi... biraz da bu noktadan değerlendirmek gerekir.
Günümüzde, toplumun geneline yönelik sürdürülen yaygın din eğitimi faaliyetleri kapsamında bir vasıta olarak okuma toplantılarından faydalanabilir miyiz? Çağdaş bir dizaynla bu toplantılara canlılık kazandırabilir miyiz? Böyle bir konuyu gündemimize taşımakta yarar görüyorum.
İçerdikleri dinî bilgilerin sahihlik yönü itibariyle geleneksel halk kitapları tartışma konusu olsa da, bu kitapların pratik dinî kültür verme işlevini yerine getirdiği, bireyler arasında ortak bir anlayış sahibi kıldığı kuşkusuzdur.
Sayılan kitaplar ve benzerleri Osmanlı Türk toplumunun zihniyetini etkileyen kitaplardır. Yazıldıkları dönemlerin anlayışını aksettiren eserlerdir. Bizim için örneklik teşkil edecek yönü de bu özellikleridir.
Çağımızda her yaş ve cinsiyetten insanımıza yaygın ve sağlıklı bir dinî kültür edindirme açısından okuma programları geliştirmeliyiz. Kur’an (meal ve tefsir), hadis, genel dinî bilgiler ön plânda tutulmalıdır. Düzenlenecek bu tür toplantılar eskiden olduğu gibi günümüzde de, bilgilendirme / kültürlendirme işlevi görmekle kalmayıp insanımızın birbirleriyle daha yakından tanışma-bilişme- dertleşme-sevgi ve saygı ortamı oluşturma gibi farklı işlevler de görebilecektir.
Yaygın din eğitimi ortam ve vasıtalarını en iyi şekilde kullanarak geniş halk kitlelerini din konusunda aydınlatmak, halkı doğru bilgilendirmek günümüzde daha da önem kazanmıştır. Ayrıca yaygın eğitim etkinliklerinin örgün eğitim etkinliklerinin düzenlenmesine nazaran daha ekonomik olduğunu göz önünde tutmalıyız. Ülkemiz insanında görülen din konusundaki bilgi eksikliklerinin giderilmesinde kitap okuma toplantıları geleneğinin çağımız insanına hitap edebilecek, bu alandaki ihtiyacını karşılayacak şekilde canlandırılması, yaygınlaştırılması, etkinleştirilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bu cümleden olarak, artık ülkemizde sayıları her geçen gün artan eğitimcilerimizden, din eğitimcilerimizden azami olarak faydalanmalıyız. Ülkemizin hemen her yerleşim biriminde temsilcisi bulundurması, Diyanet İşleri Başkanlığımızı bu tür etkinlikler için avantajlı kılmaktadır.
Ülke genelinde bu tür bir okuma seferberliği düşünülecekse -ki, biz düşünülmesi gerektiği kanaatindeyiz- öncelikle konu üzerinde uzmanlarına bilimsel nitelikli projeler yaptırılmalı, hazırlanan projeler belirlenecek pilot bölgelerde test uygulamasına tabi tutulmalı, tespit edilecek eksikliklerin telâfisinden sonra ülke geneline yaygınlaştırılmalı- dır. Ancak şimdilik şu kadarını belirtelim ki, kitap okuma toplantılarını nasıl yapacağımız sorusuna cevap aramak kadar, bu toplantılarda ne okutacağımız sorusuna cevap aramak da önemlidir. Başka bir ifade ile, kaynak materyal olarak, insanlarımızın zihnine ve gönlüne birlikte hitabeden, onu tatmin eden, ihtiyaçlarını karşılayan kitapların hazırlanıp eline verilmesi önemli bir ihtiyaçtır. Yüzlerce yıl önce yazılmış kitapları bugün düzenleyeceğimiz okuma toplantılarında okutamayacağımıza göre, konunun bu yönüne önemle eğilmeliyiz. Öte yandan, modern eğitimin kategorik hale getirme, yani yaşa, düzeye, çevreye göre öğretme prensibini göz önünde tutarsak, kitap hazırlama hususundaki sorumluluğumuzun ağırlığı daha iyi anlaşılır.
Toplumda kitap okuma ve dinleme bilincinin kazandırılması ise herhalde bunların da üzerinde bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.

Geniş kitlelere dini öğreten vasıtalardan biri olarak kitaplar
Dinin olduğu yerde, keyfiyeti nasıl olursa olsun, onun eğitim ve öğretiminin de olması kaçınılmazdır. Bu nedenle, fertlerin dinden gelen değer yargılarını öğrenmelerine ve bunları kendilerini izleyen kuşaklara aktarmalarına imkân sağlanması, inanç ve vicdan özgürlüğünün bir gereği olarak kabul edilmiştir. Dinin vazettiği inanç sisteminin, dünya görüşünün birey ve topluma ulaştırılıp bu yolla dinden beklenen olumlu etkilerin ortaya çıkması da, ancak onun geniş kitlelerce fark edilmiş, öğrenilmiş, eğitiminin yapılmış olmasıyla mümkün olabilir.
Birey ve toplumların din hakkında bilgilenmeleri, dinin pratiklerini yapabilme becerisini kazanmaları çok farklı zaman ve ortamlarda, farklı araçlarla olabilmektedir. Nitekim, İslâm’ın eğitim konusunda ortaya koyduğu "umûmilik" ve "süreklilik" prensipleri Müslüman toplumlar için yaygın din eğitimi etkinliklerini öne çıkarmıştır. Yaygın din eğitimini, halka dinî bilgi veren, hayatı yorumlama becerisini kazandıran, ortak dinî ve millî değerleri aşılayan, dinin kardeşlik, fedakârlık, hoşgörü gibi meziyetlerini kazandıran, dinî ibadetlerin usulüne uygun yerine getirilmesine yardımcı olan bir eğitim (Mehmet Bulut, "Niçin Yaygın Din Eğitimi?", Diyanet Aylık Dergi, Haziran 1996, s. 44) şeklinde tanımlarsak, dinî içerikli kitapların bu eğitim türünün en önemli vasıtalarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Genel anlamda kitap, yaygın din eğitiminin en başta gelen vasıtalarından biridir. Tarihimizdeki geleneksel halk kitaplarının ve bunların, düzenlenen periyodik toplantılarda insanlara okunmasının halkı din konusunda eğitmede önemli bir işlev yerine getirdiği tartışılmaz bir gerçektir.