Makale

SÖZÜN EŞİĞİNDEN GEÇMEK

SÖZÜN EŞİĞİNDEN GEÇMEK

Bedia Belkıs BALCILAR

İstanbul Bakırköy Kur’an Kursu Öğreticisi


“Tûtî tekellüm etmede bülbül terennüm etmede
Gonca tebessüm etmede sahn-ı çemen pür-encümen”

Kâinatın uyanışıydı söz. Kadim metinlerin özünde aşikâr olmuş bir sır gibi, hakikate mutabık bir tecelli şu idi: “Önce söz vardı.” Mana ile yoğrulmuş her sözün, hikmete ram olunan bir kapıdan bizi buyur ettiğine inanıyorum. Bu yüzden kelimelerin hakikat ile makes bulduğu o derinliği bilmek, görmek, fehmetmek, derya içre dalmak ancak kalbin irfanı ile mümkün olacaktır.
Kalbin irfanı, arifler meclisinde basiret, feraset, belagat kuvvetleriyle talibi olacağımız bir hazinedir. Kuşkusuz her hazinenin kıymetine vasıl olabilmek de kolay bir iş olmamalı. İnsanoğlunun şu dünya macerasında tefehhüm ile idrakine yol tayin edebilmesi kelam ile mümkündür. Bu yüzden kelimelerin ve kavramların doğru bir şekilde ifade edilmeye ve anlaşılmaya mecbur olduğu kanaatini taşıyorum. Üslup bir kelime cilbabıdır. Anlaşılır olmaya ne biçtiysek, söz onu giyinir.
Bilginin hızlı bir tüketime dönüştüğü enformatik bir çağın içinden geçiyor olmamız dolayısıyla, düşünceye olan ihtiyacın ne denli önemli bir mefhum olduğunu sibernetik uzay üslubunda karşılaştığımız menfi örneklere şahit oldukça daha iyi anlıyoruz. “Konuşma sanatını bilen adam, düşündüklerinin hepsini söylemez fakat söylediklerini düşünür de söyler.” demiştir Aristoteles.
Mananın kalpte filizlenişi düşüncemizin dile geliş biçimiyle doğrudan etkili. Konuşma sanatı, bahar mevsiminin uyanışı gibidir bu yüzden. Yazıdan maksat buyrulan da sözdür, seslerin dil vasıtasıyla ahenkli bir frekans ile fehm merkezimiz olan aklımıza intikali de… Bu yüzden sözün israfından kaçınmak akıllı insanların sergileyeceği bir tutumdur. Akıllı insan, sözün özünü bilir. Hem konuşurken hem yazarken, okuduğu ve anlattığıyla asla müsrif değildir.
Toplum felsefesinin öncülerinden Orison Sweet Marden’in, sözün gücü karşısında duyduğu derin öngörüyü şu ifadeyle anlatır: “Bir insanın muhakemesi, tahsili, mertliği, karakteri, velhasıl insanı insan eden her şey, onun kendini ifadeye başlaması ile birdenbire bir panorama gibi kendini gösterir. Bu sırada bütün dimağ melekeleri hazırlanır, bütün fikir ve ifade kuvvetleri harekete geçer.”
Sözün hakikati, sözün ahlakı, sözün estetiği, sözün adaleti pencerelerinden lafzi derinliklere doğru ilmî bir paragraf açabiliriz burada... İnsan, Yüce Allah’ın yarattığı bir kelamdır aynı zamanda; ne ile emanet olduğunun farkına varabilmeli diye sadeleştirerek.
Kur’an-ı Kerim’de zikredilen o büyük kelime, Rabbimizin “Ol!” emrinden hareketle, sözün yüceliğini daha çok incelikle tefekkür etmeliyiz. İlahî “Kelimetullah” olarak dünyaya gelmiş Hz. İsa’nın henüz beşiğinde bir bebek iken tekellüm etmesi bir hakikatin açığa çıkması içindi. Haksızlıkla itham olunmuş, kadınların en masumu Hz. Meryem’in sükût orucu ile mukabele etmesi ise insanın irfani noktada gelebileceği kemalatı bize aziz bir belagat ile öğütlemiyor mu? Konuşmaya muktedir değilken konuşturan, konuşmaya muktedir iken sükût ettiren elbette bize hikmetlerin en güzelini öğretir. Şüphesiz sözün en doğrusunu Hz. Allah söylemiştir.
Cehri bir kelamı, hafi bir maksadı; kâh zahiri kâh batıni sözlerimizi; kalpte sabitlenmiş kavlimizi, dilimizle ikrar ettiklerimizi, geceleyin seccademizle yarenliğimizi, duamızı, ilticamızı ve yahut arkadan çekiştirmeye cüret ettiğimiz mevzu bahis her ne ise; hepsinin en müstesna kâtiplerin nezaretinde zerre miskal şaşmaz bir mürekkep ile kayıt altına alındığına iman etmiş bir kul olarak, sözün künhüne ermek insanın diriliş amentüsüdür.
İrfan dolu bir kalbin manevi lezzeti, tazim ve ihlas ile muhabbet ehli âlimlerin, ariflerin sohbetine vasıl olabilmekle bereketlenir. “Bir söz kulağa gelip orada kalıyor, kalbe ulaşmıyorsa, o söz dudaktan söylenmiştir. Bir söz kulağı aşıp kalbe ulaşıyorsa o söz gönülden söylenmiştir.” diye buyurmuştur Hz. Ali (r.a.)
Mahiyet itibarıyla insanın kalbine nüfuz eden, gönlü okşayan, hakikat değeri ihtiva eden, faydalı, müspet güzellikteki latif kelama, “Kavl-i maruf” denilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de kavl-i marufun nasihat edildiği ayetlerden bir tanesi de şöyledir: “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/263.)
Yüce dinimiz İslam, güzel sözü insanlar arasında teşvik ederek, birbirimize karşı sorumluluklarımız arasında kalbî hassalarımızın farkına vararak kulluğumuzu kemale erdirmemizi ister. İncitmeden ve incinmeden… Sözün kılıçtan keskin olduğu o çizgide durup, kuyumcu tartısındaki bir mücevher gibi hassasiyetle tartarak, inceliklerle tezyin edilmiş billur kadehten içilmiş o leziz şerbetler gibi konuşarak.
Kalp ikliminde, varılacak cennet tasavvuru nedir diye sorsalar, “Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler. Sadece ’selam!’, ’selam!’ sözünü işitirler. Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir!” (Vakıa, 56/25-27,) ayet-i celilesini huşu ile okuyacak kadar kelimelerin özüne, mananın künhüne âşık olmak. Bütün muradı “Muhabbetullah” olan, lisan-ı kalbe meftun irfan ehlinin sadede geldiği kıvam ile…
Kâinatın uyanışıydı söz.