Makale

EDEP MAKAMI

EDEP MAKAMI


Fatma Nur Ünlü SÜRER

“Setreder ayıbını insanın hep
Ne güzel elbise imiş esvâb-ı edep”

Sümbülzade Vehbi Efendi’nin beytinde hayat bularak insanlığı nezakete letafete hakikate çağıran edep, bütün süfli arzuların tasallutundan kurtulmuş bir bedenin ruha kayıtsız kalamamasıdır. Öyle ki bir insanın yüzünde okunan samimiyet, dilinden neşet eden nezaket, amelinde ortaya çıkan letafet, hepsi edepten hâsıl olan nişanelerdir. Mevlana’nın da buyurduğu üzere akıl sahibi kişinin sedefteki inciyi bulmaya talip olmasının adıdır edep. İşin özünün, suretlerden arınıp siretlerde yansıttığı ahvalini mümin kılabilmek olduğunu bilebilmektir. İnsanın terakkiyatı edebin marifetiyle mümkün olmaktadır. Bu hakikat yadsınamaz ve ilk varoluştan bu yana, neticeleri sirayet eder insanlığa.
Kişi her daim kulluk makamında olduğunu bilerek edep ve gereklilikleriyle ayrışmaz bir bütün olduğunun idrakinde olarak hayatı anlamlandırmalı ve edeple varlığını konumlandırabilmelidir. Çünkü insan, edeple mağfirete, oradan marifete yol alan bir varlıktır. Anne karnında başlayan yolculukta, işittiği her sözün inceliği ile hayata edep perdesinden bakarken, gelişen bedeniyle birlikte ruhunu da büyütür insan. Hoyrat kaba tarafların törpülendiği, ilişkilerin nizami bir ayarla salahate kavuştuğu makamın adı olur edep.
İman, samimi bir kulluk ve güzel ahlak üçgeninde, edep rahlesinde ders okur insanoğlu. XIX. yüzyılla birlikte yaşam tarzında meydana gelen değişikliklerle birlikte adab-ı muaşeret kurallarında da değişim kaçınılmaz olunca bir milletin örf, âdet, gelenekleriyle harmanlanmış yaşam biçiminin tüm bu etkenlerin tazyikiyle değişmesi bir toplumun karakterini de değiştirmiştir. Bu hakikatle bir millet teknolojinin iptilasında ruhunu örselemiş ve türlü hastalıkların pençesinde boğuşur hâle gelmiştir. Oysa toplum olarak “Edep Ya Hu”, “Ya Hafız”, “Ya Malike’l-mülk”, “Hilye-i Şerif”, “Hiç” levhalarının eksik olmadığı, hayânın kol gezdiği zamanlardaki hassasiyete ram olmaya meyyal, Cenab-ı Mevla’nın tedrisinde edep ve hayâ dersleriyle insan olduğumuzu hatırlamaya, her bir ayetin göğsümüzü yararak, kalplerimizdeki çekirdeğe inip bize yön verecek gücün ateşini fitillemesine ne kadar da muhtaç dönemlerden geçiyoruz. Her ayetin kalplerdeki marazı söküp atmaya muktedir bir neşter hükmünde olduğunu hatırlamak belki bu gün daha elzem bir ihtiyaç olarak, gerek evlatlarımızda, gerek benliklerimizde vücut buluyor. Besmele ile başlayıp hamd ile noktalanmayan işlerde hayrın inkıtaya uğrayacağı şiarıyla hareket eden, bir devrin asil, edip insanlarından miras kalan pek çok hakikate gözlerimizi ve kulaklarımızı, hepsinden mühimi kalplerimizi açmalı değil miyiz?
Edep, göz bebeğinde yuvalanıp, kulaklarda ayıba karşı çeper olursa, eskilerin deyimiyle o insan ki eline-beline-diline sahip olursa o zaman varlığı kıymet kazanır. Yaratılışını güzelleştirdiği gibi ahlakını da güzelleştirmesi için dua eden Hz. Peygamber, göğsünde bir mücevher gibi taşımıştır edebi. O edeptendi ki insana değer vererek, hiçbir ayrıma tabi tutmayarak, kin ve garazı yasaklayan, musafahayı tavsiye edip arada selamı yaymayı öğütleyen, kusurları yüze vurmayarak rencide etmeden hakikati öğreten, çocuklara gayet müşfik, hanımlarına adil ve muhabbetli, ashabına dost ve yâr olan, tüm kâinata sevgili bir peygamberin ahlakı bize her şeyi açıklamaya yetip artıyor. Sanki başlarının üzerinde bir kuş var da kıpırdasalar uçuverecek zannıyla pür dikkat Allah Rasulünü dinleyen, edep dairesinden çıkmayı adaba mugayir bir tavır olarak telakki eden bir sahabenin izinde nice nesiller yetişmiştir. Kur’an’dan yola çıkarak Hz. Peygamber’in örnek yaşantısını kendi yaşamına rol model alan bir dönemin yaşamış insanlarında vücut bulan peygamberi hayat toplumun her safhasında kendini göstermiştir. İnsanların birbirlerine hitaplarında gayet dikkatli ve nazik bir üslubu benimseyerek seslenmeleri, mahalle eşrafının herkesi tanıdığı ve birbiriyle hasbihâl etmeden geçmediği, yoksulun gözetildiği, ihtiyarların kollandığı, yetimlerin doyurulduğu, sadaka taşlarının vücut bulduğu, ölmüşlerin dahi ihmal edilmediği, canlı, cansız her şeyin hatırının gözetildiği, Fatihalar, Yasinlerle duaların eksik edilmediği, çocukların edep ve terbiyesinde Kur’an odaklı nice sünnet, kıssa ve menkıbelerin akşam sohbetlerinde dedelerin ninelerin dilinden küçük hafızalarına nakşedildiği geniş aile yapısıyla birlikte toplumun ruhuna sirayet etmiş genel kurallardan tutalım da bir evin kapısının tokmağındaki ince detaya yahut bir evin pencere pervazındaki çiçeğin ifade ettiği anlama varıncaya kadar o zamanlardaki bu yaşantı bizler için düşünüldüğünde, sadece mazide kalarak özlemle yad edilecek bir dönem olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü “Rabbin her an gözetlemektedir.” (Fecr, 89/14) ayeti hakikati haykırdıkça yola revan olmuş ruhlar, bedenin nefsi arzularına galebe çalacak ve edep “ol nûr-ı Hüdâ’dan bir tâc” olmaya devam edecektir.